Название | Goethe'nin Hayatı |
---|---|
Автор произведения | James Sime |
Жанр | |
Серия | |
Издательство | |
Год выпуска | 0 |
isbn | 978-605-7605-82-5 |
Goethe’nin Leipzig’te temas kurduğu en seçkin kişi; çizim, resim ve mimarlık akademisinin yöneticisi olan Oeser’dı. Macaristan’ın Presburg şehrinden gelen Oeser, hemşerilerinde de sıkça rastlanan bir enerjiyle ve şevkle doluydu. Sanatsal başarıları kalıcı bir değere sahip olmasa da etkisi altında kalanların, sıradışı bir biçimde sanata ilgi duymalarını ve yüksek ölçüde gayret göstermelerini sağlayacak güce sahipti. Bundan uzun zaman önce, Dresden’dayken Oeser’la yakın bir ilişki kuran Winckelmann, “Sanat eserlerine kalıcı cazibesini kazandıran nitelikler basitlik ve sükûnettir,” teorisini ondan öğrenmişti. Usta işi sanatsal yöntemlere özlem duyan ve bu yüzden Oeser’ın çırağı olan Goethe de, sanat hakkında elde ettiği tüm verimli düşüncelerin ve kendi kabiliyetlerinin üstüne gitme cesaretinin tohumlarını bu bilge ve güler yüzlü hocasının ektiğini asla unutmadı. Oeser’ın hem Leipzig’teki hem de ülkesindeki evinde Goethe, her zaman hoş karşılanan bir misafirdi. Oeser’ın biri evli iki kızı vardı. Goethe’nin yaşlarındaki bekâr kızı Frederika, babasıyla birlikte yaşıyordu. Güzel, hayat dolu ve becerikli bir kız olan Frederika, Goethe’nin en iyi arkadaşlarından biri oldu.
Oeser, Goethe’nin tek sanat eğitmeni değildi. Bir gravür ustası olan Stock, Breitkopf’ların evinin üst katındaki evde, karısı ve iki genç kızıyla (sonraları Schiller’in en yakın iki arkadaşıyla evlendiler) birlikte yaşıyordu. Goethe ondan büyük bir şevk ve sabırla çalıştığı gravür dersleri aldı. Ayrıca zaman zaman kitapları ciltlemek için mukavvaları da oyarak kendisini oyalıyordu. Goethe’nin meşguliyetlerinin neredeyse sınırı yok gibiydi. Üstlendiği her işte üstün olmayı beklemese de, bu gayreti ona iyi ve kötü eseri birbirinden keskin biçimde ayırıp doğru ve kalıcı ilkelere göre biçimlendirilmiş olanları takdir etmek ve onlardan keyif almak için yeterli ölçüde bir kavrayış kazandırdı.
Leipzig’teki iyi resimlerin tümünü görmüş olan Goethe, 1767’de Dresden’deki resim galerisini gezmek amacıyla kısa bir tatile çıktı. Orada, dostça bol bol sohbet ettiği saygıdeğer ve esprili bir kunduracının evinde konakladı. Galerideki tüm büyük ekollerin resimleri ilgisini çekse de Hollanda ekolüne ait olanlar gerçeğe uygun oluşlarından ötürü onu en güçlü biçimde etkileyen eserlerdi. Hayran kaldığı başyapıtlar, onları gezmeye günlerce devam eden Goethe’nin zihnini öylesine derinden etkilemişlerdi ki gerçek dünyaya döndüğünde çevresindeki şeyleri sanki bir resmin parçalarıymış gibi görmekten kendini alamıyordu. Kunduracı arkadaşı bile sanki Ostade’nın tuvalinden fırlayan bir figür gibi görünüyordu.
Goethe resim sanatından güçlü bir biçimde etkilense de edebiyat onun gerçek dostuydu. Latin klasiklerini giderek artan bir zevkle okuyor olmasının yanı sıra bir tür mutluluk içgüdüsüyle dehasının gelişmesi için en uygun yazarlara yönlendirildiği yeni izlenim ve dürtülerle çevrili olduğunu da hissediyordu. Frankfurt’tayken Shakespeare’i, Wieland’ın çevirisinden okumuş olan Goethe’nin karşısına şimdi de Dodd’un Beauties of Shakespeare’i çıkmıştı. Bu kitaptaki seçmeleri okumak henüz Shakespeare’in gerçek değerini keşfetmesini sağlamasa da sonraki aşamalarda elde edeceği daha derin kavrayışın özünü oluşturuyordu. Kariyerine başladığı Pietist3 tutkularını ardında bırakmış olan Wieland artık düzyazı ve şiirlerini basit Epiküryen felsefesiyle süslüyordu. Son dönem yazılarının her birini büyük bir şevkle okuyan Goethe, tüm hatalarına rağmen fikirlerini canlılık, incelik ve zarafetle sunmasını iyi bilen Wieland’dan çok şey öğrendi. Lessing’in 1766 yılında yayımlanan Laocoon’unu okuduktan sonra döneminin diğer gençleri gibi kendisinin de kitaptan büyük bir haz aldığını, başyapıtın ciddi ve mükemmel bir ruha sahip olduğunu söyledi. Tıpkı bir şimşeğin parıltısı gibi bu eser de sanatları birbirinden ayıran geniş çizgileri açığa çıkarıyordu. Ayrıca her sanatın, ancak kendi sınırları dışına taşmadığında en yüksek amacına ulaşabileceğini ve tüm sanatlar arasında şiirin doğası gereği en derin, en geniş kapsamlı ve en görkemli sanat olduğunu gözler önüne seriyordu. Tüm bunlar Goethe için yeni şeylerdi ve onu eleştirel düşüncenin temel sorunları üzerine kafa yormaya teşvik etti. Lessing’in, Almanca’da hâlâ türünün en muhteşem biçimlendirilmiş oyunu olan Minna von Barnhelm’ini de aynı şevkle karşıladı. Diğer Alman oyun yazarlarının aksine Lessing motiflerini doğrudan dönemin yaşamından seçerken, bu motifleri kalıcı bir biçimde çekici kılacak yaratıcı bir hayal gücü ve incelikle bezeyerek ifade ettiği için eser Goethe’yi çok etkiledi. Goethe, 1768 baharında Leipzig’te bir ay geçiren Lessing’i ne yazık ki göremedi. Aşağı yukarı o vakitlerde, onun çok saygı duyduğu ve antik dönem sanatı üzerine kaleme aldığı yazılarıyla Goethe’nin entelektüel yaşamını zenginleştiren ve geliştiren en önemli isimler arasında yer alan Winckelmann’ın cinayet haberiyle sarsıldı.
Leipzig’e gelişi itibarıyla, Goethe tiyatrolara düzenli olarak katıldı, hatta ara sıra Schönkopf’un evinde oynanan halka kapalı oyunlarda rol aldı (komedi kısımlarında her seferinde kayda değer bir başarıyla). Tiyatro oyunları devamlı aklının bir köşesinde yer ediyordu ve sahneye aktarılacak bir oyun yazmayı denemek istiyordu. Bunun üzerine 1767-68 kışında Die Laune des Verliebten (Âşığının Haleti Ruhiyesi) ve Die Mitschuldigen (Karmaşıklıklar) adında iki oyun yazdı. İlki aslında Annette Schönkopf’la ilişkisine dair deneyimlerinin bir sunumuydu. İkincisiyse Gretchen’le ayrılığına yol açan olayla bağlantılı olarak dikkatini Frankfurt’a odaklayan durumların tatsız bir tasvirini yapıyordu. On iki hecelik kafiyeli dizeler biçiminde yazılan her iki eser, çoğu çağdaşı gibi Goethe’nin de hâlâ klasik Fransız tiyatrosunu model aldığını göstermektedir.
Goethe, Leipzig’te hiciv sanatına fazlasıyla düşkün bir şair olarak tanınıyordu. Otobiyografisinde, bir zamanlar Almanya’nın edebi diktatörü olarak tanımladığı Gottsched’i ziyaretini anlatır. Bu matrak anlatım tarzından, kendi günlerinin sona erdiğini anlamakta zorlanan bu katı ihtiyarın ziyaretine alaycı bir tavırla gittiğini görmek zor değildir. Asil üslubuyla övünen Clodius’uysa, şatafatlı dizelerinin parodilerini yazarak çileden çıkarmıştı. Ancak özünde Goethe bu tür eserleri bile bir hayli önemseyecek kadar cömertti. Onun en çok hoşuna giden şey kendi düşünce ve duygularına dolaysız bir şiirsel anlatım kazandırmaktı. Bu sebepten dolayı Leipzig’te bulunduğu dönemde epey fazla sayıda şarkı sözü yazdı ve bunlardan bazıları Breitkopf kardeşlerin büyüğü tarafından bestelendi. Bunlar, daha sonraki dönemlerde ürettiği yine aynı türden eserlerin tanımlanamaz büyüsüne nazaran eksiksiz bir ritim duygusundan yoksun olsalar da, en azından ustalık dönemindeki ifade etme yeteneği ve canlılığından bir ipucu verir nitelikteydi.
1767’de Goethe Schönkopf’ları, Kanne adında Sakson bir avukat arkadaşıyla tanıştırdı. Kanne’nın, Annette’nin cazibesine kapıldığını fark eden Goethe, Annette’nin de onun bu tavrına kayıtsız kalmadığını görünce büyük bir kederin içine düştü. Teselli aramak için doğaya kaçarak ve genç kadınların güvenilmez oluşları üzerine iğneleyici dizeler yazarak öfkesini bastırmaya çalışsa da bunların tümü boşunaydı. Bütünüyle acınası bir halde olan Goethe’nin çeşitli diğer nedenlerin de yol açtığı mutsuzluğu, sonraları yaşamının düzenini bozup onu ağır biçimde hasta etti. Nihayetinde 1768’in bir haziran akşamı şiddetli kanaması olunca aceleyle bir doktor
3
Goethe, Hermann Hesse gibi yazarları etkilemiş olan, özellikle Almanya’da güçlü olan Protestanlık kökenli din akımıdır. Pietizm, dinsel yaşamda reform olmasını amaçlar. Özellikle mistik bir anlayış geliştirmiş ve kişisel duyguyu dindarlığın temel ögesi sayarak kişisel ahlakı güçlendirmeye çalışmıştır. Dogmacılık ve kilise baskısına karşı çıkan bir öğretidir. (e.n.)