Название | Kılıç Ayini |
---|---|
Автор произведения | Морган Райс |
Жанр | Героическая фантастика |
Серия | Felsefe Yüzüğü |
Издательство | Героическая фантастика |
Год выпуска | 0 |
isbn | 9781632915023 |
En kötüsü de, Thor bu haberi Gwendolyn’le nasıl paylaşacaktı? Onun ne çok nefret ettiği düşmanının oğlu olduğunu nasıl söyleyecekti? Ona saldırılmasını emreden adam. Gwen kesin Thor’dan nefret edecekti. Thor’a her baktığında, Andronicus’un suratını görecekti. Ama Thor’un yine de bu durumu ona anlatması gerekiyordu… Bu sırrı ondan saklayamazdı. Bu sır ilişkilerini mahveder miydi?
Thor öfkeden çıldırmak üzereydi. Andronicus babası olduğu, bunu ona yaptığı için ona saldırmak istiyordu. Uçarlarken, Thor aşağıya baktı ve alanı gözden geçirdi. Andronicus’un orada bir yerlerde olduğunu biliyordu. Çok geçmeden onunla karşı karşıya gelecekti. Onu bulacaktı. Yüzleşecekti. Sonra da onu öldürecekti.
Ama önce Gwendolyn’i bulmalıydı. Güney Orman’ının üstünden geçerlerken, Thor Gwen’in yakınlarda olduğunu hissetti. İçinde Gwen’in başına bir şey geleceğine dair kötü bir his vardı. Gwen’in her an son anını yaşayabileceğini hissederek Mycoples’i daha da hızlı gitmeye zorladı.
İKİNCİ BÖLÜM
Gwendolyn rahibelerin ona verdiği kapkara giysilerle Sığınak Kulesi’nin üst siperlerinde tek başına durmuş, çoktan ezelden beri oradaymış gibi hissediyordu. Rahibeler onu konuşmadan karşılamışlardı ve sadece rehberi olan tek bir rahibe bir kere ona orasının kurallarını anlatmıştı: Konuşmak yasaktı, diğer rahibelerle de iletişim kurmayacaktı. Orada bütün kadınlar kendi başlarına, kendi evrenlerinde yaşıyorlardı. Her biri yalnız kalmak istiyordu. Orası bir sığınak kulesiydi, iyileşmek isteyenlerin bulunduğu bir yerdi. Gwendolyn orada dünyadaki tüm tehlikelerden uzak olacaktı. Ama yalnız da olacaktı. Hem de yapyalnız.
Gwendolyn bunun ne anlama geldiğini gayet iyi biliyordu. O da yalnız kalmak istiyordu.
O sırada, kulenin tepesinde durmuş, Halka’nın Güney Ormanı’nın ağaçlarının tepesinin oluşturduğu uçsuz bucaksız manzarayı izliyor ve kendisini hiç olmadığı kadar yalnız hissediyordu. Güçlü olması gerektiğini, bir savaşçı olduğunu biliyordu. Bir Kral’ın kızıydı ve muhteşem bir savaşçının karısıydı. Daha doğrusu, karısı sayılırdı.
Ama Gwendolyn ne kadar güçlü olmak istese de, kalbinin ve ruhunun hala yaralı olduğunu itiraf etmesi gerekiyordu. Thor’u çok özlüyordu ve ona asla geri dönmeyeceğinden korkuyordu. Zaten Thor geri dönse bile, başına enler geldiğini öğrendiği anda bir daha onunla birlikte olmak istemeyecek diye korkuyordu.
Gwen ayrıca Silesia’nın yok edildiğini, Andronicus’un kazandığını ve önemsediği herkesin ya öldüğünü, ya da tutsak alındığını bildiği için de içinin bomboş olduğunu hissediyordu. Andronicus artık her yerdeydi. Halka’yı tamamıyla ele geçirmişti ve kaçacak yer kalmamıştı. Gwen çaresiz ve bitkin hissediyordu; o yaştaki bir kişinin olmaması gerekeceği kadar bitkindi. En kötüsü de, herkesi yarı yolda bırakmış gibi hissediyordu; sanki o ana dek birçok hayat yaşamıştı ve artık başka bir şey yaşamak istemiyordu.
Çıkıntıda siperlerin en kenarına, durması gereken noktanın ötesine doğru bir adım attı. Kollarını yavaşça kaldırdı ve avuçlarını yana tutu. Serin ve ani bir esinti, kışın o dondurucu rüzgârlarını hissetti. Rüzgâr dengesini bozdu ve uçurumun kenarında sendeledi. Aşağıya bakınca, ne kadar yüksekte olduğunu gördü.
Gwendolyn göğe bakıp Argon’u düşündü. Nerede olduğunu, kendi evreninde mahsur kalmış bir halde onun için cezasını nerede çektiğini merak etti. Onu o anda görebilmek, son bir kere bilgeliğini duyabilmek için her şeyi verebilirdi. Belki bu onu kurtarır, geri dönmesini sağlardı.
Ama Argon gitmişti. O da bir bedel ödemişti ve geri dönemezdi.
Gwen gözlerini yumdu ve son bir kez Thor’u düşündü. Thor orada olsaydı, her şey değişirdi. Dünyada onu gerçekten seven tek bir kişi sağ kalmış olsaydı, belki de yaşamaya devam etmek için bir nedeni olabilirdi. Ufka baktı ve elinde olmaksızın Thor’u görmeyi umdu. Hızla süzülen bulutlara bakarken, ufukta bir yerde, bir ejderhanın kükreyişini duyar gibi oldu. Ses öylesine uzaktan ve cılız geliyordu ki, bunu hayal etmiş olmalıydı. Zihni sadece ona oyun oynuyordu. Halka’nın içinde hiçbir ejderhanın olamayacağını biliyordu. Tıpkı Thor’un uzaklarda olduğunu, İmparatorluk’ta sonsuza dek asla geri dönmeyeceği bir yerde kaybolduğunu bildiği gibi.
Thor’u ve birlikte geçirebilecekleri hayatı düşünürken Gwen’in gözyaşları yanaklarından süzüldü. Bir zamanlar ne kadar yakın olduklarını düşündü. Suratının ifadesini, sesinin nasıl çıktığını, gülüşünü düşündü. Birbirlerinden ayrılmaz olacaklarına, hiçbir şey yüzünden asla ayrılmayacaklarına o kadar emin hissetmişti ki.
“THOR!” Gwendolyn başını geriye attı ve çıkıntının kenarında sallanarak bağırdı. Thor’un ona geri dönmesini istedi.
Ama sesi rüzgârda yankılanıp dindi. Thor dünyalar kadar uzaktaydı.
Gwendolyn elini kaldırıp Thor’un ona verdiği, bir keresinde hayatını kurtarmış olan tılsıma elledi. O tek şansı kullanmış olduğunu biliyordu. Artık başka şansı kalmamıştı.
Gwendolyn kenardan aşağıya bakınca, babasının suratını gördü. Babasının etrafı beyaz bir ışıkla çevriliydi ve ona gülümsüyordu.
Öne eğilip tek ayağını ıkıntıdan öteye sarkıttı ve esintiye karşı gözlerini yumdu. İki dünya arasında, yaşayanlar ve ölüler dünyalarının arasında asılı kaldı. Gayet dengede duruyordu ve bir sonraki şiddetli rüzgârın hangi yöne gideceğine karar vereceğini biliyordu.
Thor, diye düşündü. Beni affet.
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
Kendrick MacGiller’in, Silesialılar’ın ve Halka’nın özgür kalan diğer vatandaşlarından oluşan büyük ve giderek büyümeye devam eden ordunun önünden ilerlerken, hep birlikte Silesia’nın ana kapılarından dışarı fırladılar ve geniş yola çıkıp doğuya, Andronicus’un ordusunun bulunduğu yöne ilerlemeye koyuldular. Yanında Srog, Brom, Atme ve Godfrey, arkalarındaysa Reece, O’Connor, Conven, Elden ve Indra’yla birlikte binlerce savaşçı vardı. İlerlerlerken, binlerce İmparatorluk askerinin ejderhanın nefesiyle yanıp kapkara ve kaskatı kesilmiş bedenlerinin yanından geçtiler; diğerleriyse Kader Kılıç’ının iziyle ölmüştü. Thor tek kişilik bir ordu gibi yıkım dalgalarını serbest bırakmıştı. Kendrick bunlara baktı ve Thor’un yıkımının boyutlarına, Mycoples’in ve Kader Kılıcı’nın gücüne hayret etti.
Kendrick olayların nasıl değiştiğine de hayret etti. Sadece günler önce hepsi Andronicus’un boyunduruğu altında tutsaktı ve yenildiklerini itiraf etmeye zorlanmışlardı; Thor hala İmparatorluk’taydı, Kader Kılıcı’ysa yitirilmişti ve geri döneceklerine dair umutlar neredeyse tükenmişti. Kendrick ve diğerleri çarmıha gerilmiş, ölmeye terk edilmişlerdi ve her şey kaybedilmiş gibi gözüküyordu.
Ama bir kez daha Thor’un gelişiyle canlanıp özgür erkekler, askerler ve şövalyeler olarak ilerlerken, durum lehlerine çevrilmişti. Mycoples Tanrı’nın bir armağanıydı, gökten yağan bir yıkım gücüydü; Silesia artık özgür bir şehirdi ve Halka’nın kırlık alanları İmparatorluk askerleriyle değil, onların cesetleriyle doluydu. Doğuya giden yolun iki yanı göz alabildiğince İmparatorluk askerlerinin cesetleriyle kaplıydı.
Tüm bunlar son derece cesaret verici olsa da, Kendrick Andronicus’un yarım milyon