Название | Balonla Beş Hafta |
---|---|
Автор произведения | Жюль Верн |
Жанр | |
Серия | |
Издательство | |
Год выпуска | 0 |
isbn | 978-625-6485-59-4 |
16 Şubatta Resolute gemisi Greenwich yakınlarında demir attı. 800 ton ağırlığında, iyi yol yapan, pervaneli bir gemiydi ve Sir James Ross’un kutup seferinde ikmal yapmakla görevli olan geminin ta kendisiydi. Uzun süredir doktorun hayranlarından ve takipçilerinden olan ve iyi huyluluğuyla tanınan geminin kaptanı Bennet, doktorun seferine özel bir ilgi duymaktaydı. Bennet, bir savaşçıdan ziyade bir bilim adamıydı. Fakat bu durum gemisinde dört tane top taşımasına engel değildi. Bu toplar, emin olabilirsiniz ki bugüne kadar kimseye zarar vermemiş hatta dünyanın en barışçıl görevlerini yerine getirmiştir.
Geminin ambarı, balonların muhafazasına uygun olarak düzenlenmişti. Balon 18 Şubat günü herhangi bir kazaya mahal vermeyecek şekilde geminin ambarına yerleştirildi. Sepet ve gereçleri, çıpalar, halatlar, yiyecekler, varınca doldurulacak olan su tankları, her şey Ferguson’ın denetimi altında yüklendi. Onar ton sülfürik asit ve hurda demir, daha sonra hidrojen elde etmek için gemiye yüklendi. Miktar gerekenden fazlaydı fakat herhangi bir kazaya karşı özellikle fazladan yükleme yapılmıştı. Gaz üretiminde kullanılacak olan otuzdan fazla varil ve ekipman da ambarda istiflendi.
Tüm bu hazırlık, 18 Şubat akşamı son buldu. Dr. Ferguson ve arkadaşı Kennedy’nin rahat olması göz önünde tutularak iki kamara hazırlanmıştı. Gitmeyeceğine dair yeminler eden Kennedy, bir sürü av gereciyle çıktı güverteye; çok güzel sürgülü iki çifte, Edinburgh’daki Purdey, Moore ve Dickson’da yapılmış ve her testten başarıyla çıkmış bir tüfek. Böyle bir silahla bir avcı, iki bin adım ötedeki bir dağ keçisini gözünden vurmakta hiç zorlanmazdı. Bunların yanı sıra, acil durumlar için altı mermili iki Kolt tabanca da vardı. Barutluğu, fişek çantası, saçma ve mermiler, doktorun hesaplarını çok da aşan bir ağırlıkta değildi.
Bu üç seyyah, 19 Şubat gününün çalışma saatleri içinde gemiye bindiler. Kaptan ve mürettebat tarafından mesafeli bir duruşla karşılandılar. Doktor her zamankinden de mesafeliydi, sadece kendi seferiyle ilgiliydi. Dick açık etmek istemese de heyacanlıydı, Joe ise komik laflar edip neredeyse zil takıp oynayacaktı. Böylelikle kısa sürede kendisine ayrılan hamağın çevresindekiler için bir tür soytarı oldu.
Ayın yirmisinde, Dr. Ferguson ve Kennedy adına Kraliyet Coğrafya Cemiyeti tarafından bir veda yemeği verildi. Kumandan Bennet ve subayları da yemekteydi ki bu durum sayısız kadeh kaldırmayla vurgulandı. Her davetlinin yüzyıllarca yaşamasını garanti edecek kadar çok sağlığa kadeh kaldırıldı. Sir Francis M…. kontrol altında tuttuğu bir heyecanla yemeğe başkanlık etmekteydi.
Dick Kennedy, büyük bir şaşkınlıkla, yapılan kutlamalardan payını aldı. “Gözü kara Ferguson’a, İngiltere’nin zaferine!” içildikten sonra mutlaka “Onun kadar cesur yoldaşı Kennedy’ye!” de kadeh kaldırılıyordu.
Dick’in yüzü kızarmaktaydı. Bunu alçak gönüllüğüne yordular. Alkışlar daha da kuvvetlendi ve Dick daha da kızardı.
Tatlılar yenirken kraliçenin mesajı ulaştı. Majesteleri, iki yolcuyu övüyor, güvenli ve başarılı bir keşif gezisi dileklerini iletiyordu. Bu durum, tabii ki “Saygıdeğer Majesterine!” kadeh kaldırılmasıyla sonuçlandı.
Gece yarısı, dokunaklı vedalar ve sıcak el sıkışmalar sonrasında teker teker ayrıldılar.
Resolute filikaları, Westminster Köprüsü’nün merdivenlerinde beklemekteydi. Kaptan, subay ve yolcuları eşliğinde filikalara bindi, Thames Nehri’nin akıntısının da yardımıyla kürekçilerin güçlü kolları sayesinde Greenwich’e doğru süzüldüler. Bir saat içinde gemideki herkes uykuya dalmıştı bile.
Bir sonraki sabah, ayın 21’inde, sabah saat üçte, geminin ocakları çoktan harlanmıştı, saat beşte demir alındı ve gemi, Thames’in ağzına doğru süzülmeye başladı.
Bahsetmeye bile gerek yok, tabii ki gemideki herkesin tek konuştuğu konu Dr. Ferguson’ın girişimiydi. Doktoru görüp dinlemek, kısa sürede gemideki herkese bir güven aşıladı ve bu gezinin başarısıyla yapılabilirliği konusunda en şüpheci kişi olan İskoçyalı dışında tüm mürettebat, tam bir güven içindeydi.
Yolculuğun yapılacak bir iş olamayan uzun saatlerinde, doktor, subayların odasında coğrafya dersleri vererek vakit geçiriyordu. Genç adamlar, son kırk yıl içerisinde Afrika’da yapılan keşiflere büyük ilgi duymaktaydı. Doktor; Barth, Burton, Speke ve Grant’in keşiflerine atıfta bulunarak artık bilimin araştırmalarına kapılarını ardına kadar açmış olan bu uçsuz bucaksız ve gizemli ülkenin mucizelerinden bahsediyordu. Kuzeyde genç Duveyrier, Sahra Çölü’nü araştırıyor ve Tuareglerin kabile şeflerini Paris’e getiriyordu. Fransız hükûmetinin teşvikiyle, iki ayrı keşif gezisi planlanmaktaydı. İlki kuzeyden aşağı inecek, diğeri ise batıdan gelerek Timbuktu’da kesişeceklerdi. Güneyde ise durmak bilmez Livingstone, Ekvator’a doğru yolculuğuna devam etmekteydi ve 1862 yılının Mart ayından beri, Mackenzie ile birlikte Rovoonia Nehri’nin çıkış noktasına doğru ilerlemektedeydi. Doktora bakılırsa 19. yüzyıl, Afrika’nın altı yüzyıldır bağrında sakladığı sırlar açığa çıkarılmadan bitmeyecekti.
Dr. Ferguson’ın dinleyicilerinin alakası, gezisinin en ince ayrıntılarını açıklamasıyla doruk noktasına ulaştı. Dinleyiciler hesaplarının doğruluğunu kanıtlamasından hoşnutluk duydular, kendi aralarında tartıştılar ve doktor da bu tartışmalara samimiyetle katıldı.
Genel olarak, yanında sınırlı miktarda erzak götürmesi konusunu merak ediyorlardı ve bir gün genç bir subay bu konuda kendisine bir soru yöneltti.
“Bu garip durum sizi şaşırtıyor demek ki.” diye söze başladı doktor.
“Aslına bakarsanız evet.”
“Sizce benim seferim ne kadar sürede tamamlanacak? Aylarca mı sürecek? Eğer böyle düşünüyorsanız çok yanılırsınız. Uzun bir sefer olursa kaybolmuşuz demektir ve belki de asla geri dönemeyebiliriz. Fakat bilmelisiniz ki Zanzibar’la Senegal kıyıları arasındaki mesafe sadece 3.500 bilemediniz 4.000 mildir. Peki, her on iki saatte 240 millik bir hızla gittiğimizi düşünürsek -ki bu bizim trenlerimizin hızının yanından bile geçemez- gece gündüz durmaksızın yapılan bir yolculukla Afrika’yı boydan boya geçmek sadece yedi gün sürer!”
“Ama bu şekilde hiçbir şey göremezsiniz, herhangi bir coğrafi gözlem yapamazsınız ya da ülkenin çehresini tanıyamazsınız.”
“Ah!” diye cevapladı doktor. “Eğer balonumun efendisiysem; gönlüme göre yükselip alçalabilirsem; özellikle beni yolumdan alıkoyacak rüzgârlar karşısında canım isteyince durabilirsem neden olmasın?”
“Ve bunlarla yüz yüze kalacaksınız.” diye söze karıştı Kaptan Bennet. “Saatte 240 milden daha hızlı esen fırtınalarla karşılacaksınız.”
“Görüyorsunuz, böyle bir hızla Afrika’yı baştan başa on iki saatte geçebilirsiniz. Sabah Zanzibar’da gözünüzü açar, akşam St. Louis’de uykuya dalarsınız!”
“Fakat…” diye söze karıştı subay. “Peki, böyle bir hıza herhangi bir balon dayanabildi mi?”
“Evet, daha önce oldu.” diye cevapladı doktor.
“Ve balon buna dayanabildi mi?”
“Pek tabii! Bu olay, 1804 yılında Napolyon’un taç giyme töreninde gerçekleşti. Havacı Garnerin, akşam on bir sularında bir balon havalandırdı. Üzerinde altın harflerle Paris, 25 Frimaire; yıl XIII, Papa Pius VII tarafından