Название | Cengiz Han |
---|---|
Автор произведения | M. Turhan Tan |
Жанр | |
Серия | |
Издательство | |
Год выпуска | 0 |
isbn | 978-605-121-595-2 |
“Tanıdım, kadınım, tanıdım. O, bir köşeye çekilmişti, dalgın dalgın düşünüyordu. Ne aşa el vurdu ne kımıza dudak sürdü.”
“Karnı tokmuş demek. Hele sen gördüklerini söyle.”
“Burada düşüp bayılan adam, enikonu iyileşmişti. İnlemesi, minlemesi yoktu. Güzel güzel yedi, harıl harıl içti, sonra ağzını sildi, yanıma geldi. ‘Ey yerde dolaşan Çolpu! Bizi doyurdun, kımızla içimizi sulayıp serinlendirdin. Ben de sana nereden gelip nereye gittiğini göstereyim. Şu sevimli baş, yarın hangi er koluna dayanacak? Şu göğüs üstünde hangi bahadır yüreği çarpacak? Bunları sana bildireyim, ister misin?’ dedi. Kızarıp bozardım, tepsiyi, bakraçları koltuklayıp savuşmak istedim. Beceremedim, oracıkta dinelip kaldım. Çelimsiz dilmaç (tercüman), koynundan bir yat taşı çıkardı. Okuyup üfledi, sonra o taşı başıma sürdü, yüreğime değdirdi ve birdenbire köpürdü, köpürdü, geviş getiren bir yaban öküzü gibi ağzı köpük içinde kaldı, homur homur homurdandı. ‘Kız, gözüme bak!’ dedi. Korka korka, titreye titreye baktım. Aman kadınım, nasıl söyleyeyim? O göz değil, sanki bir gözgü (ayna) idi, büyülü bir gözgü. Ben bu gözgü içinde neler gördüm, neler?”
Merak ve heyecan içinde çırpınan Güncü Hatun bağırdı:
“Uzatma cırlak kız! Ne gördüğünü söyle!”
“İlkin anamı, babamı gördüm. Beni okşayıp seviyorlardı, sonra at sırtında buraya getirildiğimi gördüm. Artık büyük han, yüce eriniz, kapı yoldaşlarım, birer birer bu gözgüden geçiyordu, sen de güzel bir su gibi oradan akıp geçtin. Derken bir delikanlı boy gösterdi. Tanımadığım bir genç. Başında bir Uygur börkü, sırtında ceylan derisi, belinde yaldızlı bıçak, elinde iyi bir yay vardı. Bu delikanlının yanı başında kendimi gördüm, şaşırıp kaldım.”
“Ey, neye durdun, bitirsene!”
“Utanıyorum kadınım, içime ter basıyor.”
“Yat işinden utanılır mı hiç? Bitir sözünü.”
“O delikanlı bir şeyler söyledi. Anlamadığım bir dille konuşuyor gibiydi. Fakat ağzından sanki bal akıyordu, yüreğime de tatlı bir ezginlik geliyordu. Bir aralık gözgüdeki gölgemin de konuştuğunu gördüm. Gölgem, kızara kızara bir şeyler söylüyordu, o genç de gülerek dinliyordu. Sonra bir şeyler oldu. Gözgü duman içinde kaldı. Ben alık alık bakarken o duman sıyrıldı, gözgü parladı. Şimdi birçok adamlar, davullar, zurnalar görüyordum. Atlar, develer görüyordum. Bu, bir düğündü.”
“Düğün mü, kimin düğünü?”
Kıpkırmızı kesilen kadın, mırıldandı:
“Benim düğünüm. Gözgüde gölgemle o Uygur kılıklı delikanlı evleniyorlardı. Bizim avluda her çadır tüyle donanmıştı. Siz de orada idiniz. Başınızda pırıl pırıl parlayan bir şey vardı, bilmediğim bir başlık. Yanınızda da çok çalımlı, çok alımlı bir genç oturuyordu.”
“Erim olacak.”
“Hayır. Ulu han değildi, başka bir adam.”
“Bir konuk olmalı.”
“Konuğa benzemiyordu. Çünkü ara sıra saçınızı eliyle düzeltiyordu, yol bulunca da kimseye sezdirmeden elinizi öpüyordu!..”
Güncü Hatun, kısa bir dalgınlık geçirdikten sonra sordu:
“Bu adamın yüzü nasıldı, kılığı nasıldı?”
“Yüzü çok beyazdı, sarı saçlı idi, gözleri bizim er kişilerin gözüne benzemiyordu. Bakışlarında hem saydıran hem sevdiren bir derinlik vardı.”
“Sonra?”
“Sonra gözgü ortadan silindi, karşımda büyücü adamın küçücük gözleri daldı!”
Güncü Hatun gülümsedi:
“Adamcağız saygı biliyormuş. Senin elinden aş yedi, kımız içti ya, bu iyiliğin altında kalmamak için sana tatlı bir düş göstermiş. Sonu iyi olsun.”
Ve bir nebze düşündükten sonra ilave etti:
“Şu adamı ben de bir sınamak isterim. Bakalım bana da açık gözle bir düş gösterebilir mi?”
“Gösterir kadınım, gösterir.”
“Göstersin, ben de göreyim. Fakat kimse duymamalı. Erim şöyle dursun, senin kapı yoldaşların bile sezmemeli.”
“Sen nasıl dilersen öyle olur. İstersen herifi, gün battıktan sonra gizlice alıp buraya getireyim.”
“Olmaz, sezerler.”
“Senin kılığını değiştirelim, birlikte ahıra gidelim.”
“Bu hiç olmaz.”
“Ben başka bir yol düşünemiyorum. Buyruk senindir.”
Güncü, başını ellerinin içine alıp uzun uzun düşündü:
“Yarın…” dedi. “bir at gezintisi yapayım, Temuçin’in yolladığı atlardan birine bineyim, senin büyücüyü de seyis diye yanıma alayım, yol üstünde sırasını düşürürüm, ona yat taşını çıkartarak eğlenirim. Bu, daha iyi değil mi?”
“Sen bilirsin kadınım, göreceksin ki bu çelimsiz tat, çok iyi yat biliyor.”
“Peki, peki görürüz.”
Aziz okuyucular, şu hizmetçi kadının, at uşağı kılığındaki papazdan aldığı talimat üzerine böyle bir masal uydurduğunu anlamışlardır. Kadın, ne sihre tutulmuştu ne böyle bir düş görmüştü. Bunlar hep Temuçin’le papazın tertip ettikleri plan numaralarından idi. Onlar, Naymanlara Hristiyanlığın menedilmesine rağmen, o dine sadakatini muhafaza eden ve vaktiyle dizinde rüyalı istiğraklar geçirdiği papaza da yürekten bağlı olan şu hizmetçi kadın vasıtasıyla güzel Güncü’yü meraka düşürmek ve kendi emellerine uygun bir sahne vücuda getirmek istiyorlardı.
Güncü, onların umduklarından daha çabuk oyuna düşmüştü ve hizmetçi kadın, hanımının yanından çıkar çıkmaz ahıra koşup muvaffakiyeti müjdelemişti. Şimdi onlar, baş başa verip kendi hesapları haricinde tahaddüs ediveren vaziyetten nasıl istifade edileceğini düşünmeye koyulmuşlardı. Kendilerinin evvelce düşündükleri şey, Güncü Hatun’u Temuçin’le alakadar etmekti. Eğer bu alakayı herhangi bir suretle temin ederlerse kendisini Temuçin’le görüşmeye teşvik edeceklerdi ve bunun için de Temuçin’i Nayman yurduna yakın bir yere getirmeyi müteahhit olacaklardı. Güncü, böyle gizli ve siyasi bir görüşmeye muvafakat ederse onu kaçırmak kolaydı. Kocasından çekinip reddederse yahut o mülakatın kocası da hazır bulunmak şartıyla vukusunu isterse ona göre tedbirler alınacaktı.
Fakat Güncü, umulmaz bir saflıkla bunların kucağına düşmeyi kabul ediyordu. Artık kafa yormaya, hileler düşünmeye lüzum kalmıyor gibiydi. Bu sebeple papaz da Temuçin de sevinç içinde idi. Ertesi gün yapılacak gezintiyi esas tutarak son ve kati hamlenin şeklini kararlaştırmaya savaşıyorlardı.
Beride Güncü Hatun da tasavvur ettiği gezinti gününü iple çekiyordu. Hizmetçi kadının gördüğü şeyler, hele kendi yanında oturup da ara sıra elini öptüğünü söylediği sarışın ve şehla bakışlı genç, bir türlü zihninden çıkmıyordu. Hatta güçlükle uyuduğu vakit rüyasını da o genç doldurmuştu.
Uykuya yatmazdan evvel kocasını görmüş, görüşmüş ve Yilon Buldok’a bir elçi gönderilmesini kabul ettirmişti.