Название | Pirinç Şişe |
---|---|
Автор произведения | F. Anstey |
Жанр | |
Серия | |
Издательство | |
Год выпуска | 0 |
isbn | 9786258361131 |
Uzun, kalın boynundan tutup şişenin kapağını çevirmeye çalıştı ama kapak oynamadı. Buna şaşırmamıştı çünkü kapak lava benzeyen bir tabakayla kaplıydı.
“Bu tabakanın birazını kazıdıktan sonra tekrar denemeliyim,” diye düşündü. Alt kata inip bir çekiç ve keski aldıktan sonra bunlarla kapak çizgisi ortaya çıkana kadar tabakayı ufalayınca ortaya mandal gibi görünen kaba, metal bir tokmak çıktı.
Bir süre tokmağa sertçe vurarak kapağı açmaya çalıştıktan sonra şişeyi dizlerinin arasına alarak var gücüyle kapağı çekmeye başladı. Sallanır gibi olan şişenin kapağı biraz gevşemeye başlamıştı, son kez sert bir şekilde çekince kapak aniden öyle bir fırladı ki Horace şiddetle geriye doğru savrulup kafasını lambrinin köşesine vurdu.
Yoğun tıslama sesleriyle kapaktan çıkan siyah dumanın devasa bir sütun halinde tavana kadar yükselmesi ona şişenin yan yattığını düşündürdü, burnuna keskin ve tuhaf bir koku geliyordu. “Suikast bombası gibi bir şey satın almışım,” diye düşündü. “Birkaç saniye içinde bedenimin parçaları tüm meydana dağılacak!” Bu sonuca varır varmaz bilincini tamamen kaybetti.
Birkaç saniyeden fazla bilincini yitirmiş halde kalmış olamazdı çünkü gözlerini açtığında oda hâlâ dumanla kaplıydı ve dumanın arasından anormal, devasa boyuttaki bir yabancının suretini belli belirsiz seçebildi. Bu, dumanın büyüten etkisinden kaynaklı optik bir illüzyon olmalıydı; zaten duman dağılır dağılmaz ziyaretçisinin normal bir boyda olduğunu gördü. Yaşlıydı ve üzerindeki doğuya özgü, koyu yeşil tonlardaki cüppesi ve sarığıyla gerçekten saygıdeğer bir görünüşü vardı. Ellerini havaya kaldırmış, yüksek sesle Horace’ın bilmediği bir dilde bir şeyler söyleyerek dikiliyordu.
Hâlâ sersemliğini üzerinden atamayan Horace, onu gördüğüne şaşırmamış gibiydi. Bayan Rapkin sonunda bir doğulunun ikinci kata taşınmasına izin vermiş olmalıydı. Ev arkadaşı olarak bir İngilizi tercih ederdi ancak bu yabancının muhtemelen dumanı fark ederek ona yardıma gelmiş olması samimiyetini ve cesaretini gösteriyordu.
“İçeri gelmeniz büyük incelik bayım,” dedi ayağa fırlarken. “Tam olarak ne olduğunu bilmiyorum ama bir şeyim yok. Sadece biraz sarsıldım. Bu arada, sanırım İngilizce konuşabiliyorsunuz, değil mi?”
“Elbette hitap ettiğim herkesin anlayacağı şekilde konuşabiliyorum,” diye yanıtladı yabancı. “Söylediğimi anlıyor musun?”
“Şimdi gayet iyi anlıyorum,” dedi Horace. “Ancak az önce anlayamadığım bir şey söylediniz. Tekrar etmenizde bir sakınca var mı?”
“Tövbe ey Allah’ın Resulü! Bir daha asla böyle bir şey yapmayacağım dedim.”
“Ah!” dedi Horace. “Sanırım biraz şaşırdınız. Şişeyi açtığımda ben de çok şaşkındım.”
“Söyle bana, o mührü gerçekten senin elin mi kaldırdı ey iyilik sahibi genç adam?”
“Evet, şişeyi ben açtım,” dedi Ventimore. “Ortada bir iyilik var mı bilmiyorum çünkü o şeyin içinde ne olduğu hakkında hiçbir fikrim yok.”
“İçinde ben vardım,” dedi yabancı sakince.
IV
Kaçak
“Yani bu şişenin içinde siz vardınız, öyle mi?” diye sordu Horace yumuşak bir sesle. “Ne olağandışı bir durum!” Doğulu bir deliyle uğraşmak zorunda olduğunu ve onu biraz eğlendirmesi gerektiğini anlamıştı. Neyse ki epey eksantrik bir havası olsa da tehlikeli birine benzemiyordu. Saçları uzun sarığının altından kızıl renkli yanaklarına doğru dağınık bir şekilde dökülüyordu; üç tel gri sakalı vardı. Opal mavisi çekik, dar gözlerinin arasında geniş bir mesafe vardı. Biraz kurnazlık biraz da çocuk masumiyeti taşıyan tuhaf bir ifadeye sahipti.
“Doğru söylediğimden şüphen mi var? O lanet şişenin içinde sayısız asırdır kilitliyim. Ne kadar süre olduğunu bilmiyorum çünkü hesaplanamayacak kadar çok.”
“Görünüşünüze baktığımda bunca yıldır bir şişenin içinde hapsolduğunuzu hiç düşünmezdim bayım,” dedi Horace kibarca. “Ancak bir değişiklik yapma zamanınız gelmiş. Uygunsuz olmayacaksa, neden başınıza böyle bir şey geldiğini sorabilir miyim? Gerçi bunca zamandan sonra sebebini unutmuş olabilirsiniz.”
“Unutmak mı?” dedi yabancı, gözlerinde kırmızı bir kıvılcım çakmıştı. “Şöyle bilge bir söz vardır: ‘Bırakın unutulmayı arzulayan bir başkasına fayda sağlasın; zarar verenin hatırası ise sonsuza dek sürsün.’ Ben ne bana sağlanan faydayı ne de verilen zararı unuturum.”
“Kindar bir yaşlı adam,” diye düşündü Ventimore. “Deli olması da cabası… Tam ev arkadaşı olunacak biri!”
“Ey insanlığın en iyisi!” diye devam etti yabancı. “Bil ki şu an seninle konuşan, Yeşil Jinn Fakraş-el-Aamaş’tır. İrem Bahçesi’ndeki Babil Şehri’nin yukarısında, Bulutlar Dağı’nın sarayında otururum. Şanını bilir misin?”
“Sanırım duydum,” dedi Horace adres defterindeki bir yerden bahsediliyormuşçasına. “Muhteşem bir muhit.”
“Benzersiz güzellikte, çeşitli başarılara imza atmış Bedia el-Cemal isminde kadın bir akrabam vardı. Bir Jinneeyeh olmasına rağmen, inançlı olduğunu görünce Davut’un oğlu Süleyman’a elçiler göndererek onunla evlenmesi için teklif sundum. Ancak Jarjareelilerden biri, İblis Rejmoos’un oğlu, el değmemiş güzel akrabamı uygun gördüğünü belirtip gizli gizli Süleyman’a gidip benim hükümdarı mahvetmek için gizli bir plan yaptığımı söyledi. Sonsuza dek Allah’ın laneti üzerinde olsun!”
“Elbette böyle bir şey yapmak aklınızın ucundan geçmemiştir, değil mi?” dedi Ventimore.
“Zehirli bir üslup, en saf istekleri bile kirletebilir,” şeklinde kaçamak bir cevap geldi. “Bunun üzerine Süleyman, kendisine selam olsun, Jarjareeliyi dinleyerek kızı reddetti. Dahası, tutuklanıp pirinç bir şişeye hapsedilmemi, kıyamet günü gelene kadar El-Karkar Denizi’ne atılmamı emretti.”
“Çok kötü, gerçekten çok kötü olmuş!” diye mırıldandı Horace, yeterince empati kurabildiğini umuyordu.
“Asil soyun ve nezaketin sayesinde kurtuldum, sana bin yıl hizmet etsem bile bu iyiliğini ödeyemem. Ne yapsam az gelir!”
“Lafı bile olmaz,” dedi Horace. “Bir faydam dokunduysa ne mutlu bana.”
“Göklerde yazılıdır: ‘İyilik eden iyilik bulur.’ Ben Jinn ifriti değil miyim? Öyleyse dile benden ne dilersen, istediğini alacaksın.”
“Zavallı yaşlı adam!” diye düşündü Horace, “Gerçekten keçileri kaçırmış. Yakında bana bir hediye vermek isteyecek, elbette bunu kabul edemem… Bay Fakraş,” dedi yüksek bir sesle. “Ben hiçbir şey yapmadım, gerçekten. Yapmış olsaydım da bunun için bir hediye kabul edemezdim.”
“İsmin nedir? Ne işle meşgulsün?”
“Kendimi daha önce tanıtmalıydım, size bir kartımı vereyim,” deyince yabancı Ventimore’un uzattığı kartı alıp kemerine sıkıştırdı.
“Bu iş adresim. Mimarım, eğer ne olduğunu bilmiyorsanız evler, kiliseler, sizin kültürünüzde de camiler yapan kişi. Aslında bunlarla da sınırlı değil, kısaca inşa edilebilecek her şeyi