Название | Katya |
---|---|
Автор произведения | Лев Толстой |
Жанр | |
Серия | |
Издательство | |
Год выпуска | 0 |
isbn | 978-625-6485-16-7 |
“Ne var?” dedi. “Ne oldu?”
Tekrar ettim:
“Evet, bu hayat, ne tatlı şey!”
Gene sustuk. İçime sıkıntı bastı. Yaşlı olduğunu kendisiyle beraber benim de tasdik etmiş gibi görünmekliğimden müteessir olacağı aklımdan geçiyordu. Gönlünü almak istiyor fakat bunun için ne yapacağımı bilemiyordum. Birden ayağa kalkarak “Allah’a ısmarladık!” dedi. “Annem beni yemeğe bekler. Bugün kendisini hemen hiç görmedim gibi bir şey.”
“Size bir yeni sonat daha çalmak isterdim.”
“Başka vakit.”
Hâlinde bir soğukluk vardı. Yahut bana öyle geldi. Bir adım atarak basit bir jest ile “Allah’a ısmarladık!” dedi. Müteessir olduğunu o zaman iyice anladım ve buna sebep olduğum için pek üzüldüm. Maşa ile ikimiz onu merdiven başına kadar uğurladıktan sonra gözden kayboluncaya kadar gittiği yola baktık. Atının nal sesleri artık işitilmez olunca ben taraçaya çıktım. Dört köşesini dolaşarak uzun boylu gezindim. Sonra oturdum, bahçeyi seyre daldım ve gecenin seslerini, sessizliklerini saran nemli bir sis içinde uzun müddet kalarak gönlümün istediğini gördüm ve dinledim.
İkinci ve üçüncü olmak üzere birer kere daha geldi ve aramızda geçen muhaverenin bende bıraktığı sıkıntılı tesir, bir daha tekerrür etmemek üzere tamamen zail oldu.
Yazın haftada iki üç kere bizi görmeye geliyordu. Ona öyle alıştım ki arası biraz uzayacak olsa “Böyle yalnız yaşamak ne güç şey!” derdim. İçimden ona gücenir, beni ihmal ettiği için kendisini haksız bulurdum. Bana karşı yavaş yavaş dostça bir arkadaş hâlini aldı. Soruyor, anlıyor, bütün samimiyetimle gönlümü açmamı istiyor; nasihatlerde, teşviklerde bulunuyor, bazı tekdir ediyor ve icabında önüme set çekiyordu. Fakat benim seviyemde kalmak için ne kadar cehdetse gene anlıyordum ki onda, onun tanıdığım şahsiyetinin yanında, benim giremediğim ve yabancı kaldığım koca bir dünya vardır. O dünyaya beni kabul etmeye lüzum görmüyor ve her şeyden ziyade bu hâli ona karşı beslediğim hürmeti idame ettiği gibi aynı zamanda beni de ona çekiyordu. Gerek Maşa’dan ve gerek komşulardan öğrendiğime göre, bir taraftan, birlikte oturdukları ihtiyar anasına bakarken bir taraftan da ziraatla ve bizim vasilik işleriyle meşgul olduktan başka omzunda kibar sınıfı alakadar eden ve kendisi için birçok üzüntüleri mucip olan başka işleri de vardı. Fakat bütün bu vaziyeti nasıl kavrıyor, bu husustaki düşünceleri, planları, ümitleri nedir? Kendisinde çözmeye muvaffak olamadığım düğüm işte bu idi. Ne zaman sözü bu vadiye döküp işlerinden bahsetsem alnının çizgisi bir mana alarak derinleşir ve güya “İleri gitmeyelim, rica ederim; bunlardan size ne?” demek ister gibi araya başka laf karıştırırdı. Önceleri bu hâli gücüme giderdi, sonra öyle alıştım ki buluştukça yalnız bana ait şeylerden bahseder olduk ve gitgide bunu pek tabii bulmaya başladım.
İçyüzüme karşı böyle yakından alaka gösterirken dış yüzüme karşı tam bir kayıtsızlık ve hatta biraz istihfaf10 göstermesine de önceleri tutulurdum amma gitgide bunu da bilakis hoş bulmaya başladım. Hiçbir vakit, ne gözleriyle ne sözleriyle beni güzel bulduğunu ima etmemişti. Böyle yapmak şöyle dursun başka biri, onun yanında, beni fena bulmadığını söyleyecek olsa kaşlarını çatar ve gülmeye başlardı. O zaman üstelik yüzümde bir kusur bulmaya kalkışır ve bana takılırdı. Bayram ve şenliklerde başımı düzelterek bana yeni moda elbiseler giydirip süslemek Maşa’nın merakı idi. O zaman o alayda daha ileri gider; zavallı dadı çok mahzun olurdu. İlk zamanlarda bu hâli beni de az çok haklı olarak sinirlendirdi. Serj Mihaloviç’in beni beğendiğini iyice aklına koyan Maşa, hoşuna giden bir kadının, işine elverecek bir şekilde kendini göstermesini neden dolayı tercih etmediğine bir türlü akıl erdiremiyordu. Fakat çok geçmeden ona karşı nasıl olmak lazım geleceğini ben anladım. O, benim koket olmadığıma inanmak istiyordu. Ben bunu anladıktan sonra üstümde başımda ve evzamda11 koketliğin ancak bir gölgesi kaldı ve onun yerine başka bir koketlik, küçük bir göz boyacılık, yani sadelik kaim oldu; bizzat kendim sadeliği benimseyemediğim hâlde.
Beni sevdiğini görüyordum. Fakat bir çocuk gibi mi yoksa bir kadın gibi mi sevdiğini o zamana kadar hiç araştırmamıştım. Ne olursa olsun onun sevgisinin bence bir kıymeti vardı. Beni dünyanın en iyi bir kızı addettiği için küçük sahtekârlığımla onun gözünü boyamaktan vazgeçemiyordum. Fakat onu aldatırken kendim de gittikçe daha iyi oluyordum. Ona maddi şahsiyetimin değil ruhumun iyi taraflarını göstermenin daha iyi ve daha münasip olacağını hissediyordum. Saçlarım, ellerim, yüzüm, evzam, iyi kötü ne olursa olsun, bana öyle geliyordu ki bir bakışta anlaşılacak ve onun tarafından numarası verilecekti. Çünkü onu ne kadar aldatmaya kalkışsam zevahirime12 bir şey ilave edemezdim. Ruhumu ise bilakis o hiç tanımıyordu: Çünkü seviyordu. Çünkü o ruh tam da o sıralarda yükselme ve inkişaf yolunda bulunuyordu. Nihayet çünkü bu işte onu kolayca aldatabilirdim ve aldatıyordum da! Bir kere bunları iyice anladıktan sonra ona karşı öyle keyfim yerine geldi ki! O sebepsiz didinişler, o, bana bir nevi nefes darlığı veren durup dinlenemeyişler tamamıyla zail oldu. O andan itibaren bana öyle geldi ki ister karşısında olayım ister yanında, oturmuş veya ayakta bulunayım, saçlarım düz veya kıvrılmış olsun, nasıl olsa bana bakmaktan zevk alıyor ve daima bakıyor, beni artık iyi anlıyor ve ben ondan ne kadar memnunsam o da benden o kadar memnundu. Mutadı hilafına, herkes gibi o da bana güzel olduğumu söylemiş olsaydı sanırım memnun olacağıma biraz da gücenirdim. Fakat buna mukabil, ağzımdan çıkan bir söz dolayısıyla dikkatle yüzüme bakarak ve tahassüslerini13 saklamak için mizah tavrı almaya çalışarak “Evet, evet, sizde bir şey var! Sizde ben mertlik görüyorum, bunu size söylemeliyim.” dediği zaman sevincimden eteklerim zil çalıyor, saadetimden mest oluyordum.
Peki, kalbimi sevinç ve gurur ile dolduran bu mükâfatlara neden dolayı müstahak oluyordum? Çünkü ihtiyar Greguvar’ın bu küçük kızına karşı aşkını hoş görmeye başladığımı söylemişim… Çünkü gözlerimi yaşartacak derecede beni müteessir eden bir şiir veya romandan bahsetmişim… Nihayet çünkü Mozart’ı Şulof’tan daha iyi bulmuşum… İyinin ne olduğu ve neyin sevilmesi lazım geldiği hakkında müspet bir fikrim olmadığı hâlde müstesna bir insiyak ile iyiyi ve sevilmesi lazım gelen şeyleri keşfedişim, bana hayret mevzusu olurdu. Bundan evvelki zevklerimin ve itiyatlarımın çoğu onun hoşuna gitmezdi. O zaman kaşlarının belirsiz bir hareketi, bir bakışı, yapmak istediğim bir şeyi uygun bulmadığını yahut kendine has ve biraz istihfafkâr bir merhamet gülüşü vaktiyle tarafımdan sevilmiş olan şeyin artık sevilmemesi lazım geleceğini hemen bana anlatmaya kâfi gelirdi. Bana bir nasihat vermek aklından geçse ne söyleyeceğini ben daha evvel bilirdim. Bana bir şey soracağı vakit gözleriyle sorar ve bu bakışla ne düşündüğümü anlardı. O zamana ait bütün hislerim, fikirlerim benim değil onun hisleri, fikirleri idi ki birdenbire benim olur ve hayatıma nüfuz ederek nevüma14 onu aydınlatırdı. Hiç farkında olmadığım hâlde yavaş yavaş her şeyi başka gözlerle görmeye başladım: Maşa’yı olduğu kadar başka adamlarımızı, Sonya’yı hatta kendimi ve kendi işlerimi eski gözlerimle görmüyordum. Vaktiyle sırf can sıkıntısına galebe için okuduğum kitaplar birdenbire bana hayatın en büyük bir zevki gibi geldiler. Sebebi de her zaman şu ki o kitapları, o ve ben, ikimiz aramızda münakaşa ederek beraber okuyoruz ve onları bana o getiriyor.
10
İstihfaf: Küçümseme. (e.n.)
11
Evza: Hâller. Durumlar. (e.n.)
12
Zevahir: Dış yüz. (e.n.)
13
Tahassüs: Duygulanma, duygulanım. (e.n.)
14
Nevüma: Bir derece, bir suretle. (e.n.)