Название | Beyaz Diş |
---|---|
Автор произведения | Джек Лондон |
Жанр | |
Серия | |
Издательство | |
Год выпуска | 0 |
isbn | 978-625-6865-15-0 |
Ne var ki kurtlardan oluşan dairenin kendisine yaklaşma gibi bir eğilimi vardı. Azar azar, santim santim bir kısmı karınlarının üzerinde ilerleyerek aradaki mesafeyi azaltıyorlardı. O kadar ki neredeyse bir atlayışlık mesafe vardı aralarında. Böyle zamanlarda Henry ateşten odunlar alıp sürüye fırlatıyordu. Her seferinde hızla geri çekiliyorlardı. Olur da içlerinden birine bir parça isabet edecek olursa öfkeli havlamalar ile korkmuş hırlamalar da işitiliyordu.
Sabah olduğunda adam bezgin ve yorgundu. Gözleri uykusuzluktan genişlemişti. Karanlıkta kahvaltısını hazırladı. Saat dokuz olduğunda gün ışığının görünmesiyle beraber kurt sürüsü geri çekildi. Uzun gece boyunca planladığı işi hayata geçirmeye koyuldu. Birkaç genç ağaç keserek oluşturduğu sırıkları çaprazlama bağlayıp ağaçların gövdesinin üzerine yerleştirdi ve bir iskele meydana getirdi. Sonra da halat ve köpeklerin yardımıyla tabutu iskelenin üzerine koydu.
“Bill’i yakaladılar, beni de yakalayabilirler. Ama seni asla yakalayamayacaklar genç adam.” dedi ağaç-mezardaki ölüye seslenerek.
Daha sonra yola koyuldu. Hafiflemiş kızak, istekli köpekler tarafından çekiliyordu. Onlar da iyi biliyorlardı ki Fort McGurry’e ulaştıklarında güvende olacaklardı. Kurtlar artık açıktan takip ediyorlardı. Sakin bir şekilde iki taraftan ilerliyorlardı. Kırmızı dilleri ağızlarından dışarı sarkıyor, zayıf bedenlerindeki kaburgalar görünüyordu her hareket edişlerinde. Aşırı sıska, bir deri bir kemiktiler. O kadar zayıftılar ki Henry karın üzerine öylece yığılmamalarına şaşırıyordu.
Karanlıkta yola devam etmeye cesaret edemedi. Öğle vakti güneş, güney ufuklarını ısıtmanın yanı sıra soluk ve altın sarısı ışıklarıyla ufuk çizgisinin üzerine de uzanıyordu. Bunu bir işaret saydı. Günler uzamaya başlamıştı. Güneş geri dönüyordu. Ancak tam da ışığı gözden kaybolunca kamp kurmaya koyuldu. Soluk gün ışığı ile loş alaca karanlık birkaç saat daha devam edecekti… Henry bu soluk ışıktan faydalanarak bol miktarda odun kesti.
Gece korku ile beraber geldi. Aç kurtlar daha da cesaretlenmekle kalmamış, uykusuzluk Henry’nin daha fazla yorgun düşmesine sebep olmuştu. Omzunda battaniyelerle ateş kenarına çökmüş, baltayı dizlerinin arasına almıştı. Köpekler iki yanında yaslanıyordu. Kendini tutamayarak uyudu. Bir kere uyandığında üç dört metre kadar uzağında sürünün en büyüklerinden bir gri kurdun durduğunu gördü. Ona baktığında hayvanın tembel bir köpek misali gerindiğini, ağzını yayarak esneyerek gözlerinin içine sahiplenmiş bir tavırla baktığını gördü. Sanki kısa süre sonra yiyeceği ertelenmiş bir yemekti.
Bu kendinden emin hâl bütün sürüde hâkimdi. Kendisine aç gözlerle bakan ya da kar üzerinde sakince uyuyan yirmi tane köpek saydı. Sofranın etrafına yayılmış yemek için izin bekleyen çocukları andırıyorlardı. Yiyecekleri yemek de kendisiydi. Yemeğin nasıl ve ne zaman başlayacağını merak etti.
Ateşe odun attığı sırada bedeninin değerini daha önce hiç anlamadığı kadar anladı. Hareket eden kaslarını izleyerek parmaklarının hünerli mekanizmasına dikkat kesildi. Ateş ışığında parmaklarını yavaşça ve sürekli olarak teker teker büküp sonra da hepsini birden gererek açıyor, bazen de bir cismi kavrar gibi bir hareket yapıyordu. Tırnak yapısını inceledi ve parmak uçlarını önce keskin sonra da yumuşakça sinir duyarlılığını ölçmek amacıyla bastırdı. Etkilenmişti. Öylesine hassas, düzgün ve güzelce çalışan vücudunu sevmeye başladı aniden. Sonra da etrafını beklenti içinde saran kurt çemberine korku dolu bir bakış attı. Ani bir darbe alır gibi anladı o an: O muhteşem vücudu, hayatta olan bedeni sadece bir et yığınıydı av peşindeki yırtıcı hayvanlar için. Aç dişleri tarafından parçalanarak bir yiyecek olacaktı onlara. Tıpkı bir geyiğin ya da bir tavşanın zaman zaman kendisi için bir yiyecek olduğu gibi.
Yarı kâbus bir uykudan uyandığında kızılımsı dişi kurdun karşısında olduğunu gördü. İki metre kadar ötesinde karda oturuyor, istekli gözlerle kendisine bakıyordu. Ayaklarındaki iki köpek sızlanıyor ya da hırlıyordu ama dişi kurt onları önemsemedi. Adama bakıyordu. O da bu bakışa bir süreliğine karşılık verdi. Dişi kurtta tehditkâr bir şey yoktu. Ona sadece büyük bir istekle bakıyordu. Ancak Henry biliyordu ki bu muazzam bir açlığa denk bir isteklilikti. Kendisi yemekti ve görüntüsü tat alma duyularını harekete geçiriyordu. Ağzı açıktı, salyaları dışarı akarken dudaklarını beklentinin verdiği hazla yalıyordu.
Adamın içinden korku dolu bir his geçti. Ona atmak üzere yanan bir oduna uzandı derhâl. Ancak oduna ulaşıp da parmaklarını geçirmeden dişi kurt geriye doğru sıçrayarak güvenli bir mesafeye sıçradı. Henry kendisine bir şeyler atılmasına alışkın olduğunu anladı. Hırlayarak geriye çekildiğinde beyaz dişlerini köklerine kadar gösterdi. İstekliliği yok olurken yerini adamı ürküten vahşi bir kötülüğe bırakıyordu. Elindeki oduna baktı ve parmaklarının ne kadar hünerli bir şekilde kavradığını gördü. Yüzeydeki düzensizliklere nasıl uyum sağladıklarına, kaba odunun altında ve üstünde nasıl kıvrıldıklarını gördü. Odunun yanan kısmına yakın küçük parmağı sıcaktan acı çekip nasıl da hassas ve otomatik bir şekilde daha soğuk bir kısmı tutmaya başlamıştı öyle. Bir anda o hassas ve narin parmakların dişi kurdun beyaz dişleri ile ezilip parçalandığını görür gibi oldu. Kullanım ömrü artık belirsiz vücuduna hiç böyle sevgi duymamıştı.
Bütün gece boyunca yanan odunlarla mücadele etti aç sürüyle. Kendine hâkim olamayarak uyuyakaldı. Yanındaki köpeklerin sızlanmaları ve hırıltıları uyandırdı onu. Sabah olduğunda gün ışığı ilk kez sürüyü dağıtmayı başaramadı. Onların gitmesini beklemesi boşunaydı. Kendisinin ve ateşin etrafında bir çember hâlinde durmaya devam ettiler. Öylesine kibirli bir sahiplenme tavrı ortaya koyuyorlardı ki gün ışığının getirdiği cesareti sarsıldı.
Yola çıkmak için çaresiz bir hamle yaptı. Ancak ateşin güvencesinden ayrılır ayrılmaz kurtlardan en gözü pek olanı ileri doğru sıçradı. Ancak kısa bir sıçrayıştı bu. Geri çekilerek kurtardı kendini Henry. Dişlerini kalçalarına geçirmesine on beş santim kalmıştı. Sürünün geri kalanı üzerine hücum ediyordu. Sağa sola yanan odun atarak uygun bir mesafeye çekilmelerini sağlıyordu.
Gün ışığında dahi ateşin yanından ayrılıp odun kesmeye cesaret edemedi. Altı metre kadar ileride kocaman ölü bir ladin ağacı vardı. Günün yarısını kamp ateşini ağacın yanına yaklaştırmakla harcadı. Düşmanlarına atmak üzere yarım düzine kadar odun parçası tutuyordu elinde sürekli. Ağaca ulaştığında en çok odunun olduğu kısma düşmesini sağlamak için etrafını inceledi.
Uyku ihtiyacının etkisini daha fazla şiddetlendirmesinin dışında gece, bir öncekinin aynısıydı. Köpeklerinin hırlamaları etkisini yitiriyordu. Ayrıca her zaman hırladıklarından duyarsızlaşmış ve uyuşuk duyuları seslerinin değişik tonlamalarını ve yoğunluğunu dikkate almıyordu. Ürpererek uyandı. Dişi kurt, bir metreden daha az bir mesafedeydi. Mekanik bir hareketle eline aldığı odunu kısa mesafeden açık ve hırlayan ağzına soktu. Acıyla haykırarak geri çekildi. Yanan etinin ve kürkünün kokusunun tadını çıkarırken altı metre kadar ötede kafasını sallayıp öfkeyle kükrediğini gördü.
Fakat bu kez uykuya dalmadan önce sağ eline yanan bir çam dalı bağladı. Gözlerini kapattıktan birkaç dakika sonra yanan etinin acısıyla uyandı. Birkaç saat boyunca böyle devam etti. Bu şekilde her uyandığında yanan odunlarla kurtları püskürttü, ateşi harladı ve eline yeniden çam dalı bağladı. Her şey yolunda gitse de bir