Название | Gora |
---|---|
Автор произведения | Rabindranath Tagore |
Жанр | |
Серия | |
Издательство | |
Год выпуска | 0 |
isbn | 978-605-121-650-8 |
“Demek evimizi biliyorsunuz.” dedi yaşlı adam. “Ne zaman isterseniz…”
“Yani önceden haber vermeden, istediğim zaman…” diye kekeledi Binoy çekingence.
Pareş Babu ayağa kalkarken: “Biz yakın komşuyuz.” dedi. “Ama Kalküta gibi bir kentte yaşadığımız için bugüne kadar tanışma fırsatı bulamadık.”
Binoy konuklarını dışarıya kadar geçirdi ve hiç susmadan konuşan Satiş ile bastonuna dayanarak yavaş yavaş yürüyen Pareş Babu’nun arkasından baktı.
“Daha önce hiç Pareş Babu gibi bir adam görmedim.” diye düşündü.
“İçimden onun ayağının tozunu silmek geliyor. Satiş de çok tatlı bir çocuk! Büyüyünce gerçek bir erkek olacak. Hem çok açık sözlü, hem de zeki.”
Yaşlı adamla oğlan ne kadar iyi olursa olsun, Binoy’un onlara böyle bir saygı ve ilgi duymasının asıl nedeni tabii ki bu değildi. Ama o anda kafası bunu düşünemeyecek kadar karışıktı.
“Bu konuşmanın üzerine, Pareş Babu’nun evine gitmezsem kabalık etmiş olurum.” diye düşündü.
Ama Gora, partisinin ve Hindistan’ın adına: “Dikkatli ol! Oraya asla gitmemelisin!” diye onu uyarmıştı.
Binoy o güne kadar bu partizan Hindistan’ın bütün yasaklarına boyun eğmişti. Bazen ona söylenenlerin doğruluğundan kuşku duymuştu ama buyruklara hiç karşı çıkmamıştı. Şimdi Gora’nın Hindistan’ı ona yalnızca bir düş ürünü gibi görünüyordu ve içinde bir isyan dalgası yükseliyordu.
Hizmetçi öğle yemeğinin hazır olduğunu söylemek için yanına geldi ama Binoy daha banyo bile yapmamıştı. Saat on ikiyi geçmişti, kararlı bir biçimde başını hayır anlamında sallayarak: “Bugün yemeği evde yemeyeceğim, sen gidebilirsin.” dedi ve hizmetçiyi gönderdi. Sonra atkısını bile almadan, şemsiyesini kaptığı gibi sokağa fırladı.
Doğru Gora’nın evine gitti, onun her gün saat on ikide Amherst Sokağı’ndaki Hindu Vatanseverler Birliğinin bürosuna gittiğini ve günün geri kalanında Bengal’deki parti üyelerine onları harekete geçmeye çağıran mektuplar yazdığını biliyordu. Söylevlerini dinlemek isteyen hayranları orada toplanırdı ve sadık yardımcıları ona hizmet etme onurunu kazanmak için orada beklerlerdi.
Tahmininde yanılmamıştı. Gora her zamanki gibi bürosuna gitmişti. Binoy koşarcasına içeri daldı ve Anandamoyi’nin odasına gitti. Anandamoyi yemeğe başlamak üzereydi, yanında ayakta duran Laçmi onu yelpazeliyordu.
“Ne oldu Binoy, senin neyin var?” diye bir çığlık attı Anandamoyi şaşkınlıkla.
“Anneciğim, ben açım.” dedi Binoy onun karşısına otururken. “Bana yiyecek bir şey verin.”
“Kötü bir zamanda geldin!” dedi Anandamoyi kaygıyla. “Brahman aşçı az önce gitti ve sen…”
“Buraya bir Brahman’ın yemeğini yemek için geldiğimi mi sanıyorsunuz?” diye haykırdı Binoy. “Benim de bir Brahman aşçımın olduğunu unuttunuz mu? Ben sizin yemeğinizi paylaşmak istiyorum anne. Laçmi, bana bir bardak su verir misin?”
Binoy suyunu bir dikişte içti, onun için bir tabak daha alan Anandamoyi, büyük bir özenle kendi tabağındaki yemeğin yarısını ona koydu. Delikanlı kıtlıktan çıkmış gibi hepsini silip süpürdü.
Büyük bir üzüntü kaynağından kurtulan Anandamoyi’nin yüzü gülüyordu, onu mutlu gören Binoy da rahatladığını hissetti.
Yemekten sonra Anandamoyi işinin başına geçti. Keya çiçeklerinin kokusu odayı dolduruyordu. Onun ayaklarının dibine oturan Binoy başını koluna dayadı ve bütün dünyayı unutarak eski günlerdeki gibi onunla sohbete daldı.
8
Bu son engeli yıktıktan sonra Binoy’un içinde yeni bir isyan dalgası yükseldi. Evden çıkarken mutluluktan havaya uçuyordu, ayakları yerden kesilmiş gibiydi. Karşısına çıkan herkese, uzun zamandır onun her hareketini kısıtlayan bağlardan kurtulduğunu duyurmak istiyordu.
78 numaranın önünden geçerken, Pareş Babu’nun karşıdan geldiğini gördü.
“İçeri gelin.” dedi Pareş Babu. “Sizi gördüğüme çok sevindim Binoy Babu.” Onu sokağa bakan oturma odasına götürdü. Odadaki küçük masanın bir tarafında arkalıklı ahşap bir bank, öbür tarafında da kamıştan yapılmış iki sandalye vardı. Duvarların birinde İsa’nın renkli bir resmi, diğerinde Keşub Çandra Sen’in fotoğrafı asılıydı. Özenle katlanmış gazeteler, dağılmamaları için kurşun bir ağırlıkla masanın üzerine koyulmuştu. Köşedeki küçük kitaplığın üst rafında Theodore Parker’ın alfabetik sıraya göre dizilen eserleri duruyordu. Kitaplığın üzerinde üstü örtülü bir küre vardı.
Binoy oturdu, arkasındaki kapıdan görmeyi ümit ettiği kişinin girebileceğini düşündükçe kalbi delice çarpıyordu.
Ama Pareş Babu: “Suçarita evde yok.” dedi. “Her pazartesi kızına ders vermek için bir arkadaşımın evine gider. Satiş ile aynı yaşta bir oğulları olduğu için o da ablasıyla birlikte gitti. Onları arkadaşımın evine ben götürdüm, orada oyalansaydım sizinle karşılaşamayacaktık.”
Bu haber Binoy’u hem rahatlattı, hem de hayal kırıklığına uğrattı.
Pareş Babu ile konuşmak insanı sıkmıyordu, Binoy kısa sürede ona bütün yaşam öyküsünü anlattı. Öksüz olduğunu; amcasının, karısıyla birlikte köyde yaşadığını, orada tarımla uğraştığını; iki kuzeniyle birlikte eğitim gördüğünü, sonra büyüğünün bölge mahkemesinin davalarına bakan bir avukat olduğunu, küçüğünün de koleradan öldüğünü söyledi. Amcası Binoy’un yargıç olmasını istemişti ama o yaşam tarzından hoşlanmayan Binoy, günlerini fazla kazanç getirmeyen işler yaparak geçirmeyi yeğlemişti.
Konuşmaları yaklaşık bir saat sürdü. Geçerli bir neden olmadan orada daha fazla kalmasının kabalık olacağını düşünen Binoy ayağa kalkarak: “Küçük dostum Satiş’i göremediğim için üzgünüm.” dedi. “Ona benim geldiğimi söyleyin.”
“Biraz daha beklerseniz onları görebilirsiniz.” diye karşılık verdi Pareş Babu. “Az sonra burada olurlar.”
Öylesine yapılan bu öneriyi kötüye kullanmak Binoy için utanç verici bir şeydi. Pareş Babu biraz üstelese kalabilirdi ama o olgun bir adamdı ve insanlara ısrarla, istemedikleri bir şey yaptırmayı sevmezdi, onun için yaşlı adamla vedalaşmak zorunda kaldı. Ayrılırlarken, Pareş Babu yalnızca: “Tekrar gelirseniz sizi görmekten mutluluk duyacağım.” demekle yetindi.
Binoy’un evde yapacak önemli bir işi yoktu. Gazeteler için yazı yazıyordu ve hepsi onun İngilizcesini çok beğeniyordu. Ama son günlerde kendini işine veremiyordu, masasının başına oturduğunda aklı başka yerlere gidiyordu. Amaçsızca ters yöne doğru yürümeye başladı.
Daha birkaç adım atmıştı ki, “Binoy Babu! Binoy Babu!” diye bağıran bir oğlan çocuğunun tiz sesini duydu ve o yöne baktığında kiralık bir arabadan kendisine el sallayan Satiş’i gördü. Hemen ardından bir sari ile beyaz bir bluzun koluna gözü ilişince arabadaki diğer yolcunun kim olduğunu tahmin etmekte güçlük çekmedi.
Bengal görgü kurallarına göre bir erkeğin arabadan içeri bakması yakışık almazdı. Zaten buna gerek kalmadan Satiş aşağıya atladı ve Binoy’un elini tutarak: “İçeri gelin Binoy Babu.” dedi.
“Şimdi