Название | Savaş ve Barış I. Cilt |
---|---|
Автор произведения | Лев Толстой |
Жанр | |
Серия | |
Издательство | |
Год выпуска | 0 |
isbn | 978-625-6865-50-1 |
“Ne münasebet efendim, niçin pek erken olsun ki?” diye cevap verdi kont. “Ya henüz on iki on üç yaşında evlendirilen annelerimize ne diyeceğiz bu durumda?”
“Daha şimdiden Boris’e âşık. Ne dersiniz siz bu işe?”
Kontes’ti konuşan. Tatlı tatlı gülümseyerek Boris’in annesine bakıp da söylemişti bunları. Sonra da kendisini öteden beri kaygılandıran düşünceye cevap verir gibi devam etti:
“Dedim ya demin size; onu biraz katı kurallar içinde yetiştirmiş, ona birtakım şeyleri yasaklamış olsaydım şimdi kuytuda kim bilir neler yaparlardı gizli gizli!”
“Öpüşürlerdi.” demek istemişti kontes. Bir an daldıktan sonra sözlerini şöyle tamamladı:
“Oysa şimdi ne zaman ne yapacağını, ne söyleyeceğini gayet iyi biliyorum. Her akşam uyumadan önce kendisi koşuyor odama ve bütün olup bitenleri ilkin bana anlatıyor. Belki de şımartmış oluyorum onu böylece ama inanıyorum ki böylesi çok daha iyi. Büyük kızımı çok katı kurallar içinde yetiştirdim zira…”
“Gerçekten de ben bambaşka bir şekilde yetiştirildim.”
Güzel, genç Kontes Vera; gülümseyerek söylemişti bunu. Ama bu gülümseyiş, genellikle olduğu gibi yüzünü güzelleştirmemiş; tam tersine doğal olmayan, dolayısıyla da nahoş bir ifade vermişti çizgilerine. Oysa sadece güzel değil, aynı zamanda zeki ve terbiyeliydi de. Kusursuz bir öğrenim görmüştü, üstelik çok tatlı bir sesi vardı. Her şeyden önemlisi, şu söylediği şey -yani bambaşka bir şekilde yetiştirilmiş olduğu- hem doğru hem de yerinde söylenmişti. Gelgelelim -gariptir ya- gerek ziyaretçi hanım ve gerekse bizzat Kontes, genç kızın bunu niçin söylediğini anlamamış gibi baktılar ona. Âdeta huzurları kaçmıştı…
“Büyük çocukların üzerine titremek gelenektendir.” dedi ziyaretçi hanım. “Olağanüstü birer insan olmalarını bekleriz ilk çocuklarımızın hep…”
“İster istemez itiraf etmek gerekiyor, ma chère!” diye atıldı Kont.
“Benim küçük Kontesim, gerçekten de Vera’nın üzerine titredi hep.
Ama ne olmuş yani?”
Vera’ya keyifle göz kırparak tamamladı sözlerini:
“Çok cici bir kız değil mi, şimdi benim büyük kızım!”
Bayan Karagina ve genç kızı, akşam yemeğine gelmeyi vadederek kalkmışlardı. Onları salonun kapısına kadar uğurladıktan sonra “Bu ne biçim nezaket, ey Tanrı’m!” dedi Kontes. “Neredeyse çakılıp kalacaklardı buraya!”
X
Salondan koşarak çıkan Nataşa, kış bahçesine gelir gelmez durmuştu. Salondan gelen seslere kulak kabarttı bir süre. Aslında Boris’in gelmesini bekliyordu. Sabrı tükenmeye başlamıştı bile, delikanlı birazcık daha gecikse ağlayacaktı. Ve tam o sırada Boris’in ayak seslerini işitti. Acele etmeden geliyordu Boris, ne yavaş ne de hızlı.
Bir sıçrayışta tahta çiçek saksılarının arkasına atlayıp gizlendi Nataşa.
Boris, odanın ortasında durmuştu. Çevresine bakındı önce üniformasının kolundaki tozları silerek. Sonra da aynaya doğru ilerleyip biçimli yüzünü incelemeye başladı. Nataşa; pususunda sessiz ve hareketsiz, onu izlemekteydi. Bakalım, ne yapacaktı? Bir süre aynanın karşısında kaldı Boris, gülümsedi kendi kendine ve çıkış kapısına doğru yürüdü. Nataşa seslenip çağırmak istedi onu ilkin ama hemen vazgeçti.
Arasın… dedi içinden.
Boris henüz çıkmıştı ki bir başka kapıdan Sonya girdi içeri. Yüzü kıpkırmızıydı. Hem ağlıyor hem de öfkeyle bir şeyler mırıldanıyordu… Nataşa’nın ilk hareketi, ona koşmak için atılmak olmuştu ama son anda yine tutmuştu kendisini. Böylece pususunda, insanı görünmez kılan sihirli bir şapkanın altına girmiş gibiydi ve dünyada olup bitenleri gözlemekteydi. Bundan da özel bir zevk alıyordu üstelik. Yepyeni bir zevk… Salon kapısına doğru öfkeyle bakarak bir şeyler mırıldanıyordu hep Sonya. Ve kapıda, çok geçmeden Nikolay belirdi. Genç kıza doğru seğirterek “Sonya!” dedi. “Neyin var, ne oldu sana? Böyle davranmak hiç yakışık alır mı?”
Boğulur gibiydi Sonya.
“Hiç… Hiçbir şeyim yok! Bırakın beni lütfen!” diyebildi ancak.
Ve hıçkırarak ağlamaya başladı.
“Var. Ve ne olduğunu biliyorum ben…”
“Biliyorsanız tamam işte! Ne arıyorsunuz burada artık? Onun yanına gidin hadi!”
“Sonyaaa! Bir tek şey söyleyeceğim sadece! Temelsiz bir varsayım uğruna hem kendini hem de beni nasıl üzersin?”
Nikolay, bunları söylerken genç kızın elini ellerinin arasına almıştı.
Nataşa ise hiç kımıldamaksızın ve soluğunu tutarak ışıldayan gözlerle onları izliyordu pususundan. Peki şimdi ne olacak acaba? diye geçiriyordu içinden.
“Sonya, dünyada senden başka hiç kimseye ihtiyacım yok!” diyordu Nikolay. “Benim için bu dünyada sadece sen varsın! Sadece sen, anlıyor musun? Ve ben bunu sana ispatlayacağım.”
“Benimle böyle konuşman hiç hoşuma gitmiyor.”
“Peki öyleyse bir daha yapmam. Tamam mı? Bağışla beni, Sonya!”
Nikolay, bunları söyler söylemez genç kızı kendisine çekip dudaklarından öpmüştü…
Nataşa, İşte bu güzel! dedi kendi kendine ve Sonya ile Nikolay’ın ardından dışarı çıkıp Boris’i çağırdı şeytani bir edayla.
“Benimle birlikte gelin, Boris. Size çok önemli bir şey söyleyeceğim…”
Böylece delikanlıyı kış bahçesinde tahta saksıların arasında gizlendiği yere doğru sürüklüyordu. Boris, hep gülümseyerek izlemekteydi onu. Nataşa durdu nihayet ve delikanlı sordu:
“Nedir söz konusu olan?”
Birden ne yapacağını şaşırmıştı Nataşa. Ne yapması gerektiğini kestiremeksizin çevresine bakındı. Saksılardan birinin üzerine gelişigüzel bırakılmış oyuncak bebeği gördü, uzanarak aldı ve Boris’e uzatarak “Öpün bebeği.” dedi.
Boris, küçük kızın heyecanla ürperen yüzünü dikkatli ve sevgi dolu bakışlarla süzüyordu hiç cevap vermeksizin.
“Demek ki istemiyorsunuz? Öyleyse buraya gelin…”
Bebeği atmış ve çiçeklerin arasına iyice sokulmuştu şimdi. Bir yandan da fısıldıyordu:
“Daha yakına, biraz daha yakınıma gelin!”
Üniformasının kol sırmasından tuttu genç subayı. Kıpkırmızı kesilen yüzünde dinî törenlere katılanlara özgü, korkuyla karışık bir ciddilik dalgalanıyordu. Heyecandan neredeyse ağlayacak bir hâlde ama yine de gülümseyerek güçlükle işitilebilen bir sesle fısıldadı:
“Peki ya beni? Beni de mi öpmek istemiyorsunuz?”
Kızarma sırası bu sefer Boris’teydi.
“Çok tuhafsınız!” diyebildi ancak.
Büsbütün kızarmıştı. Nataşa’ya doğru eğildi ve bekledi, hiçbir şey yapmaksızın…
Bunun üzerine Nataşa saksılardan birinin üzerine sıçradı.