Mitler ve efsaneler. Неизвестный автор

Читать онлайн.
Название Mitler ve efsaneler
Автор произведения Неизвестный автор
Жанр
Серия
Издательство
Год выпуска 0
isbn 978-605-7605-98-6



Скачать книгу

etrafı çevrilmiş bir mağarada onlar için özel hazırlanmış bir masada oturuyorlardı.

      Eğlence uzun bir süre hiç bozulmadan sürdü. Derken şarap, Centaurların en vahşilerinden Eurytion’u heyecanlandırmaya başladı ve Prenses Hippdamia’nın güzelliği onda, gelini damattan kaçırma gibi çılgınca bir arzu uyandırdı. Kimse olayların nasıl geliştiğini, bu akla gelmez meselenin nasıl vuku bulduğunu anlayamadan vahşi Eurytion, prensesi bacaklarından yakaladığı gibi havaya kaldırdı. Kadın çırpınarak yardım istiyordu. Bu hareketiyle, diğer tüm sarhoş Centaurlara aynısını yapmaları işareti veriyordu. Daha diğer kahramanlar ve Lapithler yerlerinden kalkamadan, her bir Centaur, kralın sarayından yahut düğün için toplaşan prenseslerden birini yakaladı.

      Şato ve mağara ele geçirilmiş bir şehri andırıyordu, kadınların çığlıkları geliyordu uzaklardan. Dostlar ve akrabalar hemen yerlerinden fırladı.

      “Eurytion, bu nasıl bir çılgınlıktır?” diye bağırdı.

      Theseus, “Ben hâlâ hayattayken Pirithous’u nasıl incitebilirsin? Böyle yaparak her ikimizi de öfkelendirdin!” Bu sözleri ederken, kalabalığın arasından geçerek kaçırılan gelini hırsızın elinden kurtardı.

      Bu yaptığı için af dileyemeyecek olan Eurytion bir şey demedi, Theseus’a yaklaşarak ellerini havaya kaldırdı ve göğsüne sert bir darbe indirdi. Elinde hiçbir silahı olmayan Theseus hemen yanında duran, ustalıkla işlenmiş demir sürahiyi kaptığı gibi rakibinin suratına geçirdi. Centaur sırtüstü yere düştü, kafasındaki yaradan kanlar akıyordu.

      Dört bir yandan “Herkes silahlara!” diye bağrışmalar yükseldi. Bardaklar, şişeler, kâseler havada uçuyordu. Derken günahkâr canavarlardan biri komşu diyarlardan gelen adakları kaptı, bir diğeri masanın üstündeki yanmış kuzuyu parçaladı, başka biri de mağaranın duvarında asılı olan kutsal geyikle cebelleşiyordu. Korkunç kıyımlar birbirini izledi. Eurytion’dan sonra en kötü Centaur olan Rhoetus sunaktan kaptığı kızgın demiri yere düşmüş bir Lapith’in derin yarasına sapladı, bunu yapar yapmaz suya atılan kızgın bir demirin sesini andıran bir tıslama duyuldu. Hemen onun karşısında Lapithlerin en cesuru Dryas yanmakta olan bir kütüğü kaptığı gibi Rhoetus’un boynuna yapıştırdı. Sonra azılı çeteye dönerek beş tanesini yere serdi.

      Derken kahraman Pirithous’un mızrağı uçarak, sopa niyetine kullanmak üzere bir ağacı sökmeye çalışan Centaur Petraus’un etini deşti. Çetrefilli meşe ağacına rağmen mızrak saplanmıştı. Yunan kahramanı bir diğerini, Dictys’i bir anda yere devirdi, Centaur düşerken bir dişbudak ağacını kırıp yere devirdi. Öç almak için gelen bir diğeri Theseus’un meşe sopasıyla ezildi.

      Centaurların en yakışıklısı ve genci Cyllarus’tu. Altın gibi uzun saçları ve sakalıyla dostça gülümserdi. Boynu, omuzları, kafası ve göğsü bir sanatçının elinden çıkmış gibi çok güzeldi. Gövdesinin ata benzeyen aşağı bölümü bile kusursuzdu; simsiyahtı rengi, bacakları ve kuyruğuysa daha açık renkti. Ziyafete güzel karısı Hylonome’yle katılmıştı. Masada kocasına yaslanmış şekilde oturan Hylonome, kavgada bile kocasıyla omuz omuzaydı. Cyllarus, bilinmeyen biri tarafından kalbinin yanına hafif bir yara aldı ve kötüleşerek karısının kolları arasında can verdi. Hylonome onu iyileştirmeyi denedi, öptü ve uçup giden nefesini geri döndürmeye çalıştı. Onu tamamen kaybettiğini anlayan Hylonome, göğsünde sakladığı hançeri çıkarıp kendine sapladı.

      Lapithler ve Centaurlar arasındaki kavga uzun süre devam etti. Gece, nihayet bu kargaşaya bir son verdi. Pirithous gelinine kavuştu ve Theseus ertesi sabah arkadaşına veda ederek oradan ayrıldı. Ortak giriştikleri bu kavga, yeni yeşeren kardeşlik bağlarını daha dayanıklı hale getirmiş oldu.

      Niobe

      Teb ülkesinin kraliçesi Niobe hayatındaki birçok şeyden gurur duyardı. Kocası Amphion, Müzlerden çok güzel bir lir getirmişti, kraliyet sarayının taşları lirin melodisiyle can bulmuştu. Babası, tanrılar tarafından ağırlanan Tantalus’tu ve kendisi, güçlü bir krallığın yöneticisiydi; muhteşem bir güzelliğin ve ruhun büyük kadınsı gururunu taşıyordu. Fakat bunlardan hiçbiri ona, on dört çocuğunun verdiği gururdan daha fazlasını veremezdi. Yedi kız ve yedi oğlan dünyaya getirmişti.

      Annelerin en mutlusu olan Niobe, kendisinin böyle özel olarak kutsandığına inanmasaydı, her şey belki de böyle sürüp giderdi. İyi talihi hakkındaki kanaati onun felaketiydi.

      Kâhin Tiresias’ın kızı, tanrılar konusunda oldukça bilge biri olan Manto bir gün Teb’in bütün kadınlarını, Tanrıça Latona ve onun iki çocuğu Apollo ile Diana onuruna bir arada toplanmaya çağırdı. “Defneden taçlarınızı başınıza koyun,” dedi “kurbanlarınızı getirin ilahi dualarla.”

      Tebli kadınlar bir araya toplanmaya başladığı esnada, Niobe altın işlemeli kıyafetlere sarınmış, öfkesine rağmen göz alıcı güzelliği ve omzuna dökülen saçlarıyla, peşinde kalabalık bir grupla çıkageldi. Bir şeylerle uğraşan bu kadınların ortasında durdu ve sesini yükselterek onlara seslendi:

      “Daha ayrıcalıklı kişiler arasında yaşarken, gidip de size hikâyeleri anlatılan bu tanrılara tapacak kadar aptal mısınız? Siz Latona’ya kurbanlar sunarken benim ilahi ismim neden duyulmadan kalsın? Babam Tantalus tanrıların sofrasına oturan tek ölümlü ve annem Dione ise, göklerde yıldız gibi parlayan Pleiades’in kardeşidir. Amcalarımdan biri sırtına yüklediği gökleri taşıyan dev Atlas’tır, büyükbabam Jüpiter ise tanrıların atasıdır. Frigya halkı bana itaat eder; kocamın çaldığı müzikle bir araya getirdiği duvarlarla örülü Cadmus şehri kocamla bana aittir. Sarayımın her köşesi paha biçilemez mücevherle doludur. Elbette başka mücevherlerim de var; başka hiçbir anneye nasip olamayacak yedi güzel kız, yedi kuvvetli oğlan ve birçok gelinimle damadım var. Söyleyin bakalım bu gururum yersiz mi? Bana değil de, titanların adı sanı duyulmamış bu kızına tapmadan önce bir daha düşünün. Bu kadın, koca dünyada yaşayacak yer bulamayıp, haline acıyan Delos’un adasında, tekinsiz bir sığınakta doğurdu çocuklarını. Bu zavallı yaratık, sadece iki çocuğun annesi oldu o izbe yerde. Benim annelik mutluluğumun sadece yedide biri! Kim benim talihimi inkâr edebilir? Kim her daim mutlu olacağımdan şüphe duyabilir? Eğer benim mutluluğumu paramparça etseydi, talih zor durumda kalırdı. Benim kıymetli çocuklarımdan alın birini, yine de sayıları asla Latona’nın iki değersiz çocuğu kadar az olmayacak. Alın kurbanlarınızı buradan! Çıkarın defneden taçlarınızı başınızdan. Evlerinize dönün ve bir daha asla böyle bir aptallık yaptığınızı görmeyeyim!”

      Birdenbire meydana gelen bu olaydan korkan kadınlar, taçlarını saçlarından çıkarıp, kurbanlarını bırakıp evlerine dönerken, hâlâ içlerinden Latona’ya dua ediyorlardı.

      Delos adasında Cynthia Dağı’nın tepesinde, Latona iki evladıyla otururken Teb’de yaşanan bu olayı izlemişti. “Bakın sevgili evlatlarım,” dedi, “ben, sizi doğurduğu için çok mutlu olan ve Juno hariç hiçbir tanrıçaya boyun eğmeyen ben, sonradan görme bir ölümlü tarafından alay konusu oldum. Ve eğer beni korumazsanız, tüm eski ve kutsal sunaklardan silinip gidecek adım! Niobe, sizi de küçük düşürdü; kendi çocukları için sizi bir kenara fırlatıp atmak istiyor.”

      Latona sözlerine devam edecekken Apollo araya girerek, “Daha fazla dövünme anne, bu sadece onun cezasını bir an önce kesmemizi engeller.”

      Hemen o ve kız kardeşi, sihirli bir buluta bürünerek kendilerini gizlediler ve havada usulca süzülerek Cadmus kalesine ve şehrine geldiler.

      Şehir