Название | Kılıç Ayini |
---|---|
Автор произведения | Морган Райс |
Жанр | Героическая фантастика |
Серия | Felsefe Yüzüğü |
Издательство | Героическая фантастика |
Год выпуска | 0 |
isbn | 9781632915023 |
Kendrick de hala çarmıha gerildiği zamanın etkisinden yeni yeni kurtuluyordu. Bedeni hala eskisi kadar güçlü değildi ve sert bağların dersini kestiği kol ve ayak bileklerindeki acı bir türlü dinmemişti. Haçta yanında olan Srog, Brom ve Atme’ye baktı ve onların da eskisi kadar güçlü olmadıklarını fark etti. Çarmıha gerilmek hepsini güçten düşürmüştü. Ama yine de hepsi gururla, cesaretle ilerliyordu. Hiçbir şey insanın hayatı için bir savaşma şansı elde etmesi, intikam alma fırsatı kazanması ve yaralarını unutması gibi değildi.
Kendrick erkek kardeşi Reece’in ve diğer Lejyon kardeşlerinin görevlerinden dönüp yanında ilerliyor olmalarına da inanılmaz mutlu olmuştu. Lejyon’un Silesia’da katledilişini izlemek onu paramparça etmişti ve bu insanların yuva bildikleri şehrin ger alınması acılarını biraz olsun dindirmişti. Büyürlerken Reece’e hep yakın olmuş, onu korumuş, Kral MacGil’in çok meşgul olduğu zamanlarda ikinci bir baba rolünü üstlenmişti. Bazı açılardan, onun tek yarım erkek kardeşi olması Kendrick’in Reece’le daha da yakınlaşmasına fırsat vermişti; yakın olmaları için bir baskı söz konusu olmamıştı ve öyle olmayı tercih ettikleri için yakınlaşmışlardı. Kendrick asla diğer erkek kardeşlerine yakın olmamıştı… Godfrey hayatını işe yaramaz insanlarla meyhanede geçirmişti, Gareth’sa… Eh, Gareth da Gareth gibi davranmıştı. Reece kardeşleri arasında savaş alanını kucaklayan, Kendrick’in seçiği hayatı yaşamak isteyen tek kişi olmuştu. Kendrick onunla ne kadar gurur duysa az diye düşünüyordu.
Geçmişte, Kendrick Reece’le birlikte ata bindiğinde hep korumacı davranmış, gözünü ondan ayırmamıştı; ama geri döndüğünden beri, Kendrick kardeşinin gerçek ve azılı bir savaşçıl olduğunu görebiliyordu. Dolayısıyla, artık onu o kadar da kollaması gerekmediğini hissediyordu. Reece’in öyle sert ve becerikli bir savaşçıya dönüşmesi için İmparatorluk’ta ne tür zorluklar çektiğini merak ediyordu. Onunla oturup öykülerini dinlemek için can atıyordu.
Kendrick Thor’un da döndüğüne çok Mutlu olmuştu; bunun tek nedeni Thor’un onları kurtarması değildi. Thor’u çok seviyor ve aşırı saygı duyuyordu; onu bir kardeşiymiş gibi önemsiyordu. Thor’un geri dönüşü ve Kılıcı kullanışı hala gözlerinin önünden gitmiyordu. Bunu unutamamıştı. Hayatında asla görmeyi beklediği bir manzara değildi; işin aslı, Thor’un, kendi adamının, halkanın etrafındaki ufak bir çiftçi köyünden ufak tefek, mütevazı bir çocuğun değil, kimsenin kader Kılıcı’nı kullanabileceğini görmeyi ummamıştı. Thor bir yabancıydı. Bir MacGil bile değildi.
Yoksa öyle miydi?
Kendrick bunu düşünüyordu. Aklından sürekli olarak efsane geçiyordu: Sadece bir MacGil Kılıcı kullanabilirdi. Kendrick’in kalbinin ta derinliklerinde onu kullanabilecek kişinin kendisi olacağını umduğunu itiraf etmesi gerekirdi. Gerçek bir MacGil olarak, ailesinin ilk dünyaya gelen erkek çocuğu olarak mirasının meşruiyetine son mühür olacağını ummuştu. Bir şekilde, şartların bunu denemesine olanak vereceğini hayal etmişti hep.
Ama ona bu şans asla verilmemişti ve Thor’un başarısından dolayı da onu kıskanmamıştı. Kendrick hırslı değildi; tam aksine, Thor’un kaderine hayret ediyordu. Ama olanlara bir anlam da veremiyordu. Efsane yanlış mıydı? Yoksa Thor bir MacGil miydi? Nasıl olabilirdi? Tabii, Thor da Kral MacGil’in oğluysa durum değişirdi. Kendrick bunun mümkün olup olmadığını düşündü. Babasının evliliği dışına birçok kadınla birlikte olduğu biliniyordu… Kral zaten bu şekilde babası olmuştu.
Thor bu yüzden mi annesiyle konuştuktan sonra Silesia’dan telaşla ayrılmıştı? Tam olarak ne konuşmuşlardı? Annesi söylemiyordu. Ondan, hepsinden ilk kez bir şey gizliyordu. Ama neden şimdi? Ne tür bir sır gizliyordu? Thor’un kimseye tek bir kelime bile etmeden çekip gitmesine yol açabilecek ne demiş olabilirdi?
Kendrick kendi babasını ve soyunu düşündü. Öyle olmasını istemese de, gayrı meşru oluşu onu yiyip bitiriyordu ve milyonuncu kez gerçek annesinin kim olduğunu merak ediyordu. Hayatı boyunca, babası Kral MacGil’in birlikte olduğu farklı kadınlarla ilgili çeşitli söylentiler duymuştu, ama kesin olarak asla bilememişti. Her şey düzeldiğinde, daha doğrusu düzelecek olursa ve Halka normale dönerse, Kendrick annesinin kim olduğunu kesin olarak öğrenmeye niyetliydi. Onunla yüzleşecekti. Onu neden bıraktığını, neden hiçbir zaman hayatının bir parçası olmadığını soracaktı. Babasıyla nasıl tanıştığını öğrenecekti. Aslında, sadece onunla tanışmak, suratını girmek ve ona bezeyip benzemediğini görmek istiyordu; bir de ona meşru olduğunu, herkes kadar meşru olduğunu söylemesini istiyordu.
Kendrick Thor’un Gwendolyn’i kurtarmaya gitmiş olmasından dolayı mutluydu, ama bir yanı aynı zamanda Thor’un kalmış olmasını istiyordu. Andronicus’un on binlerden oluşan kalabalık ordusuna karşı savaşırken, Thor’un ve Mycoples’in onlara her zamankinden çok faydası olacağını biliyordu.
Ama Kendrick bir savaşçıl olarak doğmuş ve yetiştirilmişti; elleri kolları bağlı oturup başkalarının onun savaşlarını savaşmasını bekleyecek hali yoktu. Bunun yerine, içgüdülerinin ona söylediği şeyi yapıyordu: gidip adamlarıyla birlikte İmparatorluk ordusunun mümkün olduğunca büyük bir kısmını ele geçirecekti. Mycoples veya Kader Kılıcı gibi özel silahları yoktu, ama çocukluğundan beri kullandığı iki eli vardı. Bunlar ona her zaman yetmişti.
Bir tepeye tırmandılar ve zirvesine vardıklarında Kendrick ufka bakınca, uzakta Silesia’nın doğusundaki ilk şehir olan Lucia isimli ufka bir MacGil şehrini gördü. Yolun iki kenarı İmparatorluk askerleriyle kaplıydı ve Thor’un yıkım dalgasının orada sona erdiği belliydi. Kendrick daha da uzakta Andronicus’un bir taburunun geri çekildiğini ve doğuya doğru at sürdüğünü görebiliyordu. Taburun Andronicus’un ana kampına, Yüksek Tepeler’in diğer tarafındaki güvenli bölgeye doğru gittiklerini tahmin etti. Ordunun ana bölümü geri çekiliyordu, ama geride Lucia’yı kaybetmemek için ufak bir tabur bırakmışlardı. Andronicus’un birkaç bin askeri şehirdeydi ve onu koruyorlardı. Askerler tarafından tutsak alınmış olan halk da görülüyordu.
Kendrick onlara Silesia’da neler olduğunu, nasıl davranıldığını hatırlayınca, suratı bir intikam hissiyle kızardı.
“SALDIRIN!” diye bağırdı.
Kılıcını havaya kaldırdı ve arkasından binlerce askerin coşkulu çığlıkları geldi.
Kendrick atını dehledi ve hep birlikte tepeden Lucia’ya doğru inmeye koyuldular. İki ordu yüzleşmeye hazırlanıyordu ve sayı olarak eşit olsalar da Kendrick yüreklilikleri konusunda eşit olmadıklarını biliyordu. Andronicus’un ordusunun geri kalan bu taburu kaçarken bir şehri istila etmişlerdi, ama Kendrick ve adamları anavatanlarını korumak için canları pahasına savaşmaya hazırdı.
Hep birlikte Lucia’nın kapılarına saldırırlarken, savaş çığlığı ta göklere ulaştı. Öylesine seri ve hızlı bir biçimde saldırdılar ki, nöbet tutmakta olan birkaç düzine İmparatorluk askeri dönüp birbirlerine şaşkınlıkla baktılar; bu saldırıyı beklemedikleri kesindi. İmparatorluk askerleri dönüp kapıların ardına kaçtılar ve telaşla asma köprüyü indirmek için kolları çevirdiler.
Ama