Ölü Canlar. Николай Гоголь

Читать онлайн.
Название Ölü Canlar
Автор произведения Николай Гоголь
Жанр
Серия
Издательство
Год выпуска 0
isbn 978-625-6862-73-9



Скачать книгу

bir şey kalmamıştı. İlk önce bakla kırı28 ve kahverengi iki kısrağın, bir de doru aygırın olduğu ahıra bakmaya gittiler. Aygır pek bir gösterişsizdi ama Nozdrev’in yeminler ederek söylediğine göre, onun için tam on bin ruble harcamıştı.

      “Buna on bin ruble vermemişsindir.” dedi enişte. “Tek başına o kadar etmez.”

      “Vallahi de on bin verdim.” dedi Nozdrev.

      “İstediğin kadar yemin et!” diye cevapladı enişte.

      “İddiaya var mısın?” dedi Nozdrev.

      Enişte, iddiaya girmek istemedi.

      Sonra Nozdrev, daha önceden güzel atların bulunduğu boş ahır bölmelerini gösterdi. Bu ahırda; eski inanışa göre atların yanında tutulması gereken, atlarla iyi anlaşıyor gibi görünen ve onların göbeklerinin altında tıpkı kendi evindeymiş gibi rahatça gezinen bir de keçi gördüler. Ardından Nozdrev onlara, eski bir tasmayla bağlanmış kurt yavrusunu gösterdi. “İşte kurt yavrusu! Onu bilerek çiğ etle besliyorum. Tam anlamıyla vahşi olsun istiyorum!” dedi. Sonra da gölete bakmaya gittiler. Nozdrev’in dediğine göre içinde öyle büyük balıklar yüzüyormuş ki iki kişi bir tanesini zar zor çekip çıkarırmış. Ne var ki Nozdrev’in akrabası bu konuda da şüphelenmeyi eksik etmedi. “Sana mükemmel bir çift köpek göstereceğim Çiçikov. Şu tazının butlarına bak, insanı hayret ettirir! Yüzü nasıl da sivri baksana, iğne gibi!” dedi Nozdrev ve onları dört bir yanı çitlerle çevrili, çok güzel, minik bir eve götürdü. Avluya girdiklerinde her cinsten köpekle karşılaştılar. Hem uzun hem kısa tüylü, mümkün olan her renkte köpek vardı burada: kızılımsı kahverengi ve siyah, yarı alacalı, alacalı kahverengi, alacalı kızıl, kara kulaklı, boz kulaklı… Burada hepsi adını, verilen emirlerden almıştı: Vur, Söv, Uç, Yak, Kır, Dövüş, Haşla, Kavur, Ok, Balina, Ödül, Velinimet. Nozdrev, onların arasında tam bir aile babasıydı; köpek kurallarına uygun olarak hepsi kuyruklarını havaya kaldırıp doğrudan misafirlere doğru fırladılar ve onlara selam vermeye başladılar. Aralarından on tanesi, patilerini Nozdrev’in omuzlarına koydu. Söv, aynı dostluğu Çiçikov’a da gösterdi; ön ayaklarını omuzuna koydu ve onu tam da dudağından yaladı. Bu yüzden Çiçikov hemen tükürdü. İnsanı hayrete düşüren butları olan köpeklere de baktılar, gerçekten güzel köpeklerdi. Sonra kör ve Nozdrev’in dediğine göre ölmesine çok az kalmış ama bundan iki yıl öncesine kadar çok güzel olan bir Kırım köpeğine de baktılar; köpek, gerçekten de kördü. Ardından su değirmenine baktılar. Bu değirmenin, bir iğin29 üzerinde hızlıca dönen üst değirmen taşının yerleştirildiği ve Rus köylüsünün tuhaf bir şekilde “uçan” olarak ifade ettiği parçası eksikti.

      “Az ileride bir demirci olacaktı!” dedi Nozdrev.

      Biraz ilerlediler; gerçekten de bir demirci vardı, oraya da baktılar.

      “İşte bu tarlada…” dedi Nozdrev parmağıyla göstererek. “Öyle çok tavşan olur ki toprak görünmez. Bir tanesini arka ayağından elimle yakalayıp çekmiştim.”

      “Ama tavşanı elinle yakalayamazsın ki!” dedi enişte.

      “Yakaladım işte, yakaladım!” diye cevap verdi Nozdrev. Sonra Çiçikov’a dönerek “Şimdi sana topraklarımın sınırını göstereceğim.” dedi.

      Nozdrev, misafirlerini bir sürü tümseğin olduğu tarlasından geçirdi. Misafirler nadasa bırakılmış ve tırmıklanmış ekin tarlasından geçmek zorunda kalmışlardı. Çiçikov, kendisini yorgun hissetmeye başlamıştı. Adımlarını sıklıkla suların içinde atıyorlardı. Önceleri adımlarını dikkatle atıyorlardı ama sonra bunun hiçbir işe yaramadığını görüp nerede çamur az nerede fazla, hiç oralı olmadan doğrudan yürümeye başladılar. Uzun bir mesafeyi katettikten sonra gerçekten de tahta bir direk ve dar bir hendekten oluşan sınırı gördüler.

      “İşte sınır!” dedi Nozdrev. “Bu tarafta gördüğün her şey benim; hatta şu taraftaki, maviliğe bürünen bütün orman ve onun ardındaki her şey de benim.”

      “Bu orman ne zaman senin oldu?” diye sordu enişte. “Herhâlde yakın zamanda satın aldın? Çünkü orman senin değildi.”

      “Evet, yakın zamanda aldım.” diye cevapladı Nozdrev.

      “Ormanı bu kadar hızlı almayı ne zaman başardın?”

      “Alalı üç gün kadar oldu. Lanet olasıca, çok da pahalıydı.”

      “Ama sen o sıralarda panayırda değil miydin ki?”

      “Ah be Sofron! Hem panayıra gidip hem de toprak satın alınamaz mı sanki? Ben panayırdayken kâhyam aldı burayı.”

      “Tabii, kâhyan alabilir!” dedi enişte ama şüpheyle başını sallıyordu.

      Misafirler aynı iğrenç yoldan eve geri döndüler. Nozdrev onları çalışma odasına götürdü ne var ki burada genelde çalışma odalarında bulunan kitap ya da kâğıt gibi şeyler görünmüyordu; yalnızca duvarda asılı bir kılıç ve biri üç yüz diğeri de sekiz yüz rublelik iki tüfek asılıydı. Enişte bunlara göz gezdirip başını salladı. Sonra içlerinden birinin üstüne yanlışlıkla “Saveliy Sibiryakov Usta” ismi kazınmış Türk hançerleri gösterildi misafirlere. Ardından laterna30 gösterildi. Nozdrev bu laternayı çevirip bir şeyler çalmaya başladı. Laternada çalan şarkı çok hoştu ama bu şarkının ortasında herhâlde bir şey oldu çünkü mazurka31 durdu, Marlborough Savaşa Gitti şarkısı çalmaya başladı; sonra da aniden bilindik bir vals işitildi. Nozdrev laternayı çevirmeyi çoktan bırakmıştı ama bir düdük, oldukça canlı bir şekilde, hiç mi hiç susmak istemeden uzun bir süre tek başına ötüp durdu. Sonra pipolarını gösterdi: ahşap, toprak, lüle taşı, daha önce tüttürülmüş, tüttürülmemiş, süet kaplanmış, kaplanmamış… Yakın zamanda kumarda kazandığı kehribar ağızlıklı çubuğuyla, bir posta merkezinde kendisine tepeden tırnağa âşık olan, söylediğine göre elleri superflu32 kadar -bu kelime onun için mükemmelliğin en üst noktası anlamına geliyordu herhâlde- incecik bir kontesin diktiği tütün kesesini gösterdi. Tuzlanmış balıktan biraz yedikten sonra saat beş gibi masanın başına geçtiler. Görüldüğü üzere yemek, Nozdrev’in hayatında önemli bir yer işgal etmiyor; büyük bir rol oynamıyordu. Masadaki yemeklerin bazıları yanmış bazılarıysa hiç pişmemişti. Belli ki aşçı canının istediğine göre yemek yapıyor, eline geçen ilk şeyi yemeğin içine atıyordu. Önünde biber mi vardı, hemen katıyordu yemeğe; lahana mı geçti yoksa, onu da katıyordu; süt, jambon ve bezelyeye mi denk geldi, koy gitsin! Yani eline ne geçerse koy gitsin, yemek sıcak olsun da nasıl olsa lezzeti tutturulurdu. Buna karşılık Nozdrev, şaraba düşkündü. Henüz çorbalar servis edilmemişti ki misafirlerine büyük bardaklarda Porto şarabı ve yüksek kalite Santernes ikram etti çünkü il ve ilçelerde basit Santernes şarabı yoktur. Ardından Nozdrev, feldmareşalin içtiklerinden bile daha güzel bir şişe Madeira şarabı getirilmesini buyurdu. Madeira insanın ağzını yakıyordu çünkü iyi Madeira seven toprak beylerinin damak zevkini bildiklerinden, içine rom boca ederler, bazen de Rus midesinin kaldıracağını umut ederek çar votkası eklerler. Sonra Nozdrev, dediğine göre Bourgogne ve Champagne’nin bir arada olduğu özel şişeyi de getirmelerini buyurdu. İki bardağa da hem sağdakine hem soldakine hem eniştesinin hem Çiçikov’un bardaklarına gayretle doldurdu içkiyi. Ancak Çiçikov, Nozdrev’in bardakları sırayla doldururken kendisininkine pek de doldurmadığını fark etti. Bu onu dikkatli olmaya sevk etti; Nozdrev, konuştuğu ya da eniştesinin



<p>28</p>

Atın vücudunda kırlaşma başladığı zaman aldığı renk. (ç.n.)

<p>29</p>

Ağaçtan yapılmış, pamuk, yün ve benzeri şeyleri eğirmekte kullanılan, ortası şişkin, iki ucu sivri bir araç. (ç.n.)

<p>30</p>

Laterna: İçerisinde yüklenmiş müzikler olan, kolunun çevrilmesiyle çalınan, ayaklı ve sandık biçiminde bir org türü. (ç.n.)

<p>31</p>

Bir tür Leh dansı ve bu dansın müziği. (ç.n.)

<p>32</p>

Nozdrev’in bu kelimeyi kullanması tamamen anlamsızdır. (ç.n.)