Название | Selahaddin - İslam’ın Birleştirici Gücü Kudretli Sultan |
---|---|
Автор произведения | Stanley Lane-Poole |
Жанр | |
Серия | |
Издательство | |
Год выпуска | 0 |
isbn | 978-605-121-908-0 |
1160 yılında Şam’dan Mekke’ye giden hac kervanında Şirkuh liderliği üstlenerek bu işi oldukça abartmıştı. Ne var ki bu etkileyici insanlar arasında Selahaddin’in adını duymadığımız gibi güçlü bir dinî itikadı olmasına rağmen Müslümanlar arasında İslami fazileti taçlandırmak anlamına gelen bu ziyareti herhangi bir zamanda gerçekleştirmiş olduğuna ilişkin de bilgimiz yok. Şirkuh tabii ki Nureddin’in 1162’de Harim’i (Harenç) Frenklerden geri almak ve takiben elli Suriye kalesini ele geçirmek adına yapılan savaşlarında önemli roller üstlendi. Bu savaşlarla Zengi’nin ihtiyatlı oğlunun krallığı kuzeyde Anadolu Selçukluları’nın sınırındaki Maraş’a, güneyde Hermon Dağı eteklerinde yer alan Banyas’a ve Havran’a (Busra) kadar genişledi.
Bütün bunlarda Selahaddin’in hiç katkısı yoktu; herhangi bir savaş benzeri mücadelede en ufak bir görev üstlenmiş olsaydı emin olabiliriz ki ona hayranlık duyan biyografi yazarları bunu kaydederdi. “Müslümanların müstakbel sultanı” gönüllü inzivasından ancak ve ancak Şirkuh’un Mısır’a düzenlediği seferlere katılmak için çıkmış ve Zengi’nin üstlendiği “İslamiyetin kahramanı” rolünün gerçek ardılı olarak amcasının sarayına mertçe adım atmıştı.
6. BÖLÜM
MISIR’IN FETHİ 1164 – 1169
Mısır, iki yüzyıl boyunca Peygamber Muhammed’in kızı Fatıma’nın soyundan gelmekle övünen harici halifelerin hanedanının yönetimine katlandı. Fâtımîler olarak bilinen bu hanedan, Şiilere mahsus mistik felsefeyle Ali ve Fatıma’nın soyundan gelecek imamlarda kozmik bilincin vücut bulacağını iddia etti ve aynı seçilmiş soydan gelecek olan son imam Mehdi’nin zuhur edeceği inancını besledi. Kahire’nin güney surlarının dışında, çölün ortasındaki mezarı hâlen büyük saygı gören Eş-Şafi’nin öğretilerinin yolundan giden çok büyük kısmının katı gelenekçi tavrına karşın Fâtımî halifeler, kendi otoritelerini, itaate ve inanç konusunda esnekliğe alışmış bu insanlara fazla zorluk çekmeden dayatarak birkaç nesil boyunca Müslüman devletlerin arasında ön plana çıkan bir hükümdarlık sürdüler.
Donanmaları, Kordoba halifesininkiyle beraber Sicilya’yı başarıyla işgal etti, Sardunya’ya ve Korsika’ya akınlar düzenledi; gemileri sıklıkla Kızıl Deniz ve Hint Okyanusu’na açıldı ve hatta Cebelitarık Boğazı’ndan Batı Afrika kıyılarına kadar ilerledi. Afrika’nın kalbine nüfuz edip Çad Gölü’ne kadar geldi; orduları Mısır’ı olduğu kadar Suriye ve Arabistan’ı da ellerinde tuttu ve Bağdat’ da bulunan devrik Abbasi halifelerini sürekli olarak tedirgin etti. Gümrüklerden geçen büyük Hint ticaretinden elde ettikleri inanılmazdı, eğer Arap tarihçilerinin tuttuğu mücevher ve hazine dökümlerine itibar edersek, sarayın lüksü ve savurganlığı yabancı elçileri bile şaşkına çeviriyor; Kahire’nin surları, kapıları ve camileri kraliyet şehri olmasından ileri gelen ihtişama tanıklık ediyordu. Ne var ki bu mimariden geriye kalan, süsleme sanatlarının her türlü kaynağının müsrifçe kullanıldığı soylu yapıların ancak bir zerresidir.
Mısır birden fazla fatih ırkın Capua’sı59 olarak öne çıktı. Kay-revan bedevilerine misyonerlik yaptıkları eski günlerdeki sadeliklerini unutan Fâtımî halifeler, Kahire’deki gösterişli saraylarında şaşaanın ve varlıklarının tadını çıkarmaktan, zevk ve safaya dalmaktan, bir süre sonra da hükûmetin çekilmez iş yükünü hizmetkârlarına bırakmaktan memnundular.
Fâtımîlerin, haremindeki yastıklara gömülü lideri, yalnızca Ali’nin hizbinden olan müminlerin gözünde “Gerçek İmam”la bağdaştırılan ruhani otoriteyi elinde bulundururken vezirleri adım adım iktidarı gasp etmiş ve hatta krallık sıfatında hak iddia etmişlerdi. Mücevherler işlenmiş tahtında Kahire halifesi, Bağdat’taki rakibi gibi bir kuklaya dönüşmüştü. Bürokratik idarenin doğal bir sonucu olan entrikalar ve hizipleşme nedeniyle kendi içinde bölünen Fâtımî Krallığı, hata edip Şii mezhebiyle uzlaşma yoluna giden halkıyla herhangi azimli bir istilacının önünde kolay av olabilirdi. Mısır’ın uzun süren hükümranlığının temel nedeni komşularının zayıflığıydı. Selçuklular gerçekten de Mısır’ı Suriye’den yoksun bırakmıştı ancak Mısır herhangi bir istilaya yeltenene kadar Selçuklu da çoktan parçalanmıştı. Fâtımî iktidarını on ikinci yüzyılın ilk yarısında tehdit eden tek kuvvet Kudüs Krallığı’ydı. Frenkler yalnızca Suriye kıyılarını ve iç kesimlerdeki birçok kaleyi ellerinde bulundurmuyor, aynı zamanda yağma peşinde hırsla savaşıyorlardı. Mısır’ın şansına ki haçlılar şan için olduğu kadar altın için de savaşmışlardı ve hiç şüphesiz Fâtımîlerin ardılları zevklerini düzenli yıllık vergilerden60 ölçülü biçimde aktarılan devlet yardımlarıyla tatmin ediyorlardı.
Nureddin’in özellikle Şam’ı fethinden sonra Suriye’deki siyasi tablo üzerine buraya varışı oldukça rahatsız edici bir etki yarattı. Suriye kralı ve Kudüs kralı şimdi artık hasımdılar: Hiçbiri bir diğerinin gücünü Mısır’ı ilhak yoluyla artırmasına, dolayısıyla güneyde bir gözlem merkezi edinmesine izin veremezdi.
Her ikisi de Nil Deltası’na göz dikmişti, birbirlerini kıskançlıkla ve ihtiyatla gözaltında tutuyordu. Ülkenin gerçek sahipleri Mısırlı vezirler, doğabilecek ihtimallerin tamamen farkında, her iki tarafa da göz kırpıyor ve iki tarafı birbirine düşürmeye uğraşıyordu. Sonuçta işi fazlaca ileri götürerek Selahaddin’e görmezden gelmeyeceği bir fırsat sundular.
Nureddin’in Mısır’ın işlerine ilk silahlı müdahalesi, görevinden alınmış bir vezirin çağrısı ile olmuştu. Sürekli suikastların yaşandığı ve vezirlerin durmadan değiştiği bir dönemde Yukarı Mısır’ın Arap idarecisi Şaver, 1163 Ocak’ında, yedi ay içinde Barkiye Taburu Komutanı ve Kapı Muhafızı Dirğam tarafından görevden alınıp ülkeden sürüleceğinden habersiz, vezirliğe getirildi. Şaver Şam’da bulunan Nureddin’e sığınarak yardım diledi. Mısırlı bir vezirin Suriye kralına ilk ittifak talebi değildi bu fakat Şaver’in teklifleri, umutsuzluk içinde verilen abartılı sözlerdi. Bir istilanın tüm masraflarını karşılayacak ve sonrasında Mısır’ın yıllık vergilerden elde edilen gelirinin üçte birini Nureddin’e verecekti. Suriye kralı, Mısır’dan bir parça edinmenin önemini biliyordu, buna kayıtsız kalamazdı; bunun siyasi konum elde etmenin tek anahtarı olduğunun ve bereketli bir gelir kaynağı oluşturacağının farkındaydı, yine de Şaver’in teklifini kabul etmekte tereddüt gösterdi. Adamın kendisine duyduğu güvensizlik ve sefer sırasında çölden geçerken haçlıların bölgesinde karşılaşacakları riskler muallakta kalmasına neden oldu.
Her nasılsa olaylar onun bu ihtiyatına karşı büyük bir hızla gelişti. Dirğam ve Amalric arasında yıllık devlet yardımı konusunda anlaşmazlık çıktı, böylece Kudüs’ün yeni kralı tam zamanında karar verip 1163 Eylül’ünde yıllık vergiyi almak amacıyla Mısır’ı istila etti. Bilbis yakınlarında yaşadığı ağır yenilginin akabinde barajları ve setleri yıkıp o dönemde en yüksek seviyesinde olan Nil’in güçlükle zapt edilen sularının ülkeyi sel altında bırakmasına neden olan Dirğam, böylelikle büyük bir bozgunun önüne geçti. Amalric yapılan bir çeşit anlaşmadan kısmen memnun bir şekilde,
59
Roma İmparatorluğu’nda hem idari hem askerî öneme sahip, bir o kadar da varlıklı kent. (ç.n.)
60
Surlu William’ın verdiği isimle Annuam tributi pensionem (xix, 5).