Dünyanın Mihveri Kadın mı Para mı?. Hüseyin Rahmi Gürpınar

Читать онлайн.
Название Dünyanın Mihveri Kadın mı Para mı?
Автор произведения Hüseyin Rahmi Gürpınar
Жанр
Серия
Издательство
Год выпуска 0
isbn 978-625-6485-89-1



Скачать книгу

olduğu kadar korumak da kanunun görevi değil midir? Alınız, yalnız siz bakınız. (Ömer Efendi’yi göstererek) Bu ihtiyarın ayıplamasından olsun beni kurtarınız.” dedi.

      Büyük bir zarftan 17x22 boyunda bir agrandisman fotoğrafisi çıkararak komisere uzattı. Hemen zarfı ortadan kaldırmak telaşını gösterdi. Zabıta memuru fotoğrafiyi alırken:

      “Zarfı da beraber veriniz.”

      Bu ikinci emre karşı Edip Münir’in yüzünde bir pembelik dolaştı. Bu utanmadan gelen bir ateş basması mıydı? Hayır… Bu tehlike kızıllığı idi. Komiserin önünde utanır görünmeler hep kendine utangaç “bon enfant”3 süsü vermek için oynanan komediydi. Fotoğrafiden sonra acaba zarfın içinde bu kadar korkulacak ne vardı?

      Komiser fotoğrafı gözlerinin önüne tuttu. Yüzünde bir utanma dalgalandı. Sonra tiksinti saçılan bir bakışla suçluya döndü. Yine fotoğrafa baktı. Elindeki resimle Edip Münir’in suratında bir şeyler inceliyor gibiydi. Bu inceleme sırasında Edip Münir utangaç görünmek hilesiyle eziliyor, büzülüyor, Hacı Ömer Efendi bu hâllerin bir iyilik işareti olmadığını sezmekle birlikte açıkça ne olduğunu da pek anlayamıyordu, şaşkın şaşkın bakıyordu.

      Komiser birdenbire sordu:

      “Bu kadın resmi kimin?”

      Edip Münir birkaç kere yutkunup kaşlarını aşağı yukarı oynattıktan sonra:

      “Kimin olacak efendim… Bu durumda hangi namuslu kadın fotoğrafını çektirmeye müsaade eder?”

      “Ben kadının namusundan söz etmiyorum. Kimliğini soruyorum. Kimdir bu?”

      “Randevu evlerinden birinin sermayesi…”

      “Adı?”

      “Fotini adında bir Hristiyan orospusu.”

      “Yalan söylüyorsun.”

      “Huzurunuzda yalan söylemeye cesaret edebilir miyim?”

      “İşte sen ediyorsun.”

      “Sözümün doğruluğuna sizi nasıl inandırabilirim? Emrediniz, o yolda sizi inandırmaya çalışayım.”

      “Samimi bir şekilde doğruyu söyleyerek…”

      “En samimi doğrusu bu efendim.”

      Komiser yerinden kalkıp oturur gibi sabırsızlık hareketi gösterdikten sonra bağırdı:

      “Bu resim tanınmış zenginlerimizden ihtiyar Rübaioğlu’nun genç karısı S. Hanım’dır!”

      Edip Münir’in benzi uçtu ve kekelemeye başladı:

      “Nasıl bildiniz? Fotoğrafın altında böyle bir açıklık yok. Artık inkâra gücüm kalmadı.”

      “Deminden beri ısrarla niçin inkâr ediyordun?”

      “Kocalı bir kadının adını böyle bir rezaletle zabıta kaydından kurtarmak için…”

      “Göstermek istediğin bu iyi niyet de büsbütün yapma, iğreti bir şey.”

      “Gençlik bu efendim, seviştik. Aşkımızın aklımızı kaybettirdiği bir coşkunluk anında böyle bir delilikte bulunduk. Kabahat hep gençlikte, gençlerde değildir. Paralarına, zenginliklerine güvenip de cinsel arzularını karşılayamayacakları genç kadınlarla evlenen ihtiyarlardadır. Her zaman suçu, suçlu görünenlerin üzerlerine yığmamalı, bunların köklerinin nerelere kadar uzandığını aramalıdır. Sosyal suçların gözlere görünen suçlularından başka çoğunlukla kanunun onlara kadar el atmaya üşendiği gizli suçluları da vardır.”

      Komiser alaylı bir dudak ucu gülümsemesiyle gülerek:

      “Edip Münir Bey, beni kandırmak için gayet acayip bir felsefe teorileri döküp saçmaya uğraşıyorsunuz. Biliniz ki bu çabalarınız boşunadır. Suçluluğunuz hakkında ele geçen kanıtlar hiç söz götürmeyecek bir kuvvettedir.”

      Komiser fotoğrafın boş zarfına elini sokarak bir şeyler aradı. Ve bir kâğıt parçası bulup çıkardı. Üzerinde şu yazıları okudu:

      “22 Mayıs hayatımın en önemli günü. Maddi yararlar sağlamayan zaferin madde dışı tarafıyla övünmekten ne çıkar? Gerçek kararlıların çalışma atılımlarını gözyaşları durduramaz. Önce kendine acı. Bu duygudan artan bir şey kalırsa onu da acıdıklarına dağıtırsın. Ağlamaktansa ağlatmak Tanrısal bir yasadır. Masum bir ceylanla midesine ziyafet çeken aslanın kana bulanmış dişlerindeki gülümsemeyi hatırla…”

      Zabıta memuru gözlerini kâğıttan ayırarak:

      “Edip Münir, bu satırları fazlaca sembolik buluyorum. Ne demek istediğini bana açıkça anlatır mısın?”

      Edip Münir, zoraki bir ilgisizlik tavrıyla:

      “Ne demek isteyeceğim efendim? Saçma… Kim bilir nasıl tuhaf bir ruh hâlimde anlamsız şeyler karalayıp oraya atmışım. O hastalığı andırır psikolojik an geçtikten yarım saat sonra bunların anlamlarının ne olduğunu onları yazan da seçemez.”

      Komiser ısrarlı bir bakışla:

      “Hayır… Hayır… Yine inkâra sapıtma! Bu kâğıdın fotoğrafın bulunduğu aynı zarftan çıkışı iki şey arasında kuvvetli bir ilişki bulunduğunu gösteriyor.”

      “Siz böyle düşünüyorsanız bilmem ama ben bu saçmaları ne maksatla yazdığımı tamamıyla unutmuşum.”

      Komiser otoriter bir bakışla:

      “Sen unutmuşsun ama ben sana bunu hatırlatacak belgeye sahibim. Şu şifrenin anahtarı yazı masamın gözünde duruyor.”

      Komiser bunları söyledikten sonra masanın gözünü çekerek çıkardığı bir kâğıt destesini okumaya başladı:

      “Komiser Beyefendi,

      Çamura itilmiş bir kadın bu rezalet cehenneminden kollarını size uzatıyor. Günahının bağışlanmasını Tanrı’ya bırakarak onu bu bataktan çekiniz. Anlatılışında kara mürekkebin kızaracağı durumdaki çırılçıplak kadın, işte o benim. Rodin’in tam organlı heykeli, vücudumu örtüsüz size seyrettirdikten sonra ruhumdaki yaraları sizden niçin saklayayım? Dışımızı çırçıplak göstermek ne kadar ayıp sayılsa da bu bir şey değil. Asıl iğrenç tarafımız içimizdedir. Benliğimizin saklı tarafına eğilip bakmaktan bazen kendimiz bile ürkeriz.

      Sıradan bir zabıta memuruna değil, sizde büyük bir yargıç, sosyal hastalıkları inceden inceye açmaya alışık merhametli bir doktor, bir uzman ruh adamı kabul ederek açılıyorum. Cinayetle ilgili araştırmalarınızda siz de elbette birkaç masum suçlularla karşılaşmışsınızdır. İşte ben de onlardan biriyim. Ben kanunun cezasından çok şefkatine ihtiyaç duyan bir suçluyum. Ceza, ruhu nasırlandırır, şefkat yumuşatır. İçten gelen ızdırabımın yanında kanunun azabı hiç kalır. Elimdeki kalem ilk önce onu tutan parmakların sahibine lanet etmeden bu satırları nasıl yazacak?

      Komiser beyefendi, karşınıza çıkarılan her suçluyu suçlamazdan önce suçların kaynaklarını arayınız. Onlar damar damar, gizli, sinsi yollardan sızıp gelir. Çok olaylarda olayın, çıkma nedeni aranmayarak bu ahlak miyazmalarının zehirlerine mensup olanlar suçlu gösterilir.

      Her şeyde sebep arayan bir felsefe varsa da henüz bu sebepleri doğru keşfedecek bir fen doğmamıştır.

      Bakınız, felaketin başlangıcı nerede? Altı yaşında bir kız okula gidip gelirken altmışına yaklaşmış bir adam ona karısı isteğiyle bakarak göz koyuyor. O masum çocuk benim. O kadın isteklisi adam, kocam Rübaioğlu’dur.

      Her



<p>3</p>

İyi çocuk; uslu çocuk