Название | Gömülü Şamdan |
---|---|
Автор произведения | Стефан Цвейг |
Жанр | |
Серия | |
Издательство | |
Год выпуска | 0 |
isbn | 978-625-6485-81-5 |
Bu arada Vandallar limandan içeriye doğru, boş Roma Caddesi’nde ağır, emin, planlı ve muzaffer tavırlarla ilerlemekteydiler. Sarışın, uzun saçlı Germen savaşçılar yüzer yüzer, iyi eğitilmiş asker adımlarıyla muntazam sıralarla yürüyor, onların önünde çölün huzursuz yardımcı halkı, siyah derili ve kapkara saçlı Numidialılar güzel safkan atlarını üzengisiz ve parlak dönüşlerle çevreye yayılarak koşturuyorlardı. Vandalların kralı Genserik alayın ortasında atının sırtındaydı. Yayan giden halkına eyerinin üzerinden kayıtsız bir memnuniyetle gülümsüyordu. Yaşlı ve tecrübeli asker gözcülerinden çoktan ciddi bir direnişten korkmasına gerek olmadığı, bu defa ciddi bir meydan savaşına değil, sadece tehlikesiz bir yağmaya doğru hareket ettikleri haberini almıştı. Gerçekten de tek bir düşman askeri görünmüyordu. Ancak güzelce düzleştirilmiş sahil caddesinin, Roma’nın ortasındaki Porta Portuensis meydanına açıldığı dört yol ağzında Papa Leo, kralın karşısına çıktı; çevresi pırıl pırıl din adamlarıyla sarılı, tüm nişanlarıyla süslenmiş beyaz sakallı ihtiyar Papa Leo, daha birkaç yıl önce korkunç Attila’yı Roma’ya kıymaması için olağanüstü bir şekilde ikna etmiş ve dinsiz Hun onun bu ricasına akıl almaz bir biçimde boyun eğmişti. Genserik de haşmetli beyaz sakallıyı görünce atından indi ve topallayarak (sağ ayağı kısaydı) kibarca ona doğru gitti. Ancak ne balıkçı yüzüğünün takılı olduğu elini öptü ne de inançlılar gibi diz çöktü çünkü Arian bir kâfir olarak papayı gerçek Hristiyanlığı zorla ele geçiren kişi olarak görüyordu ve papanın bu kutsal şehri esirgemesi anlamına gelen Latince konuşmasını soğuk bir kibirle dinledi. Hayır, tasaya gerek yok yanıtını verdi tercümanı vasıtasıyla, insanlık dışı davranacağından kimse korkmamalıydı, kendisi de bir savaşçı ve Hristiyan’dı. İktidar hırsına kapılmış bu şehrin binlerce şehri yıkmış ve yerle bir etmiş olmasına rağmen Roma’yı yakmayacak ve harap etmeyecekti. Cömert davranarak hem kilise varlıklarını hem de kadınları koruyacaktı, güçlünün ve muzafferin hakkı doğrultusunda ganimetlerini yalnızca “sine ferro et igne”3 toplayacaktı. Ancak şimdi -ahır görevlisi yine üzengiye basmasına yardım ederken Genserik bunu tehditkârca söylüyordu-başka bir gecikmeye meydan vermeden kendisine Roma’nın kapılarının açılmasını tavsiye ediyordu.
Her şey Genserik’in söylediği gibi olmuştu. Tek bir mızrak sallanmamış, tek bir kılıç çekilmemişti. Bir saat sonra bütün Roma, Vandalların eline geçmişti. Ama galip korsanlar savunmasız kente, kendisini frenleyemeyen bir sürü gibi yayılmamıştı. Genserik’in demir gibi baskıcı eliyle dizginlenmiş uzun boylu ve iri, açık sarı saçlı askerler sıralara dizilmiş olarak kente girmişlerdi; sadece Zafer Caddesi’nden geçerken ganimet sözü veriyormuş gibi duran beyaz gözlü, suskun dudaklı binlerce heykele ara sıra meraklı gözlerle bakmışlardı. Genserik ise işgalden hemen sonra imparatorun terk ettiği ikametgâhına, Palatinum’a geçti. Ancak ne korkuyla sıralanmış bekleyen senatörlerin hürmetlerini kabul etti ne de şölen sofrası hazırlattı; zengin vatandaşların onu yumuşatmak için getirdikleri armağanlara bir bakış bile atmadı, sert bir asker olarak bir haritanın üzerine eğilerek şehrin hazinelerine en hızlı ve en esaslı şekilde el koyabilmenin planını çizdi. Her bölgeye yüz kişilik bir birlik ve her birliğin sorumlusuna da adamlarını yönetme sorumluluğu verildi. Çünkü şimdi başlatılan vahşi ve kuralsız bir talan değil; planlı ve sistemli bir soygundu. Önce bu dev şehirden tek bir saç tokası ya da sikkesi kaçırılmasın diye Genserik’in emriyle kapılar kapatıldı ve başlarına nöbetçiler dikildi. Sonra askerleri mavnalara, arabalara, yük hayvanlarına el koydular ve Roma’daki hazinelerin hepsinin olabilecek en hızlı ve eksiksiz şekilde Afrika’daki soygun yuvalarına taşınabilmesi için binlerce esiri çalışmaya zorladılar. Ancak o zaman soğukkanlı ve sessiz bir nesnellik içinde planlı yağma başladı. Bir kasabın öldürülmüş bir hayvanı parçalara ayırması gibi bu on üç gün içinde yaşayan şehrin karnı yarıldı ve içindekiler hafifçe seğiren bedeninden sessizce ve ustaca parça parça koparılıp alındı. Her birlik başında bir Vandal soylu ve onlara eşlik eden bir kâtiple beraber kapı kapı, tapınak tapınak dolaşıp değerli ve taşınabilir her şeyi, altın ve gümüş kapları, saç tokalarını, sikkeleri, mücevherleri, Nordland’dan gelmiş kehribar kolyeleri, Transilvanya’dan gelmiş kürkleri, Karadeniz’den gelmiş malakit taşlarını ve çekiçle işlenmiş Acem kılıçlarını birer birer aldılar.
İşçileri, mabetlerin duvarlarındaki mozaikleri itinayla sökmeye ve iç avludaki somaki taşından yer döşemelerini kırmaya zorladılar. Her şey önceden düşünülmüş, denenmişti ve uygun bir biçimde yapılıyordu. Zafer takındaki bronz eskizleri zarar görmemeleri için işçilere çıkrıklarla söktürdüler ve binayı yağmaladıktan sonra, Jüpiter Capitolinus tapınağının altın kaplama çatısını kölelere kiremitlerle tek tek kaplattılar. Genserik sadece acele yükleyip götürülemeyecek kadar büyük olan bronz sütunları madenlerini alabilmek için çekiçlerle kırdırttı ya da testereyle kestirtti. Sokak sokak, her ev itinayla tamamen boşaltıldı, canlıların evlerinde ne varsa hepsini aldıktan sonra, ölülerin mezarlarını kırdılar. Taş mezarların içinde yatan cansız kadın hükümdarların sönük saçlarından mücevherli tarakları ve üzerlerinde et kalmamış iskeletlerden altın bilezikleri söküp aldılar, cesetlerin üzerindeki metal aynaları ve mühür yüzüklerini gasbettiler; onları öbür dünyaya taşıyacak olan kayıkçının ücretini ödeyebilmeleri için ölülerin mezarlarına konulan bakır paraları bile açgözlü elleriyle çaldılar. Her bir yağmadan elde edilen vurgun ayrı yığınlar hâlinde, önceden belirlenmiş bir yerde bir araya getirildi. Altın kanatlı Nike4 içinde bir azizin kemikleri olan taşlarla bezeli bir sandık ile soylu bir hanımefendinin oyun zarının arasında duruyordu. Gümüş külçeler erguvan rengi kıyafetlerin, şahane döküm camlar kaba metallerin yanına yığılmıştı. Kâtip dik, kuzeyli harflerle soyguna göstermelik bir meşruiyet kazandırmak amacıyla, her parçayı uzun parşömen kâğıdına kaydediyordu; Genserik ise maiyetiyle birlikte karmaşanın içinde topallıyor, asasıyla eşyalara dokunuyor, mücevherleri inceliyor, gülümsüyor ve övgüler sıralıyordu. Büyük bir zevkle arabaların ve kayıkların peş peşe tepeleme doldurulmasını ve şehri terk etmelerini izledi. Ama hiçbir ev yanmamış, hiç kan akmamıştı. Bir maden ocağındaki nakil vagonlarının sakin ve düzenli bir şekilde inip çıkmaları, birinin boş diğerinin dolu olması gibi, on üç gün boyunca araba konvoyları limandan denize, denizden limana gelip gittiler. Dolunca aşağıya indiler, geriye boş çıktılar ve sonra öküzler ve katırlar taşıdıkları yükün altında soluk soluğa kaldılar, zira geçmişe bakıldığında bilindiği kadarıyla hiç on üç gün içinde bu Vandal soygununda olduğu kadar çok ganimet toplanmamıştı.
On üç gün boyunca bin haneli şehirde artık insan sesi duyulmaz olmuştu. Kimse yüksek sesle konuşmuyordu. Kimse gülmüyordu. Evlerden gelen telli çalgı sesleri kesilmişti, kiliselerden ilahi sesleri yükselmiyordu. Sadece sabit olanları yerlerinden çıkaran çekiç darbeleri, düşen taşların gümbürtüsü, aşırı yüklenmiş
3
“Sine ferro et igne” (Lat.): Ateşsiz ve kılıçsız. (ç.n.)
4
Nike: Yunan mitolojisinde zafer tanrıçası.