Название | Kılıç Ayini |
---|---|
Автор произведения | Морган Райс |
Жанр | Героическая фантастика |
Серия | Felsefe Yüzüğü |
Издательство | Героическая фантастика |
Год выпуска | 0 |
isbn | 9781632915023 |
Yanında olan Reece topuzunu sallayıp bir askerin başının yan tarafına vurdu ve onu atından yere devirdi; sonra, kalkanını kaldırıp yan tarafından gelen bir darbeyi engelledi. Topuzunu salladı ve saldırganını etkisiz hale getirdi. Onun yanında olan Elden kocaman baltasıyla öne atılıp, Reece’e nişan almış bir askerin üstüne indirdi; baltasını adamın kalkanını parçalayıp göğsüne saplandı.
O’Connor o kısa mesafeye rağmen ölümcül bir kesinlikle birkaç ok fırlattı, Conven’sa düşmanların arasına dalıp, hiç duraksamadan savaşmaya başladı. Kendi askerlerinin önüne atıldı ve kalkanını kaldırmaya bile gerek görmedi. Kalkanını kaldırmak yerine, iki kılıcını savurdu ve adeta canına susamış gibi kalabalık İmparatorluk askerlerinin arasına daldı. Ama şaşılacak bir biçimde ölmedi. Soldaki ve sağdaki adamların hepsini öldürdü.
Indra da çok geride değildi. Korkusuzdu, hem de erkeklerin birçoğundan daha korkusuzdu. Hançerini ustalıkla ve düşmanı şaşırtacak bir biçimde kullanıyor, adamların arasından kaygan bir balık gibi geçiyor ve düşman askerlerini boğazlarından bıçaklıyordu. Bunları yaparken, anavatanını, halkının İmparatorluğun ayakları altında ne kadar acı çektiğini düşünüyordu.
Bir İmparatorluk askeri Kendrick onun hamlesinden kaçmaya fırsat bulamadan baltasını kafasına indirdi ve Kendrick darbeyi almaya hazırlandı; ama sonra çan diye müthiş bir duydu ve arkadaşı Atme’nin yanı başında darbeyi kalkanıyla engellediğini gördü. Atme daha sonra kısa mızrağını savurdu ve saldırganın böğrüne sapladı. Kendrick bir kez daha hayatını ona borçlu olduğunu biliyordu.
Bir başka asker bir yayla ve okla doğrudan Atme’ye nişan alarak öne fırlarken, Kendrick de öne atıldı ve kılıcını yukarı doğru savurdu; adamın yayını ta göklere fırlattı, okuysa başıboş bir halde Atme’nin başının üstünden geçti. Kendrick daha sonra kılıcının kabzasıyla askerin burnunun dibine bir darbe indirdi, onu atından düşürdü ve adam ezilerek öldü. Artık eşitlerdi.
Böylece, savaş teke tek devam ederken, her iki ordu da darbeye darbeyle karşılık verirken, her iki tarafından adamları da İmparatorluk askerleri daha çok olmak üzere düşerken, Kendrick’in adamları öfkeyle doldu ve şehrin daha da içine girdi. En sonunda, hızları onları bir dalga gibi ilerletti. İmparatorluk askerleri güçlü savaşçılardı, ama bunlar saldırmaya alışmış adamlardı. Bu yüzden de gafil avlanmışlardı. Çok geçmeden, bir araya gelmeyi başaramadılar ve Kendrick’in ordusunun ilerleyişini engelleyemediler. Geriye doğru püskürtüldüler ve daha da fazla kayıp verdiler.
Bir saate yakın yoğun bir savaştan sonra, İmparatorluğun kayıpları ciddi bir geri çekilmeye dönüştü. Aralarından bir asker bir borazan çaldı ve adamlar teker teker dönüp dörtnala şehirden kaçmaya çalıştılar.
Kendrick ve adamları daha da büyük bir çığlıkla peşlerinden gittiler, onları Lucia’nın sınırlarına kadar kovaladılar ve hızla ufka doğru ilerlediler. Lucia’da özgür kalan MacGil tutsaklarından muazzam bir çığlık yükseldi. Kendrick’in adamları ilerlerken tutsakların bağlarını çekip onları kurtardılar; tutsaklar da hiç vakit kaybetmeden ölen İmparatorluk askerlerinin atlarına gidip üstlerine atladılar, cesetlerden silahları aldılar ve Kendrick’in adamlarına katıldılar.
Kendrick’in ordusu neredeyse büyüklüğünün iki katına çıktı ve binlercesi onlara yaklaşırken atlarını tepelerden aşağı yukarı sürerek İmparatorluk askerlerini peşlerinden kovaladılar. O’Connor ve diğer okçular kaçanlardan bazılarını vurmaya muvaffak oldular ve bunların vücutları oraya buraya düşüp kaldı.
Kovalamaca devam etti. Kendrick nereye doğru gitmekte olduklarını merak ediyordu ki, kendisi ve adamları özellikle yüksek bir tepenin zirvesine çıkıp aşağı baktıklarında, Silesia’nın doğusundaki en büyük MacGil şehirlerinden birinden olan Vinesia’nın iki dağın arasına yerleşmiş, vadinin içinde oturduğunu gördüler. Bu çok gelişmiş ve önemli bir şehirdi. Şehir Andronicus’un on binlerce adamı tarafından korunurken İmparatorluk taburunun kalıntıları kaçıp gittiler.
Kendrick adamlarıyla tepenin üstünde durakladı ve durumu inceledi. Vinesia belli başlı bir şehirdi ve kendileri sayıca çok az kalıyorlardı. Denemeye kalkışmanın delilik olacağını, izlenecek en emin yolun Silesia’ya dönmek ve bugün buradaki zaferleri için şükretmek olduğunu biliyordu.
Fakat Kendrick güvenli tercihler yapacak bir ruh hali içinde değildi—ne de adamları öyleydi. Kan istiyorlardı. İntikam istiyorlardı. Ve bugünkü gibi bir günde, şanslarının ne olduğu artık fark etmiyordu. İmparatorluk adamlarına MacGiller'in neden yapılmış olduklarını göstermenin zamanı gelmişti.
“HÜCUUM!” diye bağırdı Kendrick.
Bir haykırış yükseldi ve binlerce kişi ileri atılarak kendilerini sakınmadan tepeden aşağı büyük şehre doğru ve daha da büyük hasımlarına karşı, hayatlarını feda etmeye, şeref ve kahramanlık için her şeyi tehlikeye atmaya hazır bir durumda hücuma kalktılar.
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
Gareth ıssız manzaranın içinden düşe kalka ilerlerken öksürüp tıksırıyordu, susuzluktan dudakları çatlamış, altlarında koyu halkalar oluşan gözleri çukura kaçmıştı. Yürek parçalayan bir kaç gün olmuştu bu ve bir kereden fazla ölmeyi beklemişti.
Gareth Silesia’da Andronicus’un adamlarından zar zor kaçmış, bunun için duvarın iyice içinde bir geçitte saklanarak zamanın gelmesini kollamıştı. Karanlığın içinde bir fare gibi kıvrılarak elverişli bir anın gelmesini beklemişti. Günlerdir orada olduğunu hissetmişti. Her şeye tanık olmuş, Thor bir ejderhanın sırtında gelip bütün o İmparatorluk adamlarını öldürürken olanları gördüklerine inanamadan hayretle izlemişti. Bunu takip eden karışıklık ve karmaşa içinde, Gareth kaçmak için beklediği şansı ele geçirmişti.
Gareth kimse bakmazken Silesia’nın arka kapısından sıvışmış ve güneye giden yolu tutarak, Kanyon’un kenarından ilerlemiş, bulunmamak için çoğu zaman ağaçlıkların içinden çıkmamıştı. Bu fark etmiyordu—yollar zaten terk edilmiş durumdaydı. Herkes doğuya gitmiş, Halka için büyük savaşa katılmaktaydı. Giderken, Gareth Andronicus’un adamlarının yol kenarında yanmış cesetlerini görerek buradaki, güneyin içlerindeki savaşın çoktan sonuçlanmış olduğunu anladı.
Gareth daha da güneye indi, içgüdüsü onu Kraliyet Sarayı’na doğru geriye çekiyordu… Ya da oradan geride kalmış olanlara. Burasının Andronicus’un adamları tarafından tahrip edildiğini, muhtemelen harabe haline gelmiş olduğunu biliyordu, fakat yine de oraya gitmek istiyordu. Silesia’dan uzaklaşmak ve güvenli bir liman bulabileceğini bildiği tek yere gitmek istiyordu. Diğer herkesin terk etmiş olduğu tek yere. Gareth’ın bir zamanlar hüküm sürmüş olduğu tek yere.
Günlerce yürüdükten sonra, zayıf ve açlıktan çılgın gibi, Gareth nihayet ağaçların arasından çıktı ve uzakta Kraliyet Sarayı’nı gördü. Duvarları yanmış ve dökülüyor olmasına rağmen en azından kısmen hala yerinde, işte orada gözlerinin önünde duruyordu. Bütün çevresi Andronicus’un adamlarının cesetleriyle