Doksan Üç. Виктор Мари Гюго

Читать онлайн.
Название Doksan Üç
Автор произведения Виктор Мари Гюго
Жанр
Серия
Издательство
Год выпуска 0
isbn 978-625-6485-90-7



Скачать книгу

Zincir kayışının cıvatasını iyice sıkamamış ve bu yüzden dört ayaklı top arabasını zapt edememişti. Top arabasının gövdesi ve alt kısmı yerinden oynamıştı, bu yüzden zincir kırılmış ve bütün düzeni bozulmuştu. Kopan ipler yüzünden arabanın üstündeki top sağlam durmuyordu. Geri tepmeyi engelleyen sabit zincir kullanılamaz hâle gelmişti. Geminin yan tarafına bir dalga çarpınca da olan olmuştu: Yeterince emniyete alınmamış, geri çekilmiş ve zincirini kırmış olan top, güvertede tehditkâr bir şekilde dolaşmaya başlamıştı. Bir cam bölmeden aşağıya doğru kayan bir su damlası düşünün, işte bu tuhaf kayış da buna benziyor.

      Topun bağları gevşeyip koptuğunda, topçular da deponun içindeydi; tek tek ya da gruplar hâlinde geminin harekete geçmesini bekliyorlardı. Darbeyle öne doğru fırlayan top arabası bir grup adama çarptı ve ilk vuruşta dördünü öldürdü; sonra, yuvarlanarak geri fırladı, talihsiz bir beşinci adamı ikiye ayırdı. Ve iskele tarafındaki bir topa çarparak topu parçalarına ayırdı. Duyulan acılı çığlığın sebebi buydu. Bütün erkekler merdivene koştu. Silah deposu göz açıp kapayıncaya kadar boşaltılmıştı.

      Canavar silah kendi başına kaldı. Hem kendisinin hem de geminin efendisiydi artık. Dilediğini yapabilirdi. Savaşta bile gülmeye alışkın tayfa şimdi tir tir titriyordu. Tarif edilemeyecek bir dehşet içindeydiler.

      Kaptan Boisberthelot ve yardımcısı Vieuville, her ne kadar cesur adamlar olsalar da merdivenin tepesinde kalakalmışlardı. Her ikisinin de beti benzi atmış, güverteye öylece bakıyorlardı. Biri dirseğiyle onları yana itip aşağı indi. Bu az önce hakkında konuştukları yolcu, “köylü” adamdı.

      Merdivenin son basamağına ulaştıktan sonra durdu.

      V

      VIS ET VIR 7

      Top güvertede bir ileri bir geri yuvarlanıyordu. Kıyametin yaşayan atlısı gibiydi. Güvertede sallanan gemici feneri de bu gösteriye loş bir ışık ve gölge ekliyordu. Topun ana hatları sabit durmadığı için belli belirsizdi; üzerine ışık vurduğunda siyah görünüyordu, karanlıkta ise üzerinde soluk yansımalar oluşuyordu.

      Hâlâ gemiyi yerle bir etmenin peşindeydi. Şimdiden dört topu daha paramparça etmişti. Gemi tarafında ise iki yarık açmıştı. Neyse ki bu yarıklar su seviyesinin üzerindeydi ve su ancak sert hava koşullarında içeri sızabilirdi. Top çılgınca kiriş tarafına doğru koştu. Dayanaklı destek direniyordu. Ama kıvrımlı ahşap kiriş her ne kadar dayanıklı olsa da dört bir yanı kuşatmış bu muazzam saldırının altında çatırdıyordu. Her yeri ele geçirmiş bu saldırı gerçekten de dehşet vericiydi.

      Şişede sallanan bir mermi bile bu kadar hızlı ve keskin sesler üretemezdi. Top arabası dört tekerleğiyle ölü bedenlerin üzerlerinden geçiyor, onları kesip parçalara ayırıyordu. Beş ceset sağa sola yuvarlanan bavullar hâline gelmişti. Ölülerin başları sanki haykırıyordu. Gemi sallandıkça güverte kan gölüne döndü. Birkaç yerinden hasar gören tavan çökmeye başlamıştı. Geminin her yerinde korkunç bir kıyamet kopuyordu.

      Soğukkanlılığını hızla geri kazanmış olan kaptan dizginleri eline aldı. Bu kızgın topun öfkesini hafifletebilme ve saldırıyı kontrol altına alabilme umuduyla her şeyi ambar ağzından atma emri vermişti; şilteleri, hamakları, yedek yelkenleri, halat bobinlerini, mürettebatın çantalarını ve korveti dolduran sahte banknot balyalarını; İngiliz kökenli banknot sahteciliği savaşta mübahtı.

      Ama bu paçavralar ne fayda sağladı? Kimse onları düzenlemek için aşağı inmeye cesaret edemedi ve birkaç dakikada hiçbirinden eser kalmamıştı.

      Deniz bu kazayı daha da hiddetlendirdi. Esasen bir fırtına kopsa topu devirir, havada kalan dört tekerlek kolayca hâkimiyet altına alınırdı. Derken kargaşa daha da arttı. Direklerde, geminin omurgasına sağlam bir şekilde yerleştirilmiş sütunlar gibi duran ve geminin birkaç güvertesini delen yarıklar ve kırıklar vardı. Arka direk çatlamış ve hatta ana direk bile topun sarsıcı darbeleri nedeniyle hasar görmüştü. Depo kendini imha etmeye devam ediyordu. Otuz toptan onu işe yaramaz hâle gelmişti. Yan taraftaki yarıklar büyümüş ve gemiye su sızmaya başlamıştı.

      Silah güvertesine inen yaşlı yolcu, merdivenlerin dibinde bir heykel gibi hareketsiz durmuş olan bitene bakıyordu. Güverteye bir adım daha atmak imkânsızdı.

      Özgürlüğünü ilan etmiş topun her bir zıplayışı geminin sonunu hazırlıyordu. Birkaç dakika daha ve sonra gemiden kalan tek şey bir enkaz olacaktı. Ya bu deveyi gütmeli ya da bu diyardan gitmeli: Bu ölüm kalım meselesinde nihai bir karar almaları gerekiyordu. Ama ne?

      Ne savaşçı bir top ama!

      Bu çılgın yaratık durdurulmalı, bu şimşek zapt edilmeli, bu yıldırım ezilmeli.

      Boisberthelot, Vieuville’e şunları söyledi:

      “Tanrı’ya inanıyor musun, şövalye?”

      “Hem evet hem hayır, yani bazen!” diye yanıtladı La Vieuville.

      “Ya fırtına zamanında?”

      “Evet ve bunun gibi anlarda.”

      “Gerçekten bizi Tanrı’dan başkası kurtaramaz şu an.” dedi Bois-berthelot.

      Herkes sessizdi, ortalığı top arabasının korkunç gürültüsüne bırakmışlardı.

      Gemiye çarpan dalgalar bir yandan, içerideki topun darbeleri diğer yandan, tıpkı sırayla vuran bir çift çekiç gibiydiler.

      Birdenbire, oradan oraya kaçan topun çizdiği geçilemez çemberin ortasında bir adam belirdi. Elinde demir bir çubuk tutuyordu. İhmaliyle kazaya neden olan suçlu ve felaketin yazarı, toptan sorumlu baş topçuydu bu. Başlattığı işi bitirmeye, sebebi olduğu hatayı onarmaya çalışıyordu. Bir elinde bir top manivelası, diğerinde de ilmikli bir dümen halatı tutarak ambar ağzından aşağıdaki güverteye girmişti.

      Sonra korkunç bir mücadele başladı; devasa bir gösteri, top ve topçu arasındaki bir savaş, akıl ve maddenin yarışı, insanla cansız arasında bir düello. Adam köşede durmuş, bir elinde levhayı, diğer elinde halatı tutmuş bir hâlde desteğe yaslanmıştı. Hareketsiz ve mosmor hâliyle oldukça acıklı görünüyordu. Bacakları sanki iki çelik sütunmuş gibi sağlam duruyordu.

      Topun kendisine yaklaşmasını bekliyordu.

      Topçu malını tanıyordu ve sanki top da onu tanımalıymış gibi hissetti. Çünkü uzun süredir birlikteydiler. Çok defa elini topun ağzına sokmuştu. Onun evcil canavarıydı. Sanki köpeğiymiş gibi topla konuşmaya başladı. “Gel.” dedi. Muhtemelen onu seviyordu da.

      Gelmesini diliyordu dilemesine ama gelmesi demek onun sonu demekti. Sorun şu ki, ezilmekten nasıl kaçacaktı? Hepsi dehşet içinde adamı izliyordu.

      Güvertede durup iki savaşçıyı sert bir şekilde seyreden yaşlı adam dışında herkes nefesini tutmuştu.

      Kendisinin de ezilme tehlikesi vardı ama buna rağmen yerinden kıpırdamıyordu.

      Bu savaşı altlarındaki kör deniz yönetiyordu. Topçu, bu korkunç göğüs göğüse mücadeleyi kabul etmiş ve topa meydan okumak için yaklaşmışken, kabaran deniz bir an durulur gibi oldu ve topu da bir an için olduğu yere sabitledi. “Haydi!” dedi adam. Top, sözünü dinliyor gibiydi.

      Aniden ona doğru sıçradı. Adam hızla yana çekildi. Sonra mücadele başladı. Duyulmamış bir savaştı bu; kurşun geçirmez ile çıtkırıldım karşı karşıyaydı. Tunçtan yapılma canavara kafa tutan bir beşer; birinde güç var, diğerinde ise ruh.

      Bütün bunlar gecenin gölgesinde yaşanıyordu. Silik bir mucizenin



<p>7</p>

(Lat.) Güç ve insan. (ç.n.)