Savaş ve Barış I. Cilt. Лев Толстой

Читать онлайн.
Название Savaş ve Barış I. Cilt
Автор произведения Лев Толстой
Жанр
Серия
Издательство
Год выпуска 0
isbn 978-625-6865-50-1



Скачать книгу

aslı şu: Kont Kiril Vladimiroviç’in şöhretini işitmemiş olan yoktur elbette. Bir söylentiye göre, çocuklarının sayısını bilmezmiş. Ama kesin bir husus var, o da: Kont’un bütün çocukları arasında en fazla Piyer’i sevdiği, en çok ona bağlı bulunduğu.”

      “O ihtiyar hâlinde bile daha geçen yıl ne kadar yakışıklı adamdı!” diye iç geçirdi Kontes. “Hayatımda onun kadar yakışıklı insan, hiç görmedim.”

      Yine Anna Mihailovna sürdürdü konuşmayı:

      “Çok değişti, evet. Birdenbire çöktü âdeta. Ne diyordum? Eveeet. Karısı tarafından Kont’un servetinin mirasçısı, Prens Vasili’dir. Ama kont, söylendiğine göre, Piyer’i herkese tercih ettiğini, onun eğitimiyle bizzat uğraştığını İmparator’a da yazmış; öyle ki zavallı adam birdenbire hayata veda etse -ve bu, her an olabilir diyorlar; nitekim Lorrain’i getirmişler Petersburg’dan- bu muazzam servetin Piyer’e mi yoksa Prens Vasili’ye mi nasip olacağını kimse kestiremiyor. Düşünün bir kere: Tam kırk bin toprak kölesi ve milyonlarca ruble! Ben durumu gayet iyi biliyorum çünkü bütün bunları bana bizzat Prens Vasili anlattı. Ayrıca Kiril Vladimiroviç, anne tarafımdan benim de akrabamdır; nitekim Borisimin vaftiz babası da odur.”

      Basit bir ayrıntıyı belirtir gibi hiç üzerinde durmaksızın eklemişti bu son sözleri. O sırada konuk hanım karıştı konuşmaya:

      “Dün de Prens Vasili Moskova’ya gelmiş. Teftiş gezisindeymiş, bana söylendiğine göre.”

      “Evet ama entre nous,127 bu bir bahane…” dedi Prenses. “Prens, aslında, Kont Kiril Vladimiroviç’in durumunun son derece ağır olduğunu öğrenince onu görmeye geldi.”

      Kont Rostof’unsa aklı hâlâ Petersburg’daki ırmak sahnesinde takılı kalmıştı. Neşeyle gülerek “Bütün her şey bir yana, ma chère…” dedi. “Komiser hikâyesine diyecek yok doğrusu!”

      Konuk hanımın kendisini dinlemediğini görünce de hiç alınmaksızın genç kızlara dönerek devam etti:

      “Adamcağızın o anki yüzünü şöyle bir hayal ediyorum da!..”

      Ve komiserin buzlu ırmakta kollarını nasıl salladığını taklit ederek karnı tok, sırtı pek olanlara özgü gevrek kahkahalarla sarsıla sarsıla güldü yeniden. Hemen ardından da konuk hanıma dönüp “Akşam yemeğine mutlaka bekliyoruz…” dedi.

      VIII

      Bir sessizlik çökmüştü ortalığa birdenbire. Kontes, nazik bir gülümseyişle ziyaretçi hanıma baktı. Onu, müsaade isteyerek kalkıp giderken görürse katiyen üzülmeyeceğini gizlememiş oluyordu böylece. Nitekim konuk genç kız, soran bakışlarını annesine çevirerek giysisinin eteğini düzeltmeye başlamıştı bile…

      İşte tam o sırada, yan odadan salona doğru koşan erkekli kadınlı bir grubun ayak sesleri yükseldi; bir sandalyenin devrilirken çıkardığı gürültü izledi bunu; sonra da kısa muslin etekliğinin içinde bir şey sakladığı anlaşılan on üç yaşlarında bir kız çocuğu, rüzgâr gibi daldı içeri ve salonun ortasında soluk soluğa durdu. Aslında istemeksizin sadece koşusunun hızıyla sürüklenerek oraya kadar geldiği belli oluyordu. Aynı anda kapıda; çilek rengi yakalı bir öğrenci, bir Muhafız Alayı subayı, on beş yaşında bir genç kız ve sırtında küçük bir çocuk ceketi taşıyan kırmızı yanaklı şişman bir erkek çocuğu belirivermişti.

      Derhâl ayağa kalktı Kont ve sallanarak ilerleyip küçük kızın önünde kollarını olanca genişliğiyle açtı:

      “İşte geldi!” diye bağırdı gülerek. “Şenliğin kahramanı geldi! İşte doğum gününü kutladığımız dilber bu, ma chère!”

      Küçük kızını, yapmacık da olsa azarlamak gereğini duydu Kontes:

      “Ma chère, il y a un temps pour tout.”128 dedi sert olmaya çalışıp da beceremeyen bir sesle. Sonra da kocasına dönüp ekledi:

      “Onu hep sen şımartıyorsun, Elie.”129

      Bu arada ziyaretçi hanım araya girdi:

      “Bonjour, ma chère, je vous félicite.”130 dedi küçük kıza.

      Ve hemen Kontes’e dönüp tamamladı sözlerini:

      “Quelle délicieuse enfant!”131

      Simsiyah gözleri, kocaman bir ağzı vardı kızın. Güzel değildi ama hayat doluydu. Hızla koşarken bluzu kaymış ve omuzları ortaya çıkmıştı. Siyah bukleleri karmakarışık bir şekilde arkaya atılmıştı. İncecik kolları çıplaktı. Bacaklarında, iskarpinli ayaklarını açıkta bırakan dantel bir pantolon vardı. Artık çocuk olmaktan çıktığı ama henüz genç kızlığa erişmemiş bulunduğu en sevimli çağını yaşıyordu sözün kısası… Babasının kollarından sıyrılıp annesine doğru koştu ve işittiği azara aldırmaksızın kıpkırmızı kesilmiş küçük yüzünü onun ipek başörtüsüne gömerek kıkır kıkır gülmeye başladı. Eteğinin altından çıkardığı bir oyuncak bebek vardı şimdi elinde ve bir yandan gülüyor, bir yandan da kesik kesik konuşarak bir şeyler anlatıyordu:

      “Görüyorsunuz değil mi şunu?.. Bebek bu… Mimi… Görüyorsunuz işte değil mi?”

      Daha fazla konuşamadı Nataşa. Başını bu sefer de annesinin kucağına gömüp delice gülmeye başlamıştı. Ama öylesine içten bir gülüştü ki bu, salondaki herkes -kendini beğenmiş konuk hanım bile- onunla birlikte basmıştı kahkahayı…

      Kontes, yine yapmacık bir öfkeyle itti Nataşa’yı.

      “Tamam, tamam! Hadi bakalım, al şu canavarını da git artık!”

      Ve konuk hanıma dönüp kızı göstererek “Küçük kızım.” dedi.

      Annesinin başörtüsünün dantelaları arasından bir an yüzünü gösterdi Nataşa. Gülmekten gözüne dolan yaşlarla konuk hanımı tepeden tırnağa süzdükten sonra yine saklandı.

      Bu aile sahnesi karşısındaki hayranlığını sahneye katılarak belirtme gereğini duyan konuk hanım, sordu Nataşa’ya:

      “Söyleyin bakalım, güzelim bana: Nedir bu Mimi sizin için? Kızınız olmalı herhâlde?”

      Kadının bir çocuğun düzeyine inmek için kullandığı bu küçümseyici söz, hiç hoşuna gitmemişti Nataşa’nın; cevap vermeksizin ciddi bakışlarla süzdü kadını.

      Bu arada Prenses Anna Mihailovna’nın subay oğlu Boris, Kont Rostof’un büyük oğlu Nikolay, yeğeni on beş yakındaki Sonya ve küçük oğlu Petruşa’dan oluşan genç kuşak temsilcileri salona yerleşmişlerdi ve tüm varlıklarından taşan canlılık ve neşeyi görgü kuralları içinde zapt etme çabasındaydılar. Hâllerinden öyle anlaşılıyordu ki orada, biraz önce koşturarak gidip kapandıkları dip odalarda kendi aralarında sürdürdükleri sohbet; burada, şehir dedikoduları, hava durumu ve Comtesse Apraksine132 arasında gidip gelen konuşmalardan çok daha eğlendiriciydi. Arada bir göz göze geldiklerinde gülmemek için kendilerini zor tutmalarından da belli oluyordu bu.

      Öğrenci ile subay, çocukluk arkadaşı olan bu iki delikanlı; aynı yaştaydılar ve biribirlerine hiç benzememekle birlikte, pek yakışıklıydılar. Boris; uzun boylu, düzgün ve ince hatlı, sakin ve güzel yüzlü, sarışın



<p>127</p>

“Laf aramızda…”

<p>128</p>

“Her şeyin bir zamanı vardır, güzelim.”

<p>129</p>

İlya.

<p>130</p>

“Bonjur, güzelim; kutlarım sizi.”

<p>131</p>

“Ne şeker çocuk bu!”

<p>132</p>

Kontes Apraksin.