Tom Amca’nın Kulübesi. Гарриет Бичер-Стоу

Читать онлайн.
Название Tom Amca’nın Kulübesi
Автор произведения Гарриет Бичер-Стоу
Жанр
Серия
Издательство
Год выпуска 0
isbn 978-625-99852-0-6



Скачать книгу

orada masum ve alçak gönüllü duruyordum.”

      “Tanrı’m, seni gördüm.” dedi Andy. “Sen de eski bir beygir değil misin, Sam?”

      “Öyleyimdir herhâlde.” dedi Sam. “Hanımı yukarıda pencerede gördün mü? Onu gülerken gördüm.”

      “Elbette öyledir, ben koşuyordum, o yüzden bir şey görmedim.” dedi Andy.

      “Eh, gördün.” dedi Sam, Haley’nin tayını yıkamak için ağır ağır ilerleyerek. “Gözlem diye adlandırabileceğin bir yeteneğim var, Andy. Bu çok önemli bir yetenek Andy ve sana bunu edinmeni tavsiye ederim, şimdi daha gençsin. O arka ayağı kaldır, Andy. Gördün mü, Andy, zencilerde bunca farklı olan gözlemdir. Bu sabah rüzgârın nereden estiğini görmedim mi? Hiç söylemese de hanımımın ne istediğini görmedim mi? Bunlar gözlem, Andy. Bunlara beceri diyebilirsin. Beceriler farklı insanlarda değişir ama bunları edinmek insana çok yol aldırır.”

      “Sanırım bu sabah gözlemine yardım etmeseydim, yolunu bu kadar akıllıca göremezdin.” dedi Andy.

      “Andy.” dedi Sam. “Sen umut veren bir çocuksun, bundan hiç kuşkum yok. Senin hakkında çok düşündüm, Andy; senden hiçbir şekilde fikir almaktan gocunmuyorum. Hiç kimseye aldırmamız gerekmez, Andy çünkü bazen en akıllılarımız yanılıyor. Hadi şimdi eve gidelim, Andy. Eminim hanımım bize alışılmadık güzel bir şeyler verecek bu sefer.”

      VII

      Annenin Mücadelesi

      Tom Amca’nın kulübesinden ayrılıp gittiğinden beri Eliza’dan daha yalnız ve ümitsiz bir insanoğlu tasavvur etmek imkânsızdı.

      Kocasının acıları, karşılaştığı tehlikeler ve çocuğunun içinde bulunduğu tehlike, karmakarışık ve sersemletici risk duygusu, tek bildiği evi terk etmesi ve sevdiği, saygı duyduğu bir arkadaşın korumasından ayrılması ile hepsi birden kafasında karışmıştı. Sonra her bildiği nesneden ayrılmak vardı, büyüdüğü yerden, altında oynadığı ağaçlardan, mutlu günlerinde genç kocasının yanında akşamları yürüdüğü korulardan… Her şey açık ve soğuk, yıldızların aydınlattığı bir gecede ona sitemli bir şekilde konuşuyor ve böyle bir evden gitmeli mi diye soruyor gibiydi.

      Ama bunların en güçlüsü ana sevgisiydi, çok yakına gelmiş korkunç tehlike ile çılgınlık nöbetine dönüşmüştü. Oğlu yanı başında yürüyecek yaştaydı ve başka bir durumda elinden tutar götürürdü ama şimdi onu kollarından bırakmak düşüncesi tüylerinin ürpermesine sebep oluyordu ve hızla ilerledikçe sarsıcı bir kucaklamayla bağrına basıyordu.

      Donmuş toprak, ayaklarının altında çatırdadı ve sesten ürperdi; her titreyen yaprak ve gölgeyle ağzı yüreğine geliyordu ve adımlarını sıklaştırıyordu. Sanki bedenini sarmalamış gibi gelen gücü düşündü; zira oğlunun ağırlığı bir tüy gibi geliyor ve her korku dalgası üzerine gelen olağanüstü gücü artırıyor gibi geliyordu, bu sırada solgun dudakları açılarak sık sık yukarıdaki arkadaşa dualar söyleyiveriyordu: “Tanrı’m, yardım et! Tanrı’m, beni kurtar!”

      Eğer o sizin Harry’niz, anneniz ya da Willie’niz olup da yarın sabah zalim bir tüccar tarafından koparılıp alınacak olsaydı -eğer adamı görseydiniz ve kâğıtların imzalanarak verildiğini duysaydınız, kaçmak için sadece saat on ikiden sabaha kadar vaktiniz olsaydı, siz ne kadar hızlı yürüyebilirdiniz? Ciğerpareniz göğsünüzde, küçük uykucu kafası omzunuzda- o birkaç kısa saatte kaç kilometre yol yapabilirdiniz, küçük, yumuşak kolları size güverenek boynunuzu tutarken?

      Zira çocuk uyudu. Önceleri acayiplikler ve korkular onu uyanık tutuyordu ama annesi öylesine hızlıca her nefesi ya da sesi bastırıp eğer uslu durursa mutlaka onu kurtaracağı güvencesini verdi ki uykusunun geldiğini fark ederek sessizce onun boynuna asılıp sadece şunu sordu:

      “Anne, uyanık kalmak zorunda değilim, değil mi?”

      “Hayır tatlım; eğer istiyorsan uyu.”

      “Ama anne, eğer uykuya dalarsam onun beni almasına izin vermezsin değil mi?”

      “Hayır! O zaman Tanrı yardımcım olsun!” dedi annesi, daha solgun yanakları ve iri koyu gözlerinde parlak bir ışıkla.

      “Eminsin, değil mi, anne?”

      “Evet, eminim!” dedi annesi, kendisini bile ürküten bir sesle zira ses onun parçası olmayan içindeki bir ruhtan gelmiş gibiydi. Çocuğun küçük, yorgun kafası kadının omzuna düştü ve çok geçmeden uykuya daldı. O sıcacık kolları, boynuna gelen nazik nefesi nasıl da hareketlerine bir ateş ve canlılık katmıştı! Teslim olmuş uyuyan çocuğun her nazik dokunuşu ve hareketi içindeki elektrik ırmaklarına bir güç veriyor gibiydi. Beyninin bedeni üzerinde üstün oluşu o kadar muhteşemdi ki bir süreliğine et ve sinirleri dayanıklı kılabiliyordu ve kasları çelik gibi geriyor, böylece zayıf bile çok güçlü hâle geliyordu.

      Yürüdüğü sırada çiftliğin sınırları, baş döndürücü bir şekilde yanından geçti ve o bir tanıdık nesneyi diğerinin ardında bırakarak yürümeye devam etti, yavaşlamadı, durmadı, ta ki kızıllaşan gün ışığı her tanıdık objenin izlerinden kilometrelerce uzakta açık otoyolda onu buluncaya dek.

      Hanımıyla birlikte sık sık bazı bağlantılarını ziyaret etmek için Ohio Nehri’nden çok da uzak olmayan küçük köy T.’yi ziyaret ederlerdi ve yolu iyi bilirdi. Oraya gitmek, Ohio Nehri’nden karşı tarafa kaçmak aceleyle yapılmış kaçış planının ilk hatlarıydı; bunun ötesini yalnızca Tanrı’dan umut edebiliyordu.

      Atlar ve arabalar otoyolda hareket etmeye başladığında, heyecanlı duruma özgü, bir esin gibi gelen uyanık bir idrakle, başı önde gidişi ve telaşlı tavrının dikkat ve kuşku çekeceğinin farkına vardı. Bu sebeple oğlanı yere koydu ve elbisesiyle başlığını düzelterek, görüntüsüne uyduğunu düşündüğü bir hızda yürümeye başladı. Çocuğun hızını artırmak için kullanmak üzere çıkınında kek ve elma erzağı vardı, önlerinde elmayı yuvarladıkça oğlan bütün gücüyle peşinden koşuyordu ve sık sık tekrarlanan bu numarayla onlara bir kilometreye yakın yol aldırıyordu.

      Bir süre sonra içinden temiz bir derenin şırıl şırıl aktığı sık ormanlık bir araziye ulaştılar. Çocuk açlık ve susuzluktan yakınırken, kadın onunla bir çiti aştı ve onları yoldan saklayan büyük bir kayanın arkasında oturarak ona küçük çıkınından kahvaltı verdi. Oğlan onun yemeyişine meraklanıp üzülmüştü ve kollarını boynuna dolayarak kekin bir kısmını onun ağzına sokmayı denese de boğazında yükselen bir şey onu boğacakmış gibiydi.

      “Hayır, hayır, Harry tatlım! Sen güvende olana dek anne yiyemez! Nehre gelinceye kadar devam etmeliyiz!” Sonra tekrar aceleyle yola çıktı ve kendini düzgünce yürümek, sakince ilerlemek için zorladı.

      Kişisel olarak bilindiği çevreleri geçeli kilometrelerce yol olmuştu. Eğer onu tanıyan birine rastlayacak olursa ailenin iyi bilinen iyi yürekliliğinin şüphe çekmesine engel olacağını düşündü, onun kaçak olabileceği zannını ihtimal dışına itecekti. Eğer irdelenmezse zenci soyundan olduğu bilinmeyecek kadar beyazdı ve çocuğu da beyaz olduğu için şüphelenilmeden geçmesi daha kolay olacaktı.

      Bu varsayımla, biraz dinlenmek ve çocuğuyla kendine biraz akşam yemeği almak için öğleyin temiz bir çiftlik evinde durdu. Zira mesafeyle tehlike azaldığı için sinir sisteminin doğal olmayan baskısı azalmış ve kendini hem yorgun hem de acıkmış bulmuştu.

      Kadın iyi kalpli, nazik ve dedikoducu biriydi, konuşacak birinin gelmesinden memnun görünüyordu; Eliza’nın dediklerini pek de sorgulamadan