Название | Telli Haseki Hümaşah Sultan |
---|---|
Автор произведения | İskender Fahrettin Sertelli |
Жанр | |
Серия | |
Издательство | |
Год выпуска | 0 |
isbn | 978-625-8068-32-0 |
Telli Haseki, Sadrazamın hastalığını, Divan Kâtibi Hüseyin Efendi’nin başarısına yormuştu.
Veziriazam üç gün sonra, hasta ve güçsüz bir halde saraya gelmiş, Telli Haseki’yi haklı olarak şüpheye düşürmüştü.
Acaba Amberizade, Mehmet Paşa’yı zehirlemiş miydi?
Telli Haseki bu işin esrar perdesini nasıl kaldıracaktı?
Amberizade, kaç günden beri meydanda yoktu.
Sadrazamın hastalığını bahane ederek divanın semtine uğramayan Hüseyin Efendi, bu süre içinde Telli Haseki’ye bir defa olsun görünmez miydi?
Veziriazamı koltukla Padişahın huzuruna çıkardıkları zaman, Sultan İbrahim odasında cariyelerle çocuk gibi aşağı yukarı koşarak zıpzıp oynuyordu. Mehmet Paşa’yı görünce, “İyi ki geldin, lala,” dedi, “Al şu taşları da yuvarlamaya başla!”
Mehmet Paşa, Sultan İbrahim’in huzuruna girdiği zaman ayakta durmaya mecali yoktu. Canı boğazına gelmiş, öfkesinden titremeye başlamıştı.
“Şevketlim… Kulunuz kaç günden beri yatakta yatıyordum. Nasılsın, diyeceğinize bir çocuk gibi elime zıpzıp taşlarını verip de alay etmeniz Efendimize yaraşır mı?” dedi.
Padişah ısrar etti.
“Senin kedi gibi dokuz canın vardır. Kaç defa öldün de yine dirildin. Ne merak ediyorsun, koca bunak? Ben senin hastalığını işittiğim zaman, derhal sana bir mezar yaptırmayı düşündüm! Haydi, merak etme. Al şu taşları eline de şöyle benim gibi, yerdeki ufak dairenin içine doğru yuvarla bakayım!”
Padişah elindeki zıpzıplardan birkaçını birer birer yuvarladı.
“Bak, ben ne güzel atıyorum! Haydi, sen de at. Dairenin içinde kalan taşları ben alacağım, anladın mı?”
Sadrazam, Padişaha hoş görünmek için güçlükle belini bükerek elindeki taşları onun yaptığı gibi birer birer yuvarladı.
“Padişahım, izin verseniz de bu oyunu başka bir zamana ertelesek!”
Sultan İbrahim şımarık bir çocuk tavrıyla haykırdı.
“İşte, atamadın! Yuvarladığın taşlar, dairenin içine girmedi. Niçin benim gibi dikkatli atmıyorsun?”
“Kulunuz bu oyunu çocukluğumda oynamıştım, Padişahım! Şimdi, görüyorsunuz ki oyundan çok dinlenmeye muhtacım!
“Benimle oynamaktan hoşlanmıyor musun?”
“Çok hastayım, Padişahım! Merhamet edin… İnanın, şu anda yere düşmemek için zor duruyorum.”
“Benim dert dinlemeye vaktim yok. Neden hasta oldun? Neden hasta iken karşıma geldin? Haydi, benim neşemi bozma. Ben oyunla vakit geçirmek istiyorum.”
“O halde cariyelerinizle oyuna devam ediniz! Kulunuz divana gideyim. Arzu ettiğiniz zaman gelirim!”
Sultan İbrahim omuzlarını silkerek söylendi.
“Senin suratını görünce şeytanı görmüş gibi sinirleniyorum. Haydi, cehennem ol, git!”
Devlet İşleri Ne Halde?
Divanda toplanmışlardı.
Veziriazam, Padişahın huzurundan çıkar çıkmaz devlet adamlarını toplantıya davet etti.
Sadrazamın üç günlük yokluğu sırasında, sarayda devlet işlerine kadınlar tarafından birçok müdahale yapılmıştı.
Telli Haseki, Sadrazamın hastalığından faydalanarak Padişahtan gereksiz bir takım fermanlar almıştı.
Bu fermanlardan biri de İngiltere’nin İstanbul Sefiri Sir Thomas’la ilgiliydi.
İngiliz elçisi, önceden hükümetten aldığı resmi izin sayesinde, elçilikte çalışanlarla birlikte her hafta özel gemisiyle Marmara’ya gezmeye çıkar ve havada uçan martıları avlamakla meşgul olurdu.
Fransız elçisi, İngiliz sefiri ile arası açık olduğu için, bu gezintilere engel olmak ve bu yolla Sir Thomas’tan intikam almak istemişti.
Fransız elçisi bir gün, sarayda en büyük güce sahip olan Hümaşah Sultan’a gizlice bir haber göndererek İngiliz sefirinin o günden sonra Marmara’ya gitmesine verilmemesini rica etti.
Fransız elçisi, bu arzusu yerine getirildiği takdirde Telli Haseki’ye bir denk samur hediye edeceğini vaat etmişti.
Bu olay Sadrazamın hasta olduğu günlere rastladığı için, Telli Haseki, Padişahın sarhoş bulunduğu bir dakikada kendisinden şu fermanı almayı başarmıştı.
İngiliz elçisi Sir Thomas’a bildirilsin ki, Marmara havzasında gezintiye çıkılması ve martı avı hakkında hükümetçe verilmiş olan izin benim bilgim dışında ve sakıncalı olduğundan geri alınmıştır. Bundan böyle Marmara’da gezintiye çıkmak ve martı avlamak gibi hafifmeşrep hareketleri men ederim!
Sadrazam Mehmet Paşa divanda birikmiş işlerle meşgul olurken, İngiliz elçisinin Sadrazamı ziyarete geldiği haber verildi.
Mehmet Paşa elçiyi kabul etmekte konusunda duraksadı. Birkaç gün içinde sarayda olup biten işlerden kısmen haberdar olduğu için elçinin bu uygunsuzluklardan rahatsız olduğundan şüphesi yoktu.
Fakat Sir Thomas, Sadrazamı görmek konusunda ısrar ediyordu.
Mehmet Paşa her türlü utancı göze alarak, “Gelsin…” dedi.
Her zaman neşeli görünen İngiliz elçisinin yüzü gülmüyordu.
Sir Thomas, tercümanı aracılığıyla Padişahın emrinden bahsedip ve şikâyette bulunurken, Amberizade de Sadrazamın yanında oturuyordu.
Hüseyin Efendi Fransızcaya biraz aşina olduğu için, divana yansıyan bütün siyasi meselelerin görüşülmesi sırasında hazır bulunurdu.
O, Sadrazamın saraya geldiğini haber alır almaz divana koşmuştu.
İngiliz elçisi evvela olayın öneminden bahsederek dedi ki, “Hükümetiniz Marmara gezintilerimi yasaklayabilir. Buna itiraz etmek hakkım değildir. Fakat soruyorum; benim şeref ve haysiyetime saldırı hakkını hükümet ve hükümdara kim vermiştir?
Sir Thomas, cebinden Padişahın fermanını çıkararak Sadrazama uzattı.
“Lütfen şu cümleyi okur musunuz?”
Mehmet Paşa gözlüğünü taktı ve fermana göz gezdirdi.
“… gibi hafifmeşrep hareketleri men ederim, cümlesi divan kâtipleri tarafından yanlışlıkla yazılmış olacak.”
İngiliz elçisi alaylı bir tavırla güldü.
“Bu sözünüz, en büyük devlet adamı içim mazeret teşkil eder mi Paşa Hazretleri?”
Mehmet Paşa, elçi karşısında utancından ne söyleyeceğini bilmiyordu.
Elçinin elindeki ferman Padişah tarafından imzalanmıştı.
Sir Thomas, Fransız elçisinin gizlice saraya girip bu işi hallettiğini anlatmak için, “Bu fikir, doğrudan doğruya Efendimizin arzularından doğmuş olsaydı, emin olunuz bu derece üzüntü duymayacaktım. Fakat bu işten Padişahın haberi olmadığını düşünüyorum. Bu alaycı sözleri, gıyabımda Fransız sefiri de söylemektedir!” dedi.
Mehmet Paşa şaşaladı:
“Ne demek istediğinizi anlayamıyorum.”
İngiliz elçisi, soğukkanlılığını koruyarak sözüne devam etti.
“Hümaşah