Ölü Canlar. Николай Гоголь

Читать онлайн.
Название Ölü Canlar
Автор произведения Николай Гоголь
Жанр
Серия
Издательство
Год выпуска 0
isbn 978-625-6862-73-9



Скачать книгу

soğuk, keyifsiz ve sıkıcı yüksek rütbeliler arasında, hayatında bir kere olsun karşısına çıkacak, onda şimdiye kadar hissetmediği duygular uyandıracak bir olay gelmiştir insanın başına. Hayatımızın her yerine işlenen hüznün arasından; ışık saçan altın koşumlu, pırıl pırıl camlı, göz kamaştıran atların çektiği bir arabanın dörtnala giderkenki harikulade görüntüsü karşısında; daha önce çiftçilerin yük arabalarından başka bir araba görmemiş, kulakları sağır olmuş fakir köylülerin, ellerinde kasketleriyle ağızları beş karış açık, öylece dikildikleri gibi parıldayan bir neşe geçip gider hızlıca. İşte tıpkı bu şekilde sarışın kız da hikâyemize beklenmedik bir şekilde girdi ve gözden kayboldu. Çiçikov’un yerinde o sırada yirmili yaşlarında, süvari, öğrenci ya da hayata yeni atılmış bir genç olsaydı vay hâline! Aklında ne fikirler uyanır, içi nasıl kıpır kıpır eder, ona neler neler söylemezdi! Uzun bir süre olduğu yerde donup kalır; yolu, geç kaldığı için onu bekleyen azarı, kendisini, görevini, dünyayı, var olan her şeyi unutup boş yere uzakları seyreder dururdu.

      Ama kahramanımız orta yaşlıydı, ihtiyatlı ve soğuk bir mizacı vardı. O da düşüncelere dalmıştı ama onun düşünceleri içgüdüsel değildi, hatta oldukça sağlam düşüncelerdi. “Çok güzel bir kızdı!” dedi tütün kutusunu açıp enfiyesini çekerken. “Ama onu bu kadar güzel yapan şey neydi ki? Belli ki yatılı bir okuldan ya da enstitüden yeni çıkmıştı. Onda henüz kadınlara özgü bir şeyler, yani tatsız özelliklerin hiçbiri yoktu. Çocuk gibiydi, onun için her şey çok kolaydı. Düşündüğünü söyler, gülmek istediği zaman gülerdi. Bu kızın içinden her şey çıkabilirdi; bir mucizeye de dönüşebilirdi, iğrenç bir kadına da! Hem de ne iğrenç! Aman anneciğiyle teyzecikleri onunla ilgilenmeye başlamasınlar! Bir yılda onu öyle şeylerle doldururlar ki öz babası gelse tanıyamaz onu. Nereden geldiği belli olmayan bir kibir ve resmiyet çöker üstüne, verilen talimatlara göre hareket etmeye başlar; kiminle, nasıl ve ne kadar konuşması gerektiğine kafa yorar; her an gerektiğinden fazla bir şey söylemekten korkar ve en sonunda da hayatı boyunca yalan söyler ve kim bilir nasıl bir yaratığa dönüşür!”

      Çiçikov bir süre sustuktan sonra: “Kimin kızıydı acaba? Babası kimdir? Saygıdeğer, zengin bir toprak beyi midir; yoksa memuriyetten yüklüce bir para elde etmiş, sevilip sayılan biri mi? Bu kızın iki yüz bin rublelik drahoması34 varsa çok hem de çok güzel bir parça sayılabilirdi. Düzgün bir adamı mutlu etmeye yeterdi bu.” dedi. İki yüz bin ruble kafasında öyle çekici bir şekilde canlanmıştı ki arabanın etrafındaki uğraşlar devam ederken arabacıya, götürdükleri kızın kim olduğunu sormadığı için içten içe hayıflanıyordu. Ne var ki çok geçmeden Sobakeviç’in görünmeye başlayan köyü, onun bu düşüncelerini dağıttı ve her zamanki konusuna geri döndü.

      Köy ona oldukça büyük görünmüştü; sağda ve solda birer kanat gibi açılmış, biri daha açık diğeriyse daha koyu, huş ve çam ağaçlarından oluşan iki orman vardı. Bu ormanların arasında asma katlı, kırmızı çatılı ve koyu gri ya da daha doğrusu soluk renkli duvarları olan ahşap bir ev görünüyordu. Ev, askerlerin ve Alman göçmenlerin kaldıkları yerlere benziyordu. Evin inşası sırasında mimarla ev sahibinin zevkinin devamlı çatıştığı belli oluyordu. Belli ki mimar kılı kırk yaran biriydi ve her şeyin simetrik olmasını istiyordu, ev sahibiyse rahatına düşkündü. Bunun sonucunda da evin bir tarafındaki bütün pencerelerin üstüne tahtalar çakılarak kapatılmış ve onların yerine, büyük ihtimalle çok daha fazla işine yarayacak olan karanlık kiler için küçük bir pencere kalmıştı. Mimar ne kadar çırpınırsa çırpınsın alınlık35 da evin ortasına denk gelememişti çünkü ev sahibi yan taraftaki bir kolonun çıkartılmasını buyurmuş, bu yüzden de daha önceden kararlaştırıldığı gibi geriye dört değil üç kolon kalmıştı. Avlu sağlam ve aşırı kalın ahşap çitlerle çevrilmişti. Belli ki toprak beyi dayanıklı olsun diye epey bir uğraşmıştı. Ahırlar ve mutfak için öyle ağır ve kalın tomruklar kullanılmıştı ki bir asır boyunca ayakta durabilirlerdi. Köylülerin ahşap kulübeleri de şaşkınlık verecek kadar iyi yapılmıştı. Düz duvara yontulmuş obruklar, oymalı motifler ya da başka bir işleme yoktu ama gerektiği gibi pek sağlam inşa edilmişlerdi. Hatta oradaki kuyu bile yalnızca değirmen ve gemi yapımında kullanılan sapasağlam tomruklardan yapılmıştı. Kısacası Çiçikov’un gördüğü her şey dayanıklı, sağlamdı ve sarsılmaz, hantal bir düzen içindeydi. Araba evin girişine yaklaşırken Çiçikov pencereden neredeyse aynı anda iki yüz birden gördü. Kafasına bir başlık takmış, salatalık gibi zayıf, uzun bir kadın yüzü ile Moldova kabakları gibi yuvarlak, tombul bir erkek yüzüydü. Rus topraklarında “gorlyanka” denen bu kabaktan, yirmili yaşlarındaki delikanlıların süsü ve eğlencesi olan iki telli, hafif bir balalayka yapılırdı; delikanlılar bembeyaz göğüslü, bembeyaz boyunlu genç kızlara göz kırpıp ıslık çalarak hafif hafif tıngırdatırdı balalaykalarını. Bu iki yüz de hemencecik kaybolup gitti. Giriş kapısından, üzerinde dimdik duran mavi yakalı gri kabanıyla uşak çıktı; Çiçikov’a, daha sonrasında ev sahibinin de geldiği sofaya kadar eşlik etti. Misafirini görünce kesik kesik, “Buyurun!” dedi ve onu evin içine götürdü.

      Çiçikov göz ucuyla Sobakeviç’e bakınca ev sahibi bu sefer ona orta boy bir ayı gibi geldi. Bu benzerliği tamamlamak için tam bir ayı postu renginde frakı, uzun kolları, uzun pantolonu vardı; adımlarını yana açarak atar ve devamlı başkalarının ayaklarına basardı. Yüzünün rengi yanıp kavrulmuş bakır beş kapiklikler gibiydi. Dünyada, doğanın süslemek için çok az zaman harcadığı, eğe ya da burgu gibi hiçbir alet kullanmadan yalnızca baltayı omuzunun üzerinden kaldırıp vurarak yaptığı bazı insanlar vardır. Baltasını bir vurdu mu burun ortaya çıkar, bir kez daha vurur, dudaklar oluşur, büyük bir matkap ucu da kazıp gözleri çıkarır ortaya ve başka hiçbir yerini kazımadan “Yaşıyor!” diye gönderi-verilir dünyaya. İşte Sobakeviç’in de böyle sağlam ve hayret verici kaba bir görünüşü vardı. Aşağı eğik bir şekilde tuttuğu boynunu hiç oynatmazdı, bu yüzden konuşan kişiye çok nadir bakardı ama gözü her zaman ya sobanın köşesinde ya da kapıda olurdu. Çiçikov, yemek odasına gittiklerinde ona bir kez daha yan gözle baktı. Ayı! Tam bir ayıydı! Adının Mihail Semyonoviç olması da çok garip bir benzerlikti. Başkasının ayağına basma alışkanlığını bildiğinden Çiçikov, kendi adımlarını oldukça dikkatli seçti ve Sobakeviç’in önden gitmesi için ona yol verdi. Ev sahibi, kendisi de bu kusurunun farkında olacak ki: “Size rahatsızlık vermedim ya?” diye sordu. Ama Çiçikov henüz böyle bir rahatsızlık vermediğini söyleyerek teşekkür etti.

      Misafir odasına girdiklerinde Sobakeviç koltuğu gösterip bir kez daha “Buyurun!” dedi. Koltuğa oturan Çiçikov duvarlara ve üzerinde asılı olan tablolara göz gezdirdi. Hepsi yiğit Yunan komutanlarının tam boy gravürleriydi: Kırmızı pantolonu ve üniforması, burnunun üstündeki gözlüğüyle Mavrokordatos, Miaoulis ve Kanaris36 resmedilmişti. Tüm bu kahramanların öyle kalın baldırları ve olağanüstü bıyıkları vardı ki insanı bir titreme alıyordu. Güçlü kuvvetli Yunanların arasında nereden ve ne diye çıktı bilinmez; çok zayıf, incecik komutan Bagration, aşağısında minik bayraklar ve toplarla, dapdar bir çerçeve içinde öylece duruyordu. Onu, tek bir bacağı günümüzdeki kurumlu salon beyefendilerinin gövdelerinden daha kalın olan, kadın bir Yunan kahraman Bobelina37 izledi. Kendisi de oldukça sağlıklı ve sağlam olan ev sahibi, odasını da tıpkı kendisi gibi insanlarla süslemek istemişti. Bobelina’nın yanında, tam da pencerenin dibinde, içinde Sobakeviç’e çok benzeyen, beyaz benekli, bir karatavuğun göründüğü bir kafes asılıydı. Misafir ve



<p>34</p>

Hristiyan ve Musevilerde gelinin damada verdiği para ya da mal. (ç.n.)

<p>35</p>

Yapılarda cephe süsü. (ç.n.)

<p>36</p>

Yunanların Türk boyunduruğundan kurtulmak için verdikleri ulusal savaş dönemindeki komutanları. (ç.n.)

<p>37</p>

Aynı savaşta yer alan kadın çeteci kahraman. (ç.n.)