Название | Kızılderili Mitolojisi |
---|---|
Автор произведения | Daniel G. Brinton |
Жанр | |
Серия | |
Издательство | |
Год выпуска | 0 |
isbn | 9786258361001 |
Kızılderili Mitolojisi – Yenidünya’nın Mitleri ve Efsaneleri
Cemal Can Tarımcıoğlu, 1988 yılında Üsküdar’da doğdu. 2012’de İstanbul Üniversitesi tarih bölümünü felsefe yandal programıyla birlikte tamamladı. 2014’te ise askeri tarih alanında yüksek lisansını bitirdi. Aynı sene İstanbul Üniversitesi’nde yakınçağ tarihi alanında doktorasına başladı ancak 2018’in sonlarına doğru çeviri yapmaya başladıktan sonra doktorayı yarıda bıraktı. O tarihten itibaren kitap çevirileri yapmaya devam ediyor, ayrıca Marmara Üniversitesi’nde İngilizce öğretmenliği okuyor.
Önsöz
Bu kitabı salt tarih meraklılarından ziyade, düşünmeyi seven okurların geneli için yazdım. Türümüzün entelektüel tarihinin önemli bir üyesinin incelemesi olduğunu söyleyebilirim.
İnsanlığın ruh, tanrı, kendi kökeni ve yazgısı hakkındaki en ilkel fikirleri nelerdir? Niçin yaratılış, tufan, ahiret gibi belli başlı mitlere; kuş, sürüngen, haç gibi belirli sembollere; her ulus tarafından bu fikirlerle sıkı sıkıya ilişkilendirilen üç, dört, yedi gibi belirli sayılara sahibiz? Doğal dinlerin gelişimindeki yasalar nelerdir? Böylesi bir etkiye nasıl sahip oluyorlar? Bu etki iyi midir yoksa kötü mü? Bunlar, Kızılderili inançlarını inceleyerek çözmeye çalıştığım, dünyanın her yerinde merak uyandıran ilginç sorulardan bazılarıdır.
Birinci Bölüm
Kızılderililer Hakkında Genel Değerlendirmeler
Pavlus, Atinalı filozofların ricası üzerine ilahi varlıklar hakkındaki görüşlerini onlara açıklarken diğer tuhaflıkların yanı sıra şöyle bir şey ileri sürmüştür: “O, yeryüzündeki tüm kavimleri tek bir damla kandan yaratmıştır. Onu arasınlar ve kabilse bulsunlar fakat o, hiçbirimizden uzak değildir.”
Burada, insanın nihai amacının içsel bir Tanrı fikri geliştirmek olduğunu ve vaaz ettiği hariç diğer tüm dinlerin bunu gerçekleştirmenin başarısız girişim örnekleri olduğunu ileri sürerek insan türünün birliğini savunan bir hatiple karşı karşıyayız. Doğuştan gelen idelerle ilgili öğretiye şüpheyle yaklaşan Atinalılar; mitolojilerinin kitleleri kontrol altında tutmak için yasa koyucular tarafından kullanılan zekice tasarlanmış bir icat mı, örtük ve doğal bir felsefe mi, yoksa kendi tarihlerinin semavi bir yansıması mı olduğu konusunda fikren bölünmüştü. Böylesi sözleri alaya alıp kendi yollarından gitmelerinde şaşılacak bir şey yok. Onları takip eden filozof nesiller, şüphelerine ortak olup çağımıza kadar eksiksiz bir şekilde gelen fikirlerini onayladılar. Ancak şimdi, bu meseleyi etraflıca düşünüp taşındıktan sonra, Havari’nin işaret ettiği noktada çok da aşırıya kaçmadığını kabul etmek durumundayız. Esasında, onun tarafında olmayan en modern ve en yetkin uzmanlar, durduğu yeri destekliyordu. Hatta sözlerini başka türlü yorumladıklarını söylemek bile neredeyse mümkün. Zira, etnoloji biliminde rakipsiz bir yazara göre en ciddi ve en yeni araştırmalar şöyle diyor: “İnsan türünün birliğiyle ilgili varsayımları mümkün kılan olguların kabul edilmesinin yanı sıra, bu fikirde büyük ölçüde mutabık olunduğunu ve türlerin çeşitliliğiyle ilgili karşıt görüşe göre çok daha büyük bir iç tutarlılığa sahip olduğunu göstermektedir.”1 Ve putperest dinlere gelince Aziz Pavlus’un görüşü, yaşayan seçkin bir yazar tarafından yalnızca biraz daha şiirsel bir üslupla ifade edilir: “Sonsuzluk fikri, yani insan ruhundaki ideal akıl; kumaşı hayal gücüyle örülmüş ve dokusu Tanrı kavramından geliyor olsa da masal değil hakikattir.”2
Dolayısıyla vahiy ve bilim, bir araya gelerek bizi doğal dinlerin ya kadim felsefelerin öğretileri olarak ortaya çıktığı ya da ortaçağın tasarladığı gibi şeytanın insan ruhlarını yakalamak için yaydığı hileli ağlar olduğu yönündeki köhne önyargıdan kurtulmaya davet ediyor. Bu dinler daha çok, insanın tek başına Tanrı’yı bulma girişimleridir. Sonsuzu tanımlamaya çalışan aklın çabalarıdır, ilk şairlerin tüm insanların kalbinde sezinlediği “tanrılara duyulan özlemin” dışavurumlarıdır. Dinler, bu bağlamda ele alındığında öğreti bakımından zengindir. Bir halkın düşünsel ve estetik kültürüne değer biçebilir miyiz, gelişme yasalarını genelleyebilir miyiz, Hıristiyanlığın yüceliğini değerlendirebilir ve özgünlüğünün kaynaklarını yorumlayabilir miyiz? İlahiliğin doğal kavramları bunları açığa çıkarmaktadır. Hiçbir mitoloji ham değildir. Dolayısıyla barbarca da değildir. Bilakis bunlar felsefi bir aklın ilgisini hak eder çünkü katiyen âtıl bir hayal gücünün boş kurguları değil, ne kadar anlaşılmaz olursa olsun, sonsuz ve her yerde var olan bir sezginin ifadeleridir.
Bu değerlendirmeler; çoğunlukla anlamsız fetişizmler olarak damgalanan, ihtişamlı veya güzel oluşumlardan mahrum olduğu söylenen Amerika’nın yerli dinlerine rahatlıkla yaklaşmam konusunda beni cesaretlendirdi. Bu görev, pek çok zorluğu beraberinde getiriyor. İhmalkârlık, önyargılar ve bilgisizlik; yanlış nüanslar ve çok sayıda dış müdahaleyle bu inançları mahvetti. Dolayısıyla yapılacak ilk iş, uzmanların söylediklerini ince eleyip sık dokumak ve Avrupalıların yapay elini açığa çıkaran her ne olursa olsun geri çevirmektir. Zira çalışmamızın konusu Kızılderililerin geliştirdiği dinlerdir, yabancı işgalcilerden öğrenilen melez öğretiler değil. Daha sonra özgün malzemeyi canlandırıp sisteme ve düzene ulaşmak gibi zorlu bir görev üstlenilerek devam edilecektir ve bunların neye uymaları gerektiği hakkında önyargılı görüşlerle değil onlardan sergiledikleri dini gelişimin gerçek kurallarını öğrenmek suretiyle yapılacaktır. Tarihçiler; sanatın, bilimin ve devletin doğuşunu insanın kendisini korumasının bir yolu olarak doğaya ve türdeşlerine bağlı olmasına dayandırır. İnsanın bu donanımları dışarıdan alması şöyle dursun acımasız üvey anne, yani Doğa, tehditler ve darbeler yoluyla insanı kendi fıtri melekelerini geliştirmeye mecbur eder. Aynısı din için de geçerlidir. Tanrı fikri dış dünyadan kaynaklanmaz, kaynaklanamaz. Bilakis Tanrı, tarihi kökenini hayat için verilen vahim hayat mücadelesinde, hayvani arzu ve tutkuların tatmininde, ilkel insanın diğer her şeyi dışarda bırakmasına sebep olarak zihnini esir alan bayağı amaçlar ve güdülerde bulur.
Bu gibi araştırmaların doğasında hep bir şaşkınlık vardır. Zihin, duyuların idrak gücünün ötesindeki meseleleri incelerken anlamı, duyumsal algılardan aktardığı terimle veya maddi dünyadan ödünç aldığı semboller aracılığıyla ifade etmeye zorlanır. Bir mitin gerçek anlamına ulaşabilmesi için bu aktarımların anlaşılması ve sembollerin açıklanması gerekiyor. Sfenksin bilmecesini tahmin edemeyen, tapınağa kabul edilmeyi beklemesin. Zihni harekete geçiren düşüncenin belirsiz imalarının; tinsel olana maddi olandan ad verdiğinde, görünür biçimlerin sonsuzluğundan ilahiliği sezdirmeye uygun olanları seçtiğinde, hassas duyularla kavranması gerekiyor.
Bu tehlikeli yolda bize rehberlik edecek iki şey var. Tümevarımcı bilimin bilinenden bilinmeyene gitme şiarı dikkate alınarak Amerika’nın yerel dillerinde ilah, tin, ruh gibi düşünceleri ifade etmek için kendi dilimiz ve akraba dillerle aynı mecazlara başvurulup başvurulmadığı incelenecek. Yanıt olumlu çıkarsa yalnızca mitolojilerinin yapısını baştan aşağıya incelemek için sağlam bir dayanak noktası kazanmakla kalmıyoruz, aynı zamanda türümüzün birliğine dair umulmadık bir yerden kanıt elde etmiş oluyoruz: Basit bir incelemenin sağlayabileceğinden çok daha önemli olan, ölüden değil yaşayan bir ruhtan gelen bir kanıt. Amerika dilbiliminin hala çocukluk çağında olduğu ve şu anda bile sunduğu materyallerin düzgün bir şekilde işlenmesiyle, sahip olduğumdan daha sayısız lehçesiyle daha eleştirel bir ilişkiyi gerektirdiği doğrudur. Ancak hasat kıt olsa da işe başlamam için yeterlidir. İkincisi dini ritüeller, dini inançlar hakkında konuşmamızı sağlayan geçerli nakillerdir. Bunlar öncelikle, tanrıların yaptığı farz edilen eylemlerin yavan temsilleridir. Kızılderili yağmur duacısı, barakasının çatısına tırmanır ve gök gürültüsünü temsil etmek için içinde çakıl taşları olan kuru bir kabı kuvvetlice tıngırdatır, bulutların yukarısında fırtına ruhlarının rolünü üstlendiğini hayal ederek bir kamışla altındaki zemine su saçar. Antik Delfi’de Apollo ile ejderhanın savaşı (aydınlık yazın efendisinin dondurucu kışın iblisi üzerindeki zaferi) görmeye değer bir merasimle her bahar tekrarlanmaktaydı. Dolayısıyla gelenekler ve dini törenler, mitolojinin anlamını ve hikâyelerinin kökenini ortaya çıkarır.
Önerdiğim inceleme yönteminin,
1
Waitz,
2
Carriere,