Ocak Sönmesin Diye - Lütfü Şehsuvaroğlu Kitabı. Hasan Yılmaz

Читать онлайн.
Название Ocak Sönmesin Diye - Lütfü Şehsuvaroğlu Kitabı
Автор произведения Hasan Yılmaz
Жанр
Серия
Издательство
Год выпуска 0
isbn 978-625-6865-44-0



Скачать книгу

Ayrıca Üstat Necip Fazıl’ın “Büyük Doğu” dergisini de takip ediyorduk.

      Şimdi bir yanda Türk ülküsünü anlatmaya çalışıyor ve legal zeminde sesinizi kitlelere duyurmaya çalışıyorsunuz. Diğer yanda ise silah talimi yapıyorsunuz? Neden silah edinme gereği duydunuz? Türkiye yavaş yavaş terörize olduğu için mi?

      Silahı kendi paramızla almıştık. Kış gecelerinde o zamanlar vagon kantarının olduğu yere kurtlar bile gelirdi. Biz de biraz da gençlik merakıyla silah almıştık. Ama asıl gerekçesini ileride anlatacağım. O zaman bir çatışma ortamı filan yoktu.

      Ben üniversiteye girdiğim sene, aynı zamanda Etimesgut Büyük Ülkü Derneğine başkan seçildim. Dolayısıyla üzerimdeki sorumluluğa paralel, faaliyetlerimiz de arttı. Şeker Fabrikasında kazandığım ilk maaşım ile ispirtolu bir teksir makinesi ile Olivetti marka daktilo aldım. Şimdiki gibi fotokopi filan yoktu tabii. Mumlu kâğıdı Olivetti daktiloda dizer, sonra teksirle çoğaltırdım. Afişlerimizi ve dergimizi de bu iptidai matbaada kendimiz yapardık.

      Batılı Yaşam Tarzında KİT’lerin Etkisi Oldu mu?

      Yaşayan bir toplum ve duyarlı, dinamik bir gençlikten söz ediyorsunuz. Demek ki günümüzde toplum olarak çok da ileriye evrilmemişiz.

      Geri mi evrildik, ileri mi evrildik, bilemem. Ancak o zaman Şeker Şirketinin orkestrası vardı ve akşamları caz müziği çalardı. Bugün Türkiye’de çok nadir yerde caz müziği çalınır. Havuzlu bahçemiz vardı. Dünya şampiyonları yetiştiren güreş takımımız vardı. Her şeker fabrikasının bir futbol takımı vardı. Normalde Şeker Fabrikasının lojmanları halktan kopuk değildi. Ankara’da ve Erzincan’da yerleşke içerisindeydi. Turhal’da duvar içerisinde değildi, sadece sınır belliydi. Yolun sol tarafı, Pancar, Akasya, Şeker Sokağı, sağ tarafı da Nurkavak Sokağı idi. Nurkavak Sokağı’nda müdürler oturuyordu. Balolar orkestra orada olurdu.

      Türkiye’deki KİT’ler, toplumu Batılılaştırma yönünde, aynı zamanda modern hayatı taşıma noktasında önemli fonksiyonlar icra ettiler. Hem modern tarımı öğrettiler, aynı zamanda burada yaşayan bürokratik çevreyi de yaşam standardı bakımından yükselttiler. Ben koloninin içerisinden biri olarak, hep koloninin dışına kaçardım. 30 Ağustos Mahallesi’ne, gecekondu mahallelerine giderdim. Ben onlarla arkadaşlık yapardım. Fakat sonradan gördüğüm, koloni dışındakiler koloniye girmek için can atarlarmış. Bunu aynı zamanda genel ülkücülük eleştirisi için de söyleyebilirim. Bu gerçekte 1000 yıllık terkibimizi sürmek bir aristokrat kimliği olması icap ederken (Üstat Necip Fazıl’da olduğu gibi) sonradan varoşların, gecekonduların talepkârlarının merkezden nemalanma kültürü olarak yansıdı. Siyaset; milliyetçi, solcu, İslamcı iktidarların merkezde konuşlanışı, onlara yönelik çevresel talepleri merkezde emme sanatı oldu. Çevredeki insanlar hayatlarını daha güzelleştirmek için meğerse o sevdada imişler. Asıl dertleri, İslamcılık, sosyal demokratlık, ülkücülük değil, kendi sosyal statülerini düzeltmek amacıyla kendileri o koloniye girmek istiyorlarmış.

      Koloninin içerisinde kendi benzeşlerinizi bulamıyor muydunuz?

      Koloni içinde benzeşlerim vardı ve onlarla da arkadaşlık yapıyordum. Ama dışarıda da arkadaşlarım vardı.

      Dışarıya çıkmak kalabalıklaşmak, kendini ifade etmek, oraları fethetmek arzusundan kaynaklanmıyor mu? Çünkü artık ülkücü oldunuz.

      Bu ağır bir ifade olur ama doğru. Mesela Etimesgut-Sincan arasında dolmuş şoförlüğü yapanlar vardı. Bunları mutlaka kazanmamız lazım diye bakardık. Ankara’da kurtarılmamış mahalleler vardı, Tuzluçayır, Gazi Mahallesi gibi. Buraların solun elinden kurtarılması lazımdı. Gazi Mahallesi devrimci solun elindeydi ve oradan trenle gelip Etimesgut, Sincan’ı ele geçirmek isterlerdi. Biz de orada hâkimiyet kurmaya çalışırdık. Bu arada da bu hâkimiyet için dolmuşçuların kabadayı gücüne ihtiyacımız vardı. Ben de onların kabadayı gücünü kazanmak için onların şarap içtikleri ortama gittim. Serde delikanlılık olduğu için istemeye istemeye ben de onlarla beraber bol fındık ve fıstıkla beraber hadi bir bira içeyim dedim. Hayatımda ilk ve tek içtiğim alkol odur. Gittiğim o akşam bu dolmuş şoförlerinin hepsini ülkücü yaptım. Onlar daha sonra beni beğenmemeye başladılar. Çünkü onların çoğu daha sonra Adıyaman Kahta’nın müridi oldular.

      Bir akşam adamların şarap ortamlarında sohbet ettin ve adamlar ülkücü oldu. Ülkücü olmak nasıl oluyordu? Bir akşamda ülkücü olmak mümkün müydü?

      Ülkücü çok kolay olunuyordu. Bak nasıl olunuyordu anlatayım; Ali Bilir ile Dışkapı’da Modern Çarşı’ya gittik. 5 liraya bir tane şampiyonlara verilen küçük bir kupa aldık. Kupanın üzerine “Büyük Ülkü Derneği 1974 Bahar Kupası Şampiyonu” diye yazı yazdırdık. Daha sonra Etimesgut’ta bahar kupası futbol turnuvası yapılacağını afişlerle duyurduk. Meslek gruplarından, mahallelerden 16 takım müracaat etti. Erzurum Mahallesi, Çankırı Mahallesi, 30 Ağustos Mahallesi, Şekerspor, Elmasspor gibi takımlar müracaat etti. Ya da bu isimlerle takımlar kuruldu. Her takımda 16 oyuncu oldu. 16 takım ve 16 sporcu ne demek? 256 insan turnuvada yarışmacı oldu demek. Bunlar eleme usulü maçlar yaptılar. Bütün yaz bu maçlarla geçti. Hemen her gün bir maç yapılıyordu. Nereden baksanız her maçı en az 50 kişi seyrediyordu. Maçtan sonra da katılan sporculara “Ocakta bir çay içelim arkadaşlar.” diyorduk. Gelen 50-100 kişi ile sohbet ediyor, onlara kitap tavsiye ediyor, onların dertleriyle ilgileniyorsun. Böylece bir tanışma ve kaynaşma ortamı yaratmış oluyorduk. Hemen hemen yakın yaşlarda insanlar olduğumuz için kaynaşmamız da kolay oluyordu. Dolayısıyla bir şey demeden bunların hepsi ülkücü oldu. Bunlara ayrı bir şey dememize gerek yoktu. Çünkü hepsi Çankırı’dan Çorum’dan, Erzurum’dan, Yozgat’tan vatan çocukları. Hepsi bu toprağın çocuklarıydı. Ülkücülükte bu toprağın fikriyatıdır. Alpaslan, Fatih, Atatürk… Hepsi aynıdır. Ülkücülük de hepsini meczetmiş bir fikirdir. Hepsi aynı fikirde toplandılar.

      Lise Futbol Takımı

      Her şey yolunda gitti mi?

      Hayır. Biz Etimesgut’ta bu faaliyetleri yaparken dışarıdan işgal güçleri gelmeye başladılar ve bizim için mücadele yılları başladı. İşgal güçleri Gazi Mahallesi’nden geliyordu. 1974 yılına kadar gayet sakin giden olaylar, 1974 yılındaki genel af ile birlikte hareketlendi. Cezaevinden çıkan eski ve tecrübeli solcular, mahallelere yayılmaya başladılar. Etimesgut bir işçi muhiti idi. Aynı zamanda gecekondu mahallesi. Sol söylem burada tutabilir. Orayı ele geçirmek için dışarıdan devrimciler gelmeye başladılar. Mahallede sol örgütlenme için uygun bir vasat vardı. Sınıfsal olarak Marksizm burada neşv-ü nema bulabilir arzusuyla sol gruplar Etimesgut’a geldiler. Kızlı erkekli gruplar sabahtan trene binip Etimesgut’a geliyorlar, akşama kadar afiş asıyorlar, bildiri dağıtıyorlar ve saat 16.00 treni ile Gazi Mahallesi’ne dönüyorlardı. Normal banliyö treni Sincan’a kadar giderdi. 16.00 treni ise Etimesgut’tan kalkardı. Bunlar bütün mahalleleri gezip bildiri dağıttıktan sonra, 16.00 trenine doluşup giderlerdi. O zaman onların karşısına bir güç çıkması gerekiyordu ama bizim gençler çıkamıyordu. Ayrıca korkutmak da lazımdı. Yoksa mahalleyi ele geçireceklerdi. Ama neyle korkutacaktık!

      Silahı Cesurlar mı Taşır?

      Evet belli ki kavga ile henüz tanışmamışsınız. Ütopik bir ideolojik ortam var. Belki de liseli olmanın toyluğundan. Peki, o dönemde hiç solcularla çatışmadınız mı?

      Ben 1973