Ejderhanın Saati / Kahraman Conan. Robert E. Howard

Читать онлайн.
Название Ejderhanın Saati / Kahraman Conan
Автор произведения Robert E. Howard
Жанр
Серия
Издательство
Год выпуска 0
isbn 978-625-6486-51-5



Скачать книгу

şu oku bana!” dedi sertçe, çadırda asılı duran bir ok ve sadağını işaret ederek.

      “Ancak, efendim!” dedi yaver, büyük bir kaygı ve endişe içinde. “Savaş kaybedildi! Yenilgiyi ağırbaşlılıkla kabul etmek kraliyet soyunun onurunun bir parçasıdır.”

      “Ben kraliyet soyundan falan değilim!” dedi Conan. “Ben bir barbarım ve bir demircinin oğluyum.”

      Oku ve yayı zorla aldı, çadırın girişine doğrulttu. Hem korkutucu hem de oldukça heybetli gözüküyordu. Yırtık bir gömlek ve deri, kısa bir pantolon dışında çıplak sayılırdı. Yırtık gömleğinden kaslı ve kıllı koca göğsü gözüküyordu. Dolaşık siyah saçlarının altında mavi gözleri keskin ve öfkeli bakışlarla parlıyordu. Kralın bu cesur görüntüsü yaverini bile en az bir Nemedya askeri kadar korkutmuştu.

      Conan, heybetli bacaklarının üstünde sersemce sallana sallana çadırın bez kapısını birden açtı, çadırdan çıktı. Nemedya Kralı ve yaverleri attan inmişlerdi, Conan’ı görünce bir süre durdular. Gördükleri karşısında şok olmuş bir vaziyette bakakaldılar.

      “İşte buradayım, sizi pislikler!” diye kükredi Kimmeryalı. “Ben kralım! Sonunuz olacağım sizi, it sürüsü!”

      Okunu meydan okurcasına çekti ve fırlattı. Tam da Taraküs’ün yanındaki yaverin göğsüne saplandı. Conan’ın hedefi Nemedya Kralı’nın kendisiydi.

      “Lanet titrek elim! Gelin beni alın cesaret edebiliyorsanız!”

      Güçsüz kalmış bacaklarının üstünde geriye doğru sallandı. Bir çadır direğinden destek alarak doğruldu ve iki eliyle tutarak kılıcını aldı.

      “Tanrı Mitra aşkına! O gerçekten kral!” dedi Taraküs şaşkınlıkla. Ona doğru şöyle bir baktı ve sinirden kahkaha attı. “Atın üzerindeki pislik başkasıydı! Çabuk alın kellesini!”

      Kraliyet armalı üç silahlı asker, krala saldırmak üzere davrandılar, bir tanesi de kralın yaverine gürzle vurdu. Diğer ikisi o kadar hızlı değildi. Yaklaştıkları anda Conan arka arkaya kılıcını savurarak Nemedyalının kolunu kesip omuzundan ayırdı. Nemedyalı askerin vücudu sallandı ve silah arkadaşının ayağının dibine düştü. Adamın ayağı ölü bedene takıldı, kendisini toparlayamadan Conan’ın kılıcından nasibini aldı.

      Conan, kılıcını soluk soluğa bir şekilde çıkardı, tekrar sendeleyerek çadırın direğinden destek aldı. Bütün vücudu titriyordu, göğsü soluk soluğa olmuş şekilde şişip iniyordu, boynundan ve yüzünden su gibi ter akıyordu. Ancak gözlerinden hâlâ vahşi bir öfke püskürüyordu, soluk soluğa: “Neden o kadar uzak duruyorsun Belverus iti! Ben oraya gelemiyorum, sen gel de gör gününü!’’ dedi. Taraküs tereddüt etti, kalan askerlerine ve siyah zırh içindeki cılız, suratsız yaverine baktı. Bir adım ileri çıktı. Ebat ve güç olarak Kimmeryalıdan daha zayıftı ancak bütün zırhı yerindeydi ve batı medeniyetleri arasında çok iyi kılıç kullanmasıyla bilinirdi. Ancak yaveri kolundan tuttu.

      “Hayır, efendim. Hayatınızı tehlikeye atmayın. Bu barbarı öldürmeleri için okçuları çağıracağım, diğerlerini öldürdükleri gibi bunu da öldürürler.”

      Savaş devam ederken yaklaşan at arabalarını hiç kimse fark etmemişti, şimdi gelmiş önlerinde duruyorlardı. Ancak Conan gördü, sırtından garip bir ürperti indi. Arabayı çeken siyah atların görünüşünde bir gariplik vardı ama kralın asıl dikkatini çeken arabadaki kişiydi.

      Uzun, sade bir elbise içinde uzun boylu, iri yapılı bir adam. Semitiklere ait olan başlıklardan takmıştı; başlık, dikkat çekici siyah gözleri dışında bütün yüzünü gizliyordu. Atları kontrol eden dizginleri tutan elleri beyazdı ancak güçlüydü. Conan yabancıya uzun uzun baktı, ilkel içgüdüleri yine canlanmaya başladı. Bu örtülü silüette tehditkâr ve güçlü bir hava sezdi. Rüzgârsız bir havada çimlerin arasında gizlice gezinen bir yılanın çimleri sallandırması gibi sinsi ve tehditkâr bir hava.

      “Buyurun, Xaltotun!” diye bağırdı Taraküs. “İşte Akilonya’nın Kralı burada! Kayalıkların altında öldüğünü sandığımız o değilmiş.”

      “Biliyorum.” dedi, nereden bildiğini açıklama bile gereği duymadan. “Şu an ne yapmayı düşünüyorsun?”

      “Okçuları onu öldürmeleri için görevlendireceğim.” diye yanıtladı Nemedyalı. “Yaşadığı sürece bizim için tehlikeli olacak.”

      “Bir köpek bile bazen işe yarayabilir.” diyerek yanıtladı Xaltotun. “Bırak, yaşasın.”

      Conan alaycı bir şekilde kahkaha attı. “Gelin de öldürün!” diyerek meydan okuyordu. “Lanet ayaklarım tutuyor olsaydı bir ormancının ağacı yerinden sökmesi gibi söküp atmasını bilirdim! Sakın beni sağ bırakmak gibi bir hataya düşmeyin!”

      “Korkarım ki doğru söylüyor.” dedi Taraküs. “Adam bir barbar ve yaralı bir kaplan kadar acımasız şu anda. Bırak da okçulara emri vereyim.”

      “Beni izle ve bilgelik öğren.” dedi Xaltotun.

      Elini kıyafetinin arasına soktu, pırıl pırıl parlayan bir küre çıkardı. Birden Conan’a attı. Kimmeryalı küçümser bir tavırla küreyi diğer tarafa doğru attı, dokunmasıyla beraber bir patlama oldu, her tarafı bembeyaz, parlak bir ışık kapladı. Conan, hareketsiz bir şekilde yerde yatıyordu.

      “Öldü mü?” Taraküs, sorgulamaktan çok durumu tasdikler gibiydi.

      “Hayır, yaşıyor ama hiçbir şey hissedemez. Birkaç saat içinde kendine gelecek. Adamlarına söyle, kollarını ve bacaklarını bağlayıp benim aracıma yüklesinler.”

      Taraküs bir hareketiyle emri verdi, askerler homurdana homurdana hareketsiz kralı at arabasına taşıdılar. Xaltotun, Conan’ın vücudunun üzerine gözükmesin diye bir örtü örttü ve dizginlerini eline aldı.

      “Belverus için buradayım.” dedi. “Amalric’e söyle, eğer ihtiyacı olursa onunlayım. Conan olmadan ve ordusu bu hâle gelmişken fetih için fazlasını yapmaya gerek yok. Prospero meydana en fazla on bin asker getirebilir ve cephede olanları duyduktan sonra şüphesiz Tarantia’ya geri dönecektir. Amalric’e, Valerius’a veya herhangi birine Conan’ı esir aldığımı sakın söyleme. Bırak, kayalıkların altında öldüğünü düşünsünler.”

      Bir süre askerlere doğru baktı. Nöbetçi asker uzun bakışlardan rahatsız olup huzursuzca hareket ediyordu.

      “Senin o belindeki şey ne?” diye sordu Xaltotun.

      “Neden ki, kemer efendim, beğendiniz mi?” diye kekeledi asker şaşkın şaşkın.

      “Yalan söylüyorsun!” Xaltotun’un kahkahası bile acımasızdı. “O zehirli bir yılan! Ne kadar aptalsın, insan hiç beline bir sürüngen dolar mı?”

      Adam, gözleri korkudan kocaman açılmış bir vaziyette kemerine doğru baktı. Kemerinin tokasının ona doğru şahlandığını dehşet içinde izledi. Bu bir yılan kafasıydı! Korkunç gözleri, zehir akan dişleri, ürpertici tıslamasıyla resmen bir yılandı ve vücudunu saran iğrenç sıcaklığını hissetti. Büyük bir çığlık attı ve çıplak eliyle yılanın kafasına vurdu, zehrin eline geçişini hissetti. Kaskatı kesildi ve birdenbire yere yığıldı. Taraküs hiçbir tepki vermeden sadece izledi. Tek gördüğü deri bir kemer ve nöbetçi askerin avucuna saplanmış kemer tokasıydı. Xaltotun, sihirli bakışlarını Taraküs’ün yaverine çevirecek oldu, adamın benzi attı ve tir tir titremeye başladı. Ancak kral araya girdi: “Hayır hayır, ona güvenebiliriz.”

      Büyücü, dizginleri gerdirdi ve atları hareketlendirmeye başladı. “Bak,