ARABA SEVDASI. Recaizade Mahmut Ekrem

Читать онлайн.
Название ARABA SEVDASI
Автор произведения Recaizade Mahmut Ekrem
Жанр
Серия
Издательство
Год выпуска 0
isbn 978-625-8035-51-3



Скачать книгу

olarak tekrar işitecekti. Evet! Muhteşem dünyanın süsü olan salınarak yürüyen altın saçlı kızla ilk âşıkane bakışmalara başlanarak bahçeye inişler, lakın (gölün) kenarında duruşlar, gülüşler, söylenişler; yer aynası şakası, pırlanta sohbeti, çiçek muhabbeti, gezinişler, yürüyüşler, randevu talebi, rakip belâsı, üzüntü veren ayrılık, veda etmeden gidiş, engellere karşı durma, vakitsiz takip, sonucu olmayan arama, helecanlar, öfkeler sırasıyla üçer beşer kelimeyle söylendikçe Mösyö Piyer bu cümle ve fıkraları kendisine mahsus söyleyiş ve coşkuyla genişletip süsleyerek tekrar edecek, Bihruz Bey de bunları dinledikçe bu güzel, bu şairane romanın kahramanının bizzat kendisi olduğunu düşünerek mutlu (olacak) ve gururlanacaktı.

      Bihruz Bey’in yararlanması bundan ibaret de kalmayacaktı: Henüz birinci bölümü meydana gelebilen bu güzel romanı istediği şekilde sonuçlandırmak için türlü entrikalara, tedbirlere başvurmak gerekeceği konusunda Mösyö Piyer’in teorik ve pratik bilgilerinden de yararlanacaktı. Par malör (ne yazık ki) muallim efendinin bu akşam tersliği tuttu. Sonuç hakkında kendisinden bir fikir almak şöyle dursun, başlangıçtan bile söz etmeye imkân bulunamadı.

      Diğer taraftan Mösyö Piyer de öğrencisine karşı gösterdiği kaba davranışta o kadar haksız değildi. Herif, Süveyş Kanalı meselesi gibi ciddî ve derin bir konu içinde yuvarlanıp uğraşıyor, söylenip duruyorken Bihruz Bey’in damdan düşer gibi:

      “Parlon damur sil vu ple (aşktan söz edelim lütfen),” demesi ve özellikle, “Dö kel amur vule vu kö jö parl (aşkın hangi türünden bahsetmek istiyorsunuz)?” bilip de bilmezlikten gelmesine, “Dö lamur dö fam (kadın aşkından)!” kaba bir ifadeyle karşılık vermesi affolunur münasebetsizliklerden, hazmedilir kabalıklardan mıdır? Oysaki Bihruz Bey, kendi kabahatini anlayamadığından Mösyö Piyer’in münasebetsizliğini mizacındaki sinirliliğin her nedense heyecanda bulunmasına ve bu kötü tesadüfü fataliteye (kadere) yükleyerek konuşmayı mecburen tamamlamamaya karar verdi. Yemek gürültüsü de sona ermişti. Meyveyi beklemeksizin sofradan kalktı. Onun başlatmasıyla aralarında şu sözler söylendi:

      “Pardon Mösyö Piyer! Rahatsızım, başım pek ağrıyor. Müsaadenizle içeri gideceğim. Siz yarın belki erken inmiş olursunuz, o hâlde a mardi, nes pa (salı günü değil mi)?”

      “Nasıl isterseniz.”

      “Bonsuar (iyi akşamlar) mösyö.”

      “Bonsuar bey. Allah rahatlık versin.”

      4

      Zavallı Bihruz Bey bu dakikada gerçekten çok fazla üzgündü. Gündüz saat dokuzdan beri zihninin aşırı çalışmasından, kalbinin nöbet nöbet şiddetli helecanlara tutulmasından zavallı gencin sinirlerinde büsbütün bir sarsıntı meydana gelmişti. Odasında yalnız başına bir hayli düşündükten sonra yapacağı şeyi kararlaştırdıktan sonra bir dereceye kadar sakinleştirmekte başarılı olduğu sinirsel sarsıntıyı Mösyö Piyer’den alacağı öğütler sayesinde bütün bütün yatıştırabileceğini ümit ederek, bu ümitle sofraya oturmuşken muallim efendiden ansızın uğradığı sert muamele, sinirlerini yeniden altüst ettiğinden zavallının sevdalı başına şiddetli bir ağrı yapışmış ve bu ağrı kendisini dinlenmeye muhtaç etmişti. Bunun üzerine bey, sofradan kalktığı gibi salona bile uğramaksızın harem dairesine geçti. Doğruca yatak odasına gitti. Kendisini soymak için gelen dadı kalfayı, “Biraz başım ağrıyor. Yatacağım. Bugün çok dolaştım, yoruldum da. Valide beni soracak olursa, ‘Yarın erken gidecekmiş, yattı,’ deyiver,” diye savdıktan, oda kapısını da sürmeledikten sonra hemen yatağına düştü. Dört beş saat yatağın içinde bir taraftan bir tarafa döne döne nihayet gözlerini kapatabildi.

      Bihruz Bey yemek odasından çıkar çıkmaz Mösyö Piyer yüz otuz altı frank elli sentle yüz yüze kaldı. Bu yumuşak yüzlü, bu tatlı dilli iyi dost, Mösyö Piyer’e bu defa kim bilir ne acı sözler söyledi ki zavallı ihtiyar, sakin sakin biraz düşündükten sonra henüz ısırdığı bir akça armudunu ezmeye uğraşan dişsiz ağzından, “Lâkin bazen ben de münasebetsizlik ediyorum! Zavallı çocuğu fena sıktım. Şuna, gelecek salı kadın sevgisine dair güzel bir eser getireyim,” sözleri istemsizce dökülüverdi.

      Koca profesör! Gelecek salı akşamı öğrencisine cildi yaldızlı bir Kont dö Bokas31 hediye etmeyi kararlaştırmıştı. Bu iyi niyet üzerine Bihruz Bey’e dair artık hiçbir endişesi kalmadı. Önündeki Bordo şişesine uzandı, kadehini doldurdu. Kendi sağlığına içti, sofradan kalktı. Bihruz Bey’in önceden büfenin kenarına bıraktığı sigar32 parçasını kendinin zannederek yakaladı, lambada yaktıktan sonra gazetelerini aldı, bir tarafa çekildi. Yine gönül rahatlığıyla okumaya koyuldu.

      Öte tarafta Bihruz Bey uykuya dalar dalmaz gündüzki olaylar o kapalı gözlerin önünde karmakarışık bir şekilde cereyan etmeye, sofra başındaki konuşmalar ise o kaynar beyninin içinde birbiriyle bağlantısız bir hâlde çın çın ötmeye başladı: Periveş Hanım’ın landosu İstavroz’un üzerinden Beylerbeyi’ne doğru yokuş aşağı o derece hızlı gidiyor ki, tekerlekler yere değmiyor! Landoyu çekenler beygire asla benzemeyen bir çift acayip yaratık. Bunları kullanan bildik parlak düğmeli koşe (arabacı) değil, Keşfi Bey’in kendisi! Bihruz Bey yağız bir ata binmiş, landoyu takip ediyorsa da bir türlü yetişemiyor. Atı kırbaçlıyor, sürüyor, koşturuyor, tam landoya yetişeceği zaman hayvan geri geri gitmeye başlıyor! Bihruz Bey bu hâlden oldukça sıkıntı çektiği hâlde arkasına dönüp görüyor ki Madam Piyer olması gereken bir ihtiyar madam, hayvanın kuyruğuna yapışmış geri geri çekip duruyor. Bu ara Mösyö Piyer, etekleri yerlere sürünür derecede uzun bir robdöşambr giymiş, başında rengarenk tüylerle süslü bir kadın şapkası, iki koltuğunda da birer Bordo şişesi olduğu hâlde birdenbire meydana çıkıyor. “Kes köse kö lamur? Se tön tambur! Me mon şer kavaliye! Javu anfen kö lö bo seks vo miyo kün lapen (Aşk nedir? Bir davul! Dostum arabacı, sana şunu itiraf edeyim ki kadın kısmı bir tavşandan iyidir)!” diye haykırıp sıçradıkça landoyu çeken acayip şekilli yaratıklar şaha kalkıp landoyu deviriyorlar! Landonun içinden bir çift kaplumbağa ile bir de fino köpeği ortaya çıkıyor, derken Bihruz Bey’in yağız atı, beyin altından sıyrılıp ve büyük bir atmaca gibi havalanıp uçmaya, kaplumbağalar dans etmeye, fino köpeği de Bell Elen operasından bir parçayı söyleyerek havlamaya başlıyor.

      Bunlara benzer daha birçok garip vaziyetler, şekiller, hâller…

      Zavallı Bihruz Bey bunları görmekten, bunları işitmekten fazlasıyla huzursuz oluyorsa da gözlerini o rahatsızlık verici uykudan bir türlü açamıyordu. Hele sabaha karşı dadı kalfanın odanın kapısına vurarak, “Beyim nasılsın? Baş ağrısı geçti mi?” diye haykırması genç beyi uyandırdı. Bey, hemen yatağından fırladı. Önce bir pencere açtı, sonra kapıya doğruldu. Dadı kalfayla birkaç laf ettikten ve lavaboda uzun uzadıya yüzünü gözünü yıkayıp kuruladıktan sonra tekrar geldi, açık pencerenin önüne, bahçeye karşı oturdu. Yine düşünmeye başladı. Düşündüğü şeyler rüyasında gördüğü şeyler kadar biçimsiz, garip, münasebetsiz değilse de hemen onlar kadar karışık, onlar kadar birbirinden kopuktu.

      Sabahleyin, Büyük Çamlıca dağından kopup kendisine kadar gelen taze ve saf havayı teneffüs sayesinde yorgun vücuduna bir zindelik, ağrılı başına bir hafiflik geldi. Sinirlerindeki gerginlik geçti. Bu ara iki rafadan yumurta, bir parça taze tereyağıyla büyücek bir fincan içinde sütlü kahveden, iki ufak dilim de francaladan ibaret olmak üzere dadı kalfanın getirdiği kahvaltıyı epeyce bir iştahla yiyip içtikten ve bir sigara da tellendirip beş altı nefes çektikten sonra hemen giyindi,



<p>31</p>

Decameron: İtalyan yazar ve şair Giovanni Boccaccio tarafından yazılan kitap

<p>32</p>

Sigar: puro, yaprak sigarası