Название | Sefiller I. Cilt |
---|---|
Автор произведения | Виктор Мари Гюго |
Жанр | |
Серия | |
Издательство | |
Год выпуска | 0 |
isbn | 978-625-6862-60-9 |
İşte, hayat ona yine adil davranmamıştı; yine soyulduğunu hissediyordu.
Belli etmedi ama çok öfkelendi. Toplum, devlet ve insanlar el birliği ederek onun hakkını yemeye kararlıydı belli ki. Onun sadece bir kez hırsızlık etmiş olmasına karşın, etrafındaki tüm insanlar onu defalarca soyuyordu.
Özgürlük, kurtuluş değildi. İnsan zindanlardan kurtulabilirdi ancak toplumun prangalarından kurtulması mümkün olamazdı.
Grasse’de başına işte bunlar gelmişti. Digne’ye geldiğinde de insanların onu nasıl karşıladıklarını gördük zaten.
X
Uyanan Adam
Katedralin saati gece yarısı saat ikiyi gösterdiğinde Jean Valjean uyandı.
Onu uyandıran şey ise yatağının çok rahat olmasıydı. En son rahat bir yatakta uyumasının üzerinden neredeyse yirmi yıl geçmişti ve üzerini değiştirmemiş olmasına rağmen gayet rahat ve huzurlu bir uyku çekebilmişti.
Dört saatten fazla uyumuş, bütün günün yorgunluğunu üzerinden atmıştı. Dinlenmeye saatler ayırmayı bırakalı çok uzun yıllar olmuştu.
Gözlerini açarak etrafını saran karanlığa baktı, sonra tekrar uyumak niyetiyle gözlerini yeniden kapattı.
Gün içerisinde birçok karmaşık duyguyu bir arada yaşayan ve zihni düşüncelerle dolu bir kişi, bir kez uyandı mı daha da uyuyamazdı. Uyku böylesi insanlar açısından, geldiğinden çok daha kolay kaçardı. İşte, Jean Valjean’a olan da buydu. Tekrar uykuya dalması mümkün olmayınca yeniden düşünmeye başladı.
Gecenin bu saatinde, yorgun adam; daldığı düşüncelerden bunalmaya başlamıştı. Zihninde tam anlamıyla karanlık bir kafa karışıklığı vardı. Bütün geçmişini gözünün önünden geçirdi. Bu zavallı adamın başına neler gelmiş, ne ağır felaketlerden çıkmıştı. İçinde bütün duyguları orantısız biçimde büyüyor, kendisini sanki bu çamurlu ve tehlikeli düşünce havuzunun içerisinde kaybolmuş gibi hissetmesine neden oluyordu. Aklına birçok düşünce geliyordu ancak onu bütün duygularından arındıran ve sürekli olarak diğer düşüncelerden uzaklaştırarak baskın çıkan tek bir düşünce, beynini bir kurt gibi kemiriyordu. Sizi merakta bırakmadan hemen bu düşünceyi aktaracağız: Madam Magloire’ın o gece masaya yerleştirmiş olduğu altı takım gümüş çatal ve kaşık…
Bu altı takım gümüş parçası onu resmen ele geçirmişti. Oradaydılar. Hemen birkaç adım ötesinde. Bulunduğu odaya ulaşmak için yan odadan geçtiği sırada, yaşlı hizmetçi kadının onları yatağın başucundaki küçük dolaba yerleştirdiğini görmüştü. Bu dolabı dikkatlice hafızasına kaydetmişti: Yemek odasından girerken hemen sağda. Çok sağlam ve değerli görünüyorlardı. Ve hepsi antika gümüş parçalardı. Satmaya kalksa en az iki yüz frank ederlerdi: On dokuz yıl boyunca biriktirdiğinin iki katı. Elbette devlet onu bu şekilde soymamış olsaydı, daha fazla kazanacağı da doğruydu.
Bir saat boyunca, yattığı yerde zihni ile vicdanı arasında büyük bir savaş verdi. Saat üçü vurduğunda gözlerini yeniden açtı, birden yattığı yerden doğrularak ve kolunu odanın köşesine doğru uzatarak, el yordamıyla sırt çantasını aldı. Sonra usulca bacaklarını yatağın kenarından sallandırıp neredeyse hiç farkında olmadan doğrulup oturdu.
Bir süre bu hâlde oturarak düşüncelere daldı. Herkesin derin bir uykuya dalmış olduğu o evde, karanlıkta bu şekilde düşünen birini gören kişi, onun kesinlikle iyi bir şeyler planlamadığını anlardı. Hızla eğildi, ayakkabılarını çıkardı ve yatağın yanındaki hasır sandalyenin üzerine usulca koydu; sonra yine uzunca bir süre hareketsiz hâlde oturarak düşünmeye devam etti.
Yukarıda belirttiğimiz o korkunç düşünceler beyninde durmadan dönüp duruyor, yapmakla yapmamak arasında bocalıyordu. Sonra nedenini bilmeden birdenbire aklına zindandaki başka bir mahkûm olan, pamuklu askılı pantolonu, ekose gömleğiyle Brevet geldi.
Bu şekilde düşüncelere dalmış hâlde bir yarım saat daha oturdu, şayet saatin sesini duymamış olsaydı belki de gün ağarana kadar bu hâlde oturup kalabilirdi. Saatin vuruşu ona “Hadi bakalım!” der gibi gelmişti.
Kalktı, bir an yine tereddüt ederek etrafı dinledi; evde tam bir sessizlik hâkimdi, sonra usulca dümdüz yürüdü ve pencereye doğru bir bakış attı. Rüzgârın sürüklemiş olduğu büyük bulutlar yok olmuş, dolunay tüm görkemiyle ortaya çıktığından gecenin karanlığını kırmıştı. Bu elbette ki onun işine de çok yarayacaktı çünkü kör karanlıkta hareket etmesi çok zordu. Bir insanın yolunu görmesini sağlamaya yetecek kadar ışık sağlayan dolunay, kimi zaman gelip geçen bulutlarla karanlığa gömülse de onun içeride rahatça hareket etmesini sağlamaya yetiyordu. Jean Valjean, pencerenin kenarına vardığında etrafı yeniden inceledi. Parmaklıklar yoktu, pencere doğrudan bahçeye açılıyordu ve sadece basit bir kancayla kapatılmıştı. Usulca pencereyi açtı ancak soğuk ve keskin bir hava aniden odaya dolunca hemen tekrar kapattı. Pencerenin arkasından dikkatlice bahçeyi inceledi. Tırmanması oldukça kolay, alçak, beyaz bir duvarla çevriliydi. Bahçenin uzak köşesinde, düzenli aralıklarla yerleştirilmiş ağaçların tepelerini algıladı; bu da duvarın bahçeyi ağaçlarla kaplı bir caddeden veya patikadan ayırdığını gösteriyordu.
Tüm bu incelemeleri yaptıktan sonra, kararlı adımlarla yatağına geri dönerek sırt çantasını açtı; içini karıştırarak bir şeyler çıkarıp yatağın üzerine koydu. Ayakkabılarını çantanın gözlerinden birine yerleştirdi, her şeyi yeniden toparlayarak çantasını omuzuna attı, şapkasını takarak siperliğini gözlerinin üzerine indirdi, sopasını alarak usulca onu pencerenin kenarına dayadı. Sonra yatağa geri dönerek oraya bırakmış olduğu nesneyi kararlılıkla eline aldı. Elindeki şey, bir ucu mızrak gibi sivriltilmiş kısa demir bir çubuğu andırıyordu. Gecenin o karanlığında, elinde tutmuş olduğu o demir parçasının ne için tasarlanmış olduğunu tahmin etmek pek de güç olmamalıydı.
Gündüz vakti olsa onun madencilerin kullandığı bir tür kazma olduğunu fark etmek mümkündü. O dönemlerde hükümlüler Toulon’u çevreleyen yüksek tepelerden taş çıkarmak için bu aletleri kullanırlardı. Bu alet genellikle masif demirden yapılır ve alt uç kısmında bir topuz ile sonlanır, bu sayede kayaları kırmaları kolaylaşırdı.
Demir parçasını sağ eline aldı; nefesini tutarak usulca, bildiğiniz üzere hemen yan taraftaki Piskopos’un yattığı bitişik odanın kapısına yöneldi. Bu kapıya vardığında onu aralık buldu; Piskopos, kapıyı kapatmamıştı.
XI
Neler Yaptı?
Jean Valjean etrafı dinledi. Tek bir ses dahi yoktu.
Kapıyı itti.
Parmaklarının ucunda yürüyerek hafifçe, içeri girmek isteyen bir kedinin sinsi ve huzursuz yumuşaklığıyla ilerledi.
İtmiş olduğu kapı usulca açıldı, kapı aralığını biraz daha genişletti; sessizce hareket ediyordu.
Kısa bir anlığına bekledi, sonra kapıyı tam olarak açtı.
Sessizce ilerlemeye devam etti. Kapı artık onun geçmesine müsaade edecek kadar açıktı. Ancak hemen kapının arkasında bulunan masa, rahat hareket etmesine engel olacak bir açıyla orada duruyordu.
Jean Valjean ne pahasına olursa olsun, açıklığı daha da genişletmesi gerektiğinin farkındaydı.
Hareket etmeye karar vererek kapıya bir öncekinden daha güçlü biçimde yüklendi. Ancak bu sefer kötü yağlanmış olan kapının