Pirinç Şişe. F. Anstey

Читать онлайн.
Название Pirinç Şişe
Автор произведения F. Anstey
Жанр
Серия
Издательство
Год выпуска 0
isbn 9786258361131



Скачать книгу

asla izin vermem Bay Ventimore,” dedi Bayan Rapkin. “İsterse sarığı gökkuşağı renginde olsun, bu tür düşünceleri desteklemediğimi bilirsiniz. Rapkin’in baldızı küçük salonunu bir doğuluya vermişti, sanırım İranlıydı veya Afrika kabilelerinden birinden geliyordu. İyi görünümüne rağmen, kadıncağız sonradan odasını ona kiraladığına çok pişman olmuştu. Size evimi bir siyah deriliye açacağımı düşündüren nedir?”

      “Ah, dün gece böyle birini gördüğümü sandım da ondan merak ettim.”

      “Bu evde asla öyle birini göremezsiniz bayım. Kapı komşumuz Bayan Steggars buna izin verebilir, hem onun odaları bu tür insanların barbar görüşlerine çok daha uygun olacaktır. Yeterince işim var, sizinle de ilgileniyorum. Bunun için bir başkasını çalıştırmıyorum, zaten kendim daha iyisini yapabiliyorken neden başkasına ihtiyacım olsun ki?”

      Ev sahibesi odadan çıkar çıkmaz Horace şişeyi incelemeye başladı. İçi bomboştu, tüm umudu tükenmişti.

      Şişenin içinde uzun süredir kapalı kalan bazı baharatların veya aniden havaya maruz kalan diğer maddelerin hızla ayrışmasından kaynaklanan ağır dumandan dolayı bir halüsinasyon gördüğüne inanmış gibiydi.

      Daha fazla açıklamaya ihtiyaç duyacağı takdirde, kafasına yanlışlıkla aldığı darbeyle Binbir Gece Masalları’ndan da etkilenerek zihninin ona böyle bir oyun oynadığını düşünmesi yeterli olacaktı.

      Bu şekilde zihnindeki soru işaretlerini giderdikten sonra Great Coloister Sokağı’ndaki ofisinin yolunu tuttu. Ofis bir süreliğine sadece kendisine aitti, önceki gün Profesör’ün gelişiyle kesintiye uğrayan işinin başına oturup Beevor’a istediği şartnamenin taslağını hazırlamaya başladı.

      Yaptığı iş neredeyse mekanikti, ona hiçbir fayda veya övgü getirmeyeceği belliydi ancak Horace üstlendiği her işi eksiksiz yapma konusunda yetenekliydi. Ardına kadar açık penceresinin yanında otururken kısa süre içinde önündeki işe daldı.

      Öyle ki oda aniden büyük bir cisim geçiyormuşçasına karardığında bile hemen kafasını kaldırmadı. Dönüp baktığındaysa, tekli koltukta nefes nefese oturan kişiyi görünce şaşırdı.

      “Kusura bakmayın,” dedi Ventimore. “İçeri girdiğinizi duymadım.”

      Ziyaretçisi hafif utangaç ve şaşkın bir gülümsemeyle karşılık vermekle yetindi. Pembe yanaklı, tertemiz beyaz bıyıklı bir beyefendiydi; bakışları kurnaz ama cana yakındı, geniş bir ağzı ve gıdığı vardı. Zenginliğini gizleyen bir şekilde giyinmişti; kıpkırmızı şalına armut şeklinde büyük bir inci takmış, muhtemelen yazlık beyaz şapkası ve yeleğini üzerinden yeni çıkarmıştı.

      Tok ve gırtlaktan gelen bir ses tonuyla “Efendim,” diyerek konuşmaya başladı. “Bunun, ah yani sizi zamansız ziyaretimin, mahremiyetinizi ihlal edişimin oldukça alışılmadık bir şekilde gerçekleştiğini düşünüyor olmalısınız.”

      “Ah hayır,” dedi Horace. Ziyaretçisinin pencereden içeri girdiğini anlamasını istediğinden emin değildi. “Size yolu gösterecek kimse yoktu, kâtibim burada değil.”

      “Önemli değil efendim, önemli değil. Sizin de anladığınız gibi, yolumu bir şekilde buldum. Mühim olan şu an burada olmam.”

      “Pekâla,” dedi Horace. “Sizi buraya hangi rüzgâr attı?”

      “Beni buraya hangi rüzgâr attı…” Yabancının gözleri koskocaman olmuştu. “İzin verirseniz, sırası gelince neden buraya geldiğimi size anlatayım. Hâlâ biraz, şey… Gördüğünüz gibi biraz nefes nefeseyim.” Gözlerini odada gezdirmeye başladı. “Sanırım mimarsınız Bay…?”

      “Adım Ventimore,” dedi Horace. “Ve evet, mimarım.”

      “Ventimore,” dedikten sonra emin olmak için elini cebine atıp bir kâğıt çıkardı. “Evet, doğru yere gelmişim. Burada adınız ve mimar olduğunuz yazıyor. Bay Ventimore, muazzam bir yeteneği keşfetmem için buraya gelmem söylendi.”

      “Muazzam bir yetenek olduğumu iddia edemem,” dedi Horace. “Ancak mesleğimde son derece yetkin olduğumu söyleyebilirim.”

      “Yetkin mi? Elbette öylesiniz efendim. Sizce benim gibi tecrübeli bir işadamı, işinde yetkin olmayan birine gelir miydi?” dedi yabancı. Kanısının aksine, kendini son derece ihtiyatlı davrandığına ikna etmeye çalışan bir havası vardı.

      “Bu sözlerinizden, birinin bir incelik yaparak beni size tavsiye ettiğini mi anlamalıyım?” diye sordu Horace.

      “Kesinlikle hayır efendim, kesinlikle hayır. Kimsenin tavsiyesine ihtiyaç duymam. Şey, sanat dünyasında olup bitenler hakkında yeteri kadar bilgim olduğuna inanıyorum ve şu kanıya vardım, Bay… Ah! Ventimore, tekrar edeyim, kendi kendime vardığım kanıya göre istediğim şeyi yapabilecek tek kişi sizsiniz.”

      Sevinci gözlerinden okunan bir şekilde “Bunu duyduğuma sevindim,” dedi Horace. “Tasarımlarımı nerede gördünüz?”

      “Bunun bir önemi yok efendim. Sağlam gerekçelerim olmadan asla karar vermem. Karar vermem uzun sürmez ve hemen harekete geçerim efendim, harekete geçerim. Asıl konuya gelirsek, küçük bir komisyon karşılığında, küçücük bir komisyonla… Bu işi sizin yapmanızı istiyorum. Şey, efendim, sizin üstün yeteneğinizin farkındayım.”

      “Kendisi için bir açıkartırmaya katılmamı mı isteyecek?” diye düşündü Horace. “Hayatta olmaz.”

      “Gördüğünüz gibi şu anda oldukça meşgulüm,” dedi temkinli bir şekilde. “İstediğiniz şeyi yapabileceğimden emin değilim…”

      “Kısaca anlatayım efendim, kısaca. Ben Wackerbath, Samuel Wackerbath. Aslına bakılırsa civarda tanınan biriyim.” Horace ziyaretçisinin adından ve şöhretinden haberdar olmadığını elbette gizledi. “Geçenlerde Hampshire sınırında, şu anda oturduğum evin yakınlarında birkaç dönüm arazi satın aldım ve az önce Westminster Köprüsü’nden geçerken arkadaşıma söylediğim gibi, kendime orada küçük bir ev yaptırmayı düşünüyorum. Mütevazı ve gösterişsiz bir ev… Hafta sonları kalabileceğim, misafirlerimi ağırlayabileceğim veya yılın belli bir kısmını geçirebileceğim bir ev. Şimdiye kadar böyle evler kiraladım, bilirsiniz ya, aileden kalma konaklar ve benzerleri. Aslında basit ama konforlu bir İngiliz kır evinin mütevazı zarafetinde yaşamak istiyorum. Ve siz bunun için en ideal kişisiniz, söyledikleriniz beni daha da ikna ediyor. Bu işi olması gerektiği gibi yürütecek kişi sizsiniz.”

      Sonunda uzun zamandır beklenen müşteri gelmişti! Hem de normal bir yol izleyerek gelmişti. Kimse Bay Wackerbath’e bakıp onun bir anda üst pencereden süzüleceğine inanmazdı, en azından böyle bir insana benzemiyordu.

      Horace kendisinin bile şaşırdığı bir sakinlikle “Elimden gelenin en iyisini yapacağım,” dedi. “Bu proje için ne kadar bir meblağ belirlediğinizi sorabilir miyim?”

      “Eh, bir Kârûn sayılmam ancak yoksul olduğumu da söyleyemeyeceğim. Daha önce belirttiğim gibi, konforu gösterişe tercih ederim. Aklımdaki miktarın ötesine geçmem gerekeceğini düşünmüyorum. Şey, altmış bin diyebiliriz.”

      “Altmış bin!” diye haykırdı Horace. Bu miktarın ancak onda birini bekliyordu. “Ah! Altmış binden fazla harcamak istemiyorsunuz demek, anlıyorum.”

      “Evin kendisi için evet,” dedi Bay Wackerbath. “Müştemilat ve kulübenin yanı sıra bazı odalara özel dekorasyon isteyeceğim. Toplamda yüz bin kadar harcayabiliriz. Bu miktarla, civardaki evlerin ışığına mütevazı bir şekilde gölge düşürebileceğinizi anlıyorum.”

      “Kesinlikle,”