Название | İnsanlığın Yıldızının Parladığı Anlar |
---|---|
Автор произведения | Стефан Цвейг |
Жанр | |
Серия | |
Издательство | |
Год выпуска | 0 |
isbn | 978-625-6486-50-8 |
Her zaman paraya ihtiyacı olan kral, artık kendisine ait sayılan bu yerdeki Altın Ülkesi’ni mest olmuş bir biçimde dinliyor; henüz Kolomb’un oldukça kaçık olduğunu, onun vaatlerinden şüphe duyması gerektiğini bilmiyordu. Hemen ikinci yolculuk için büyük bir filo hazırlanıyor ve bu defa mürettebat bulmak için reklama ve davulculara ihtiyaç kalmıyor. Bu, altının neredeyse çıplak avuçla toplandığı, yeni keşfedilen Altın Ülkesi haberi bütün İspanya’yı çıldırtıyor ve altın diyarı El Dorado’ya1 gitmek için yüzlerce, binlerce insan kendiliğinden geliyor.
Ancak şimdi bütün şehirlerden, köylerden ve mezralardan hırsın getirdiği bu kalabalık oldukça karışık. Sadece armalarını daha fazla altınla kaplamak isteyen dürüst asiller, sadece atılgan maceraperestler ve cesur askerler değil; İspanya’nın tüm pisliği ile ayaktakımı da Palos’a ve Cadiz’e akıyor. Altın Ülkesi’nde kârlı bir iş edinmek isteyen mimlenmiş hırsızlar, yol kesenler, soyguncular, borçlularından veya kavgacı karılarından kaçmak isteyen kocalar, bütün haydutlar ve başarısız insanlar, sabıkalılar ve emniyet güçleri tarafından arananlar filoya başvuruyordu; bu bir araya gelmiş çılgın topluluk, nihayet bir hamleyle zengin olmaya ve bunun için de her türlü şiddeti uygulamaya, her türlü suçu işlemeye kararlıydı.
Kolomb’un o ülkelerde sadece küreği toprağa sokmak gerektiği ve hemen altın topaklarının ortaya çıkacağı hakkındaki fantezilerini birbirlerine öyle anlatmışlardı ki içlerinde durumu iyi olanlar, bu değerli metalden büyük miktarlarda taşıyabilmek için yanlarına uşaklar ve katırlar alıyorlardı.
Bu yeni sefere alınmayı başaramayan ise başka bir yolu zorluyor; maceraperestler kralın izni olup olmadığını bile sormadan daha çabuk oraya varmak ve altın, altın, altın toplamak için kendi başlarına gemiler hazırlıyordu; İspanya bir çırpıda bütün huzursuzluklardan ve tehlikeli ayaktakımından kurtulmuştu.
Española (daha sonraki San Domingo ya da Haiti) Valisi, bu istenmeyen misafirlerin kendi yönetimine verilen adayı doldurmalarını dehşetle seyrediyordu. Gemiler her yıl yeni yüklerle geliyor ve her zaman daha işe yaramaz insanları getiriyordu. Ancak gelenler de müthiş bir hayal kırıklığına uğruyordu çünkü burada ne sokaklarda altınlar vardı ne de üzerlerine canavarlar gibi saldırdıkları mutsuz yerlilerde bir zerre altın bulunmaktaydı. Bu yüzden bu azgın insan sürüsü, mutsuz yerlileri ve valiyi korkutarak, eşkıyalık yaparak ortalıkta dolaşıyorlardı. Vali boşu boşuna onlara toprak göstererek, hayvan vererek ve hatta her birisine bolca insani hayvanlar, yani altmış-yetmiş kadar yerliyi köle olarak vererek sömürgeci yapmaya uğraşırdı. Ancak hem soylu ailelerden gelenlerin hem de eski çapulcuların çiftçilikle uğraşmaya niyetleri yoktu. Buğday ekmek ve hayvan gütmek için buraya gelmemişlerdi; ekip biçmek için uğraşmak yerine ya meyhanelerde oturuyor ya da mutsuz yerlilere eziyet etmeyi tercih ediyorlardı ki birkaç yıl içinde tüm yerli halkı yok edeceklerdi. Çoğu kısa bir süre sonra öyle çok borçlanmıştı ki ellerindeki mallarından sonra paltolarını, şapkalarını ve son gömleklerini bile satmak zorunda kalmışlar ama yine de boğazlarına kadar tüccarlara ve tefecilere borçlulardı.
Bu yüzden Española’da başarısız olmuş bu insanlar için adanın saygın bir kişi olarak tanıdığı, diplomalı hukuk adamı Martin Fernandez de Enciso’nun 1510’da adaya yardıma koşmak amacıyla, kendi kolonisinde yeni bir birlik oluşturarak bir gemi hazırladığı haberi büyük bir sevinç kaynağı oluyor. İki meşhur maceraperest Alonzo de Ojeda ve Drego de Nicuesa, 1509 yılında Kral Ferdinand’dan Panama Boğazı ile Venezuela kıyılarının hemen yakınlarında ismini çok acele aldıkları bir kararla Castilia del Oro, Altın Kastilya koydukları bir koloni kurma ruhsatı almışlardı; bu kulağa hoş gelen isme ve söylenen palavralara inanarak kendinden geçen, gerçek dünyayı tanımayan bu hukuk adamı bütün servetini bu işe yatırmıştı. Ancak Uraba Körfezi’nde kurulan bu yeni San Sebastian kolonisinden altın değil, sadece tiz yardım çağrıları geliyordu. Adamlarının yarısı yerlilerle yaptıkları kavgalarda, diğer yarısı da açlıktan yıpranmışlardı. Yatırdığı parayı kurtarmak için Enciso, servetinden geri kalanı da riske atarak yeni bir yardım seferine hazırlanıyor. Enciso’nun asker aradığı haberini alır almaz bütün umutsuz insanlar, Española’nın bütün işsizleri bu fırsattan yararlanarak onunla birlikte buradan kaçmak istiyor. Sadece uzaklaşmak, alacaklılarından ve sert valinin dikkatinden kaçmak istiyorlar! Ancak alacaklılar da tetiktedir. Kendilerine çok borcu olan insanların bir daha görüşmemek üzere kaçmak istediklerinin farkındalar ve bu yüzden valiye gidip, onun özel izni olmadan kimsenin adadan gitmesine izin vermemesini istiyorlar. Vali bu isteklerini haklı buluyor. Sıkı bir gözetim ayarlanıyor, Enciso’nun gemisi limanın dışında beklemek zorunda kalıyor, hükûmetin gemileri devriye geziyor ve izni olmayanların gizlice gemiye binmesini engelliyor. Ölümden, onurlu çalışmaktan veya boğazlarına kadar borçlanmaktan daha az korkan bütün haydutlar, Enciso’nun gemisinin, içinde onlar olmaksızın yelkenlerini şişirip yeni bir maceraya doğru dümen kırışını sınırsız bir öfkeyle seyrediyorlar.
Sandıktaki Adam
Enciso’nun gemisi, Española’dan yelkenlerini şişirerek Amerika kıtasına doğru gidiyor, adanın son konturları mavi ufukta kayboluyor. Sakin bir yolculuk başlıyor ve önceleri dikkat çeken bir şey olmuyor, sadece -meşhur bir av köpeği olan Becericco’nun yavrusu olan ve kendisi de Leoncico adıyla ünlenen- iri ve çok güçlü bir av köpeği huzursuzca güvertede bir aşağı bir yukarı dolaşıyor ve her yeri kokluyor. Kimse bu güçlü hayvanın kime ait olduğunu ve gemiye nasıl bindiğini bilmiyor. Sonunda köpeğin son gün gemiye getirilen oldukça büyük bir erzak sandığının önünden ayrılmadığı dikkat çekiyor. Birdenbire, hiç beklenmedik bir biçimde sandık kendiliğinden açılıyor ve içinden aynı Kastilya Krallığı’nın azizi Santiago gibi kılıç, miğfer ve kalkanla silahlanmış, tahminen otuz beş yaşlarında bir adam çıkıyor.
Bu şekilde, şaşırtıcı cesaretinin ve zekâsının ilk denemesini yapan bu adamın adı Vasco Núñez de Balboa’dır.2 Jerez de los Caballeres’de soylu bir ailede doğmuş, basit bir asker olarak Rodrigo de Bastidas ile Yeni Dünya’ya yelken açmış ve birçok yanlış seferden sonra gemisi Española’da karaya oturmuştu. Vali, boş yere Núñez de Balboa’yı iyi bir sömürgeci yapmaya uğraşmıştı; kendisine tahsis edilen araziyi birkaç ay sonra bırakmış, iflas etmiş ve kendisini alacaklılardan nasıl kurtaracağını bilemez hâle gelmişti.
Kıyıda sıkılmış yumruklarıyla kalan öteki borçlular, gözlerini Enciso’nun gemisine binmelerine engel olan hükûmetin devriye teknelerine dikmiş bakarken Núñez de Balboa büyük ve boş bir erzak sandığına saklanıp, yola çıkma hazırlıkları esnasında ve kimsenin böyle bir kurnazlığı aklına getirmediği bir zamanda, kendisini, sandıkları taşıyan yardımcıların yardımcılarına gemiye taşıttırarak Diego Kolomb’un nöbetçilerini cesurca atlatmış olmuştu. Ancak gemi kıyıdan onun yüzünden geri dönülmeyecek kadar uzaklaştığında bu kaçak yolcu ortaya çıktı. Şimdi gemide!
Lisanslı bir hukuk adamı olan Enciso’nun da çoğu hukuk adamı gibi romantik şeylerle pek ilgisi yok. Yeni koloninin belediye başkanı, polis müdürü olarak orada böyle kaçaklarla ve karanlık kimselerle uğraşmak istemiyor. Bu yüzden hemen Núñez de Balboa’ya onu yanında götürmeyi düşünmediğini ve üzerinde insan olsun veya olmasın rastlayacakları ilk adanın kumsalına bırakacağını bildiriyor.
Ancak iş oraya varamıyor. Çünkü gemi henüz Castilia del Oro’ya doğru yoldayken -henüz daha pek bilinmeyen bu denizlerde, sadece bir düzine kadar geminin geçtiği bu yerlerde bir mucize gibi- yakın bir zamanda ismi bütün dünyada duyulacak olan Francisco Pizarro adında bir adamın yönetimindeki, kalabalık
1
El Dorado (İsp.): Kayıp altın şehir. (ç.n.)
2
Vasco Núñez de Balboa: İspanyol kâşif ve serüvenci. (ç.n.)