Название | Tom Amca’nın Kulübesi |
---|---|
Автор произведения | Гарриет Бичер-Стоу |
Жанр | |
Серия | |
Издательство | |
Год выпуска | 0 |
isbn | 978-625-99852-0-6 |
“Daha can sıkıcı gençler gördünüz mü?” dedi Chloe Teyze, kendinden memnun bir şekilde. Bir yandan da böyle acil durumlar için sakladığı eski havluyu, çatlak çaydanlıktan biraz su dökerek ıslatıp esmer şekerleri bebeğin yüzüyle ellerinden silmeye başladı ve parlayana kadar sildikten sonra da bebeği Tom’un kucağına oturtup akşam yemeği artıklarını temizlemeye koyuldu. Bebek fırsat bu fırsat Tom’un burnunu çekiyor, yüzünü tırmalıyor ve şişman ellerini yün gibi saçlarına gömüyordu, bu sonuncu yaptığından özellikle keyif alıyordu.
“Ne şirin şey değil mi?” dedi Tom, onu kendinden uzakta tutarak; sonra ayağa kalkıp onu geniş omuzlarına yerleştirdi ve hoplamaya, onunla dans etmeye başladı, bu arada Efendi George da mendiliyle bebeğe vuruyordu. Tekrar dönen Mose ve Pete onun ardından ayılar gibi homurdanıyorlardı, ta ki Chloe Teyze gürültücülerin “kafalarını kopartacağını” söyleyene kadar. Ama dediğine göre bu olay kulübede olağandı, açıklanışı coşkuyu azaltmadı, ta ki herkes sakinleşinceye kadar bağırdılar, yuvarlandılar ve dans ettiler.
“Eh, artık istediğiniz olmuştur.” dedi, açılır kapanır yatağın altından tekerlekli yatağı çekmeye uğraşan Chloe Teyze. “Ve şimdi de siz Mose ve Pete, şuraya girin zira biz bir toplantı yapacağız.”
“Ah, anne, bunu istemiyoruz. Biz de oturmak istiyoruz, toplantıyı merak ediyoruz. Bu hoşumuza gidiyor.”
“Chloe Teyze, it onu alta ve orada otursunlar.” dedi Efendi George kararlı bir şekilde ve kaba saba şeyi şöyle bir itiverdi.
Durumu kurtarmış olan Chloe Teyze onu alta itmekten son derece memnundu, bunu yaparken de şöyle dedi, “Eh, belki bu sefer işe yarar.”
Ev şimdi herkesin toplantının hazırlıklarını ve düzenlemelerini tartıştıkları bir komiteye dönüşmüştü.
“Bu yer konusunda ne yapacağız, ben ne yapacağımızı bilmiyorum.” dedi Chloe Teyze. Toplantı bir süredir Tom Amcalarda haftalık olarak yapıldığından, daha fazla yer yoktu ve yer sorununun çözümlenme umudu var gibi görünüyordu.
“Geçen hafta yaşlı Peter Amca ilahi söylerken o eski sandalyenin bacaklarını kırdı.” dedi Mose.
“Hadi oradan! Eminim onları sen oradan çıkarmışsındır; parlak fikirlerinden biridir.” dedi Chloe Teyze.
“Eh, duvara dayarsanız, yine de ayakta durur!” dedi Mose.
“O zaman Peter Amca oraya oturmamalı çünkü ilahi söylerken zıplıyor. Geçen gece, ta odanın öbür ucuna zıpladı.” dedi Pete.
“Aman Tanrı’m! O zaman onu içeri alalım.” dedi Mose. “Ve sonra şöyle der, ‘Gelin azizler ve günahkârlar, beni dinleyin.’ Ve sonra aşağı yuvarlanır. Mose yaşlı adamın genizden gelen sesini aynen tekrarladı, olabilecek felaketi göstermek için de yere yuvarlandı.
“Hadi bakalım, doğru durun, olmaz mı?” dedi Chloe Teyze. “Hiç utanmıyor musunuz?”
Ancak Efendi George gülerek suçlunun yanını tuttu ve Mose’u kararlı bir tavırla bir âlem ilan etti. Böylece annenin uyarısı havada kaldı.
“Eh, yaşlı adam.” dedi Chloe Teyze. “Artık şu fıçıları taşımak zorundasın.”
“Annemin fıçıları Efendi George’un iyi kitapta okuduğu gibi insanı asla yarı yolda bırakmaz.” dedi Mose, Peter’dan yana çıkarak.
“Eminim geçen hafta biri yıkıldı.” dedi Pete. “Ve ilahinin ortasında hepsi yere yığıldı; biz de düşüyorduk, öyle değil mi?”
Bu sırada Mose ile Pete iki boş fıçıyı kulübeye yuvarlamış ve iki tarafından taşla yuvarlanmasın diye emniyete alıyorlardı, üzerlerine tahtalar yerleştirildi, bazı varil ve kovaların çevrilmesiyle ve çürük sandalyelerin hazırlanmasıyla hazırlıklar sonunda tamamlanmıştı.
“Efendi George öylesine iyi bir okuyucu ki, şimdi kalıp bize de okuyacak.” dedi Chloe Teyze. “Hem böylesi çok daha ilginç olur.”
George buna dünden razıydı, zira bu oğlan onu önemli kılacak her şeye her zaman hazırdı.
Çok geçmeden oda her türden kalabalıkla doldu, sekseninde yaşlı, beyaz saçlı saygın dededen, genç kıza ve on beşinde delikanlıya kadar. Çeşitli konularda küçük, zararsız dedikodular birbirini takip etti, mesela Sally Teyze yeni kırmızı başörtüsünü nereden almıştı, “Lizzy’nin düğün töreni yapıldığında hanımı benekli muslin giysi verecekti.” Nasıl Efendi Shelby yeni bir kızıl doru tay almayı düşünüyordu ki bu yerin şanına şan katacaktı. Katılmaya izinleri olan, yakın çevredeki ailelerden ibadet edenler evlerinde ve çevrelerinde olup bitenlerle ilgili çeşitli haber kırıntıları getirmişlerdi. Bunlar daha üst çevrelerde aynı türden küçük laflar nasıl dolaşırsa onun gibi serbestçe dolaştı.
Bir süre sonra ilahiler başladı, herkesin çok zevk aldığı belliydi. Genizden gelen tonlamaların olumsuzluğu, bir zamanlar vahşi ve hevesli bir havası olan doğal güzellikteki seslerinin etkisini engelleyemiyordu. Sözler bazen kiliselerde bilinen ve söylenen ilahilerden dizeler ve bazen de kamp toplantılarında seçilen daha yabansı, daha tanımsız sözlerdi.
Büyük coşku ve hazla söylenen birinin sözleri şu şekildeydi:
Ölmek savaş alanında,
Ölmek savaş alanında,
Ruhumda şan ve şerefle.
Diğer bir sıkça yenilenen şu sözleri tekrarlıyordu:
Şerefimle gidiyorum, benimle gelmez misin?
Görmüyor musun melekler çağırıyor ve beni de çağırıyorlar.
Altın şehri ve ölümsüz günü görmüyor musun?
Diğerleri de vardı, durmadan adı geçen “Ürdün’ün kıyıları”, “Kenan tarlaları” ve “Yeni Kudüs”, coşkulu ve hayalperest zenci aklı her zaman kendini canlı ve resim gibi doğanın ilahilerine ve ifadelerine bağlıyordu; ilahi söylerken, bazıları gülüyordu, bazıları ağlıyordu, bazıları el çırpıyordu ya da birbirleriyle el sıkışıyordu, sanki nehrin diğer tarafını kazanmış gibi.
Çeşitli tavsiyeler veya deneyimler ilahiyle karışmış olarak bir sonraki sırada yer alıyordu. Çoktan çalışma yaşı geçmiş ama tarihin bir sayfası olarak saygı gösterilen, beyaz saçlı yaşlı bir kadın ayağa kalktı ve değneğine abanarak, dedi ki: “Eh, çocuklar! Sizi bir kere dinlediğim ve gördüğüm için çok memnun oldum çünkü cennete ne zaman giderim bilmiyorum ama hazırlandım çocuklarım; öteberimi bağladım ve bonemi de taktım, sadece beni alıp evime götürmelerini bekliyorum. Bazen geceleri tekerlek sesi duyar gibi oluyorum ve hep dışarı bakıyorum; şimdi siz de hazır olun, zira size söylüyorum çocuklar.” diyerek değneğini sertçe yere vurdu. “Şu cennet çok yüce bir şey! Çok yüce bir şey çocuklar, -onunla ilgili bir şey bilmiyorsunuz- o muhteşem.” Yaşlı kadın gözlerinden sicim gibi yaşlar akıtarak yerine oturdu, kendine gelmeye çalışırken, çepeçevre dizilmiş herkes söylemeye başladı.
Ah, Kenan, parlak Kenan
Kenan topraklarına gitmeye hazırız.
Efendi George istek üzerine Vahiy Kitabı’nın son bölümlerini okudu. “Yüzü suyu hürmetine!”, “Şunu duy!”, “Bunu bir düşün!”, “Bütün bu söylenenler