Название | Vampir Öyküleri |
---|---|
Автор произведения | Артур Конан Дойл |
Жанр | |
Серия | |
Издательство | |
Год выпуска | 0 |
isbn | 978-625-99846-0-5 |
El sıkıştık ve bundan sonra uzunca bir süre konu hakkında düşünmedim.
Bayan Northcott ile ilgili anlatacağım bir sonraki olay pek hoş olmamasına rağmen, onunla ilgili her şeyi açıkça ortaya koymak için bunu yapmak zorundayım. Bu anlatacaklarım ileride yaşanacaklara ışık tutacağı için, mümkün olduğunca açık ve ayrıntılı olmaya çalışacağım. Kuzenimle yaptığımız bu konuşmadan birkaç ay sonra, soğuk bir gecede, katıldığım bir toplantıdan eve dönerken, şehrin en ücra sokaklarından birinden geçiyordum. Saat oldukça geç olmuştu ve ben meyhanelerden birinin kapısı önünde toplanmış birkaç ayyaşın arasından geçmeye çalışıyordum. Bu arada biri aralarından fırlayarak önüme çıktı ve sarhoş bakışlarla elini bana uzattı. Gaz lambasının ışığında yüzü tamamen aydınlandığında, büyük bir şaşkınlıkla karşımda duran bu adamın, bir zamanlar okulun en şık giyinen ve en popüler gençlerinden biri olan Archibald Reeves olduğunu fark ettim. Hayrete düşmüş olsam da, bu yüzü tanımamak mümkün değildi. Şimdi alkolün etkisiyle şişmiş olsa da, hâlâ eski etkileyici hatları görmek mümkündü. Sadece bir geceliğine de olsa onu kurtarmaya karar verdim.
“Merhaba, Reeves!” dedim. “Hadi benimle gel, sizin tarafa doğru gidiyorum.”
Durumuyla ilgili tutarsız bir şeyler mırıldanarak benden özür diledi ve koluma girdi. Beraber kaldığı yere doğru yürürken durumunun sadece bir gecelik sarhoşluktan ibaret olmadığını fark ettim. Uzun süredir devam eden bu aşırılık hem sinirlerini hem de aklını etkilemeye başlamıştı. Elleri kuru ve sıcaktı ve kaldırıma düşen her gölgeden irkilerek korkar olmuştu. Konuşurken kendi kendine sayıklıyordu, bu sayıklamalar bir sarhoşunkinden çok, aklını yitirmek üzere olan bir adamın anlamsız sayıklamalarıydı.
Onu evine götürdüğümde giysilerinin bir kısmını çıkarmasına yardım ettim ve onu yatağına yatırdım. Nabzı oldukça hızlı atıyordu ve ateşi çıkmış gibiydi. Kendinden geçmiş görünüyordu; bu yüzden odadan çıkıp ev sahibesiyle konuşmaya, ona göz kulak olmasını istemeye karar verdim. Aniden doğrularak, beni kolumdan yakaladı.
“Gitme,” diye sızlandı. “Burada olduğun zaman kendimi güvende hissediyorum. Sen buradayken O’ndan korkmuyorum.”
“O’ndan mı?” dedim. “Kimden?”
“O kadından! O’ndan!” diye huysuzca yanıtladı beni. “Ah, O’nu tanımıyorsun. Şeytanın ta kendisi o. Güzel. Çok güzel!
Ama bir şeytan!”
“Ateşin var ve kendinde değilsin. Biraz uyumayı dene. Uyandığında daha iyi hissedeceksin.”
“Uyumak?” diye homurdandı. “Karanlıkta yatağımın ucunda oturduğunu ve o muhteşem gözlerle sürekli beni izlediğini gördüğüm hâlde nasıl uyuyabilirim? Sana söylüyorum, içimdeki tüm erkekliği ve gücü benden çekip alıyor. Bu yüzden içiyorum. Tanrı yardımcım olsun. Şimdi de yarı sarhoşum!”
“Sadece çok hastasın,” dedim şakaklarını biraz sirkeyle ovarak. “Bu yüzden sanrılar görüyorsun. Söylediklerinin farkında değilsin.”
“Evet, farkındayım,” diye sertçe yanıtladı bana bakarak. “Ne söylediğimin farkındayım. Bunu başıma ben sardım. Bu benim tercihimdi. Ama aksini kabul edemedim. Ah, Tanrı’m, bunu yapamadım. Ona olan sadakatimi devam ettiremedim. Bir adamın yapabileceğinden çok fazla bu!”
Yatağının bir yanında, alevler içindeki elini avuçlarımın arasında tutarak oturdum ve söylediklerini düşündüm. Bir süre sessizce yattı, sonra gözlerini bana doğru çevirerek ağlamaklı bir sesle, “Neden beni daha önce uyarmadı?” diye fısıldadı. “Neden ben onu sevmeyi öğrenene kadar bekledi?”
Bu cümleyi birkaç kez tekrarladı, bir yandan da ateşler içindeki başını sağa sola sallıyordu. Sonunda yorgun düşerek rahatsız bir uykuya daldı. Odadan çıktım ve ona iyi bakılacağından emin olduktan sonra oradan ayrıldım. Ancak izleyen günler boyunca sözleri kulaklarımda yankılanıp durdu ve bundan sonra yaşanacaklar düşünüldüğünde, bu sözler daha da derin bir anlam kazandı.
Arkadaşım Barrington Cowles yaz tatili için uzaktaydı ve birkaç ay boyunca ondan haber alamadım. Ancak kış ayları yaklaştığında, ondan Northumberland Sokağı’ndaki eski odamızı tekrar kiralamamı ve hangi trenle geleceğini bildiren bir telgraf aldım. Onu karşılamaya gittiğimde arkadaşımı son derece sağlıklı ve keyifli görmek beni memnun etti.
“Bu arada,” dedi aniden, şömine başında oturmuş yaz tatilinde neler yaptığımızdan bahsederken. “Beni hâlâ tebrik etmedin!”
“Hangi konuda, dostum?” diye sordum.
“Ne! Yani nişanlandığımı duymadığını mı söylüyorsun?”
“Nişan mı? Hayır!” dedim şaşkınlıkla. “Ama bunu duyduğuma çok sevindim, seni tüm kalbimle tebrik ediyorum.”
“Bunu nasıl duymadığını merak ediyorum,” dedi. “Çok ilginç bir tesadüf aslında! Akademinin açılışında çok beğendiğimiz o kızı hatırlıyor musun?”
“Ne!” diye haykırdım. Kalbimde aniden büyük bir endişe belirmeye başladı. “Bana O’nunla nişanlandığını mı söylüyorsun?”
“Şaşıracağını düşünmüştüm,” dedi. “Peterhead, Aberdeenshire’da yaşlı teyzemin yanında kaldığım sırada Northcottlar da ziyaret için oradaydılar. Ortak tanıdıklarımız olduğu için de kısa süre sonra tanıştık. İlk önce nişanlı oluşu hakkındaki endişelerimin boşuna olduğunu öğrendim. Sonrasında ise, eh, Peterhead gibi bir yerde onun gibi bir kızla birlikte olduğunda sonrasında neler olabileceğini benim anlatmama gerek yok sanırım. En önemlisi,” diye ekledi, “Aptalca ve sabırsızca bir şey yaptığımı düşünüyordum. Ama bir an bile yaptıklarımdan pişman olmadım. Kate’i tanıdıkça ona daha çok hayran oluyorum ve onu daha çok seviyorum. Yine önce onunla tanışman gerek, böylece onun hakkında kendin karar verebilirsin.”
Mümkün olduğu kadar sevinmiş görünerek buna çok memnun olacağımı söyledim, ancak içten içe büyük bir endişe hissediyordum. Reeves’in sözleri ve genç Prescott’ın talihsiz kaderini hatırladıkça, bunun için elimde belli bir kanıt olmasa bile, o kadına karşı derin bir güvensizlik ve korku beni ele geçirdi. Belki de bu aptalca bir ön yargıydı ya da boş bir batıl inanç. Hatta belki benim çılgın teorilerime uyması için, istemeyerek de olsa, onun söylediklerini ve yaptıklarını biraz çarpıtmış olabilirim. En azından anlattıklarımı açıklamak için bazılarının iddiaları buydu. Eğer birazdan anlatacağım gerçeklere rağmen bu düşüncelerini devam ettirebiliyorlarsa, o hâlde böyle düşünmeye devam edebilirler.
Birkaç gün sonra arkadaşımla beraber Miss Northcott’ı görmeye gittik. Abercrombie’den aşağı doğru yürürken acı içinde bir köpek havlaması duyduğumuzu hatırlıyorum; sonunda sesin gitmekte olduğumuz evden geldiği ortaya çıktı. Bizi üst kata aldılar ve burada Bayan Northcott’un teyzesi Bayan Merton ve genç hanımefendinin kendisiyle tanıştırıldım. Her zamanki gibi güzel görünüyordu ve ona bakınca arkadaşımın bu kadına neden âşık olduğunu anlayabiliyordum. Yüzü her zamankinden biraz daha pembeleşmişti ve elinde biraz önce acı inlemelerini işittiğimiz küçük bir İskoç Teriyeri’ni cezalandırmak için kullandığı kalın bir köpek kamçısı tutuyordu. Zavallı hayvan duvarın kenarına sinmiş acıyla inliyordu, belli ki iyice korkmuştu.
“Ee, Kate,” dedi arkadaşım yerlerimize oturduktan sonra, “Yine Carlo ile mi uğraşıyorsun?”
“Bu