Название | Avonlea Günlükleri |
---|---|
Автор произведения | Люси Мод Монтгомери |
Жанр | |
Серия | |
Издательство | |
Год выпуска | 0 |
isbn | 978-625-6865-21-1 |
İlk baştaki şaşkın bakışlarının ardından ışıldayarak öne çıktı ve elini uzattı Cameron.
“Kuzen Margaret! Ne kadar da hoş bir sürpriz. Lütfen oturun, buyurun, bu daha rahat bir koltuktur. Bu sabah mı geldiniz? Spencer-vale ahalisi nasıl?” Yaşlı Hanım, onun ilk sözleriyle kızardı. Annesinin, babasının ve sevgilisinin onu çağırdığı ismin Andrew Cameron’ın dudaklarından döküldüğünü duymak kutsal bir şeye saygısızlık gibiydi. Eğer ki Andrew Cameron’dan iyilik istemeye dayanabiliyorsa daha az acı olan şeylere de dayanabilirdi ama. Sylvia’nın hatırına elini sıktı ve gösterdiği koltuğa oturdu. Ancak hiçbir insan evladının hatırı için tavırlarına ya da sözlerine zorlama bir samimiyet katamazdı. Lloyd sadeliğiyle derhâl konuya girdi.
“Senden bir ricada bulunmaya geldim.” dedi gözlerinin içine bakarak. Ancak bu bakışlarda yalvaran birinin tevazusu ya da uysallığından ziyade meydan okuyan cüretkâr bir tavır vardı. Reddedeceği bir teklif için onu düelloya davet ediyordu âdeta.
“Bunu duyduğuma sevindim Kuzen Margaret.” sesinde yumuşaklık ve nezaket vardı. “Sizin için yapabileceğim herhangi bir şeyi yapmaktan mutluluk duyarım. Korkarım beni bir düşmanınız olarak gördünüz Margaret ama sizi temin ederim ki bu haksız tavrınızı şiddetle hissettim. Bazı şeylerin aleyhime göründüğünün farkındayım ama…”
Yaşlı Hanım elini kaldırmak suretiyle kibar sözlerine son verdi.
“Buraya bu konuyu konuşmak için gelmedim.” dedi. “Geçmişten bahsetmeyelim sizin için de uygunsa. Size kendim için değil de benim için çok değerli genç bir arkadaşım için iyilik istemeye geldim. Bayan Gray’in dikkate değer güzel bir sesi var ve eğitim almak istiyor. Kendisi çok fakir. Ben de size ona bir müzik bursu vermenizi rica etmeye geldim. Anladığım kadarıyla öğretmeninden gelen bir mektupta ismi zaten tavsiye edilmiş. Sesi hakkında ne söylediğini bilemesem de abartılması mümkün değil. Eğer ki onu yurt dışına eğitim için yollarsanız yanlış yapmazsınız.”
Yaşlı Hanım konuşmayı sürdürmedi. Andrew Cameron’ın ricasını yerine getireceğinden emindi ama bunu kaba ve isteksiz bir şekilde yapmasını ümit ederdi. Bu iyiliği ancak bir köpeğe kemik atılır gibi önüne atılırsa kabul ederdi. Ancak böyle olmadı. Andrew Cameron hiç olmadığı kadar nazikti. Çok değerli Kuzen Margaret’ın isteğini yerine getirmek kadar kendisini mutlu edecek başka bir şey olmadığını, daha zor bir şey istemiş olmasını dilediğini söyledi. Genç arkadaşını müzik eğitimi için gelecek yıl kesinlikle yurt dışına yollayacağını ve çok mutlu olduğunu da ekledi.
“Teşekkürler.” dedi Yaşlı Hanım bir kez daha sözünü keserek. “Size minnettarım. Sizden ricam Bayan Gray’in konuya dâhil olduğumu bilmemesi. Değerli zamanınızı daha fazla almayacağım. İyi günler.”
“Ah, bu kadar erken gitmeyin.” dedi gerçek bir nezaket ya da akrabasına değer veren bir tavırla. Bu da sesindeki nefret edilesi samimiyeti ortaya çıkarıyordu. Çünkü Andrew Cameron sıradan bir adamın sahip olduğu basit erdemlerden tamamen yoksun değildi. İyi bir koca ve babaydı. Kuzeni Margerat’a bir zamanlar düşkündü. Babasının yatırımıyla ilgili olarak kendisini o şekilde davranmaya mecbur bırakan durumlardan dolayı da gerçekten üzgündü. “Bu gece misafirim olmalısınız.”
“Teşekkürler ama eve dönmek zorundayım.” dedi Yaşlı Hanım ciddiyetle. Sesindeki ton, Andrew Cameron’a ısrar etmenin işe yaramayacağını söylüyordu. Ancak Cameron, Margerat’ı istasyona götürmesi için arabacısına telefon etmekte ısrarcıydı. Yaşlı Hanım bu teklifi kabul etti; çünkü ayaklarının kendisini oraya kadar taşıyabileceğinden şüpheliydi. Yanından ayrılırken elini bile sıktı ve ricasını gerçekleştireceği için ikinci kez teşekkür etti.
“Bir şey değil.” dedi. “Lütfen benle ilgili daha olumlu şeyler düşünmeye çalışın Kuzen Margaret.”
Yaşlı Hanım istasyona ulaştığında kendisini götürecek trenin henüz gittiğini ve akşam treninin iki saat sonra geleceğini üzülerek öğrendi. Bekleme odasına gitti ve oturdu. Çok yorgundu. Kendisini ayakta tutan o heyecan kaybolmuştu. Yaşlı ve zayıf hissetti kendisini. Yiyecek hiçbir şeyi yoktu. Eve gidince çay içmeyi ümit ediyordu. Bekleme odası soğuktu ve incecik ipek şalının altında titredi. Başı da kalbi gibi ağrıyordu. Sylvia’nın istediği şeyi elde etmişti ama o hayatından çıkacaktı. Yaşlı Hanım’sa ondan sonra yaşamaya nasıl devam edeceğini bilemiyordu. Yine de orada iki saat boyunca kıpırdamadan, dimdik, inatçı bir şekilde durdu. Fiziksel ve zihinsel acılarla verdiği savaşı sessizce kaybediyordu. O sırada mutlu insanlar yanından gelip geçiyor, önünde kahkahalar atıp konuşuyorlardı.
Yaşlı Hanım saat sekizde Bright River istasyonunda trenden indi ve ıslak gecenin karanlığında kimse fark etmeden kayboldu. Üç kilometre yol yürüyecekti ve soğuk bir yağmur yağmaya başladı. Kısa süre sonra Yaşlı Hanım derisine kadar ıslandı ve iliklerine kadar üşüdü. Âdeta kötü bir rüyada yürüyor gibiydi. Son bir buçuk kilometrelik mesafe ile kendi evine çıkan yol boyunca kör bir içgüdü ile yürüdü. El yordamıyla kapısını buldu ve üşümenin yerini kavurucu bir ateşin aldığını fark etti. Kapı eşiğini sendeleyerek geçip kapıyı kapattı.
Yaşlı Lloyd Hanım’ın şehir yolculuğundan sonraki ikinci sabah Sylvia Gray, orman yolunda neşeli bir şekilde yürüyordu. Güzel bir sonbahar sabahıydı. Hava açık, ayazlı ve güneşliydi. Bir önceki gün yağan yağmurdan dolayı sırılsıklam olmuş ve hırpalanmış eğrelti otları tatlı bir koku yayıyordu. Ormanın muhtelif yerlerinde akçaağaçlar mutlu bir kırmızı bayrak misali sallanıyorlardı. Huş ağaçlarının dalları, koyu rengini değiştirmeyen çam ağaçlarının aksine altın misali parlıyorlardı.
Kayın ağacının kovuğunda bir an için beklentiyle durdu. Ancak yaşlı ve gri kökler üzerinde onu bekleyen bir şey yoktu. Rahip evinin hemen yanında yaşayan Küçük Teddy Kimball yokuş aşağı koşarak geldiğinde dönmek üzereydi. Teddy’nin çilli yüzü solmuştu.
“Ah, Bayan Gray!” dedi nefes nefese. “Sanırım Yaşlı Lloyd Hanım nihayet delirdi. Rahibin karısı Yaşlı Hanım’a gidip Dikiş Topluluğu ile ilgili mektup vermemi istedi. Kapıyı çaldım da çaldım. Ama kimse cevap vermedi. Ben de içeri girip mektubu masaya bırakmayı düşündüm. Ancak kapıyı açtığımda oturma odasından gelen korkunç, tuhaf bir kahkaha duydum. Sonra Yaşlı Hanım oturma odasına geldi. Ah Bayan Gray, korkunç görünüyordu. Yüzü kıpkırmızıydı ve gözleri vahşiydi. Kendi kendine konuşuyor ve deli gibi gülüyordu. O kadar korktum ki derhâl dönüp kaçtım.”
Sylvia bir an dahi düşünmeden Teddy’nin elinden tutup yokuş yukarı koştu. Korkmak aklına bile gelmemişti. Her ne kadar zavallı, yalnız, sıra dışı Yaşlı Hanım’ın nihayet aklını kaçırdığı konusunda Teddy ile hemfikir olsa da.
Sylvia içeri girdiğinde Yaşlı Hanım mutfak koltuğunda oturuyordu. İçeri girmeye korkan Teddy eşikte gizlendi. Yaşlı Hanım, istasyondan gelirken giydiği ıslak siyah ipek elbisenin içindeydi hâlâ. Yüzü kızarmıştı, gözleri vahşiydi ve sesi kısıktı. Ancak Sylvia’yı tanıdı ve korktu.
“Bana bakma.” diye inledi. “Lütfen git. Ne kadar fakir olduğumu görmene dayanamam. Sen Avrupa’ya gideceksin. Andrew Cameron seni yollayacak. Ona rica ettim. Beni reddedemedi. Ama lütfen git buradan!”
Sylvia gitmedi. Bunun delilik değil, hastalık ve hezeyan olduğunu ilk bakışta anladı. Teddy’i, Bay ve Bayan Spencer’ı derhâl çağırması için yolladı. Yaşlı Hanım’ı yatmaya ikna edip doktor çağırdılar. O gece Spencervale’deki herkes Yaşlı Hanım’ın