İslam Tarihi. Şehbenderzade Filibeli Ahmet Hilmi

Читать онлайн.
Название İslam Tarihi
Автор произведения Şehbenderzade Filibeli Ahmet Hilmi
Жанр
Серия
Издательство
Год выпуска 0
isbn 978-625-6865-04-4



Скачать книгу

inkâr ederek; bu özelliğin de tecrübe sonucu ortaya çıktığını iddia ederler. Hissiciler ekolü, zaruri olarak inkâr ve materyalizmi doğurur.

      4. Tenkit Felsefesi ve Kuşkucular [Septikler]

      Bu akım, Almanyalı Kant’ın felsefi ekolü olup sonraları pozitivizm felsefesinden ve idealizmden bazı şeyler almıştır. Bu akımı savunanlar hemen bütün yerleşmiş fikirleri yıkıp harap ettikleri hâlde bunların yerine bir şey koymazlar. Şurası da dikkate değer ki tenkitçiler, tahrip ettikleri fikirleri o derece nezaket ve zarafetle yıkarlar ki bu yöntemle yaptığı tahribat, diğerlerinden daha tesirlidir.

      Bu akımın esas ilkesi şu şekilde özetlenebilir: İnsan idrakinde de birtakım fikirler ve zorunlu önermeler var. Bu zaruret işin aslında var mıdır? Yoksa insan aklında mevcut ve dış gerçekliği olmayan şeyler midir? Eleştiri felsefesi, bunlarda hiçbir dış gerçeklik olmadığını iddia ediyor. Şu hâlde insanlık için hakikatleri bilmek imkânsız olduğu gibi maneviyatın da varlığı, insan algısının hükmünden ibaret kalıyor.

      İşte görülüyor ki tenkit ekolü zaruri olarak şek ve şüpheyle sonuçlanmaktadır.

      5. İspat [Pozitivizm] Felsefesi ve Tekâmül [Evrimcilik]

      İspat felsefesi, olaylardan ve görünüşlerden dışarı çıkmamak ve tecrübeyle sabit olamayacak şeyleri hikmetten [ilim ve felsefenin sahasından] dışarı çıkarmak emelindedir. Fakat ilkelerinin çoğunluğu, bu iddianın aksine olup birbirine zıt birçok fikri kendinde toplamıştır.

      Tekâmül felsefesi ile ispat felsefesi arasında fark pek azdır. Her ikisi de maneviyatı, tecrübe alanı dışında kabul etmekte ve uğraşmaya değmez görmektedir.

      6. Ferdiyetçiler [Tekçiler] ve Maddiyatçılar

      Maddeciler, varlığı kuvvet ve madde adı ile iki asla indirgeyerek bütün maneviyatı bir kalemde ret ve inkâr eder. Tekçiler ise kudret ve maddeyi bir “öz”e indirgemek gibi artı bir düşünceye sahip ise de aralarındaki fark önemsizdir. Ferdiyetçilik, maddiyatçılık ekolü ile panteizm ekolünün karışımıdır, denilebilir.

      7. Vücutçular ve Ruhaniler

      Vücutçular [panteistler/tümtanrıcılar], vahdet-i vücut taraftarları ise de bunlarla İslam tevhitçileri arasında fark vardır. Ruhaniler, Cenabıhakk’ın bu âlemden öz itibarıyla ayrı ve ruhani bir şahıs olduğuna inanırlar.

      8. İlahçılar [Teistler]

      İlahçılar yani yaradancılar, bir dine mensup olmadığı, peygamberleri tasdik etmediği hâlde Allah’ın varlığına inananlardır.

      9. Bilimin Yetkisi

      İlim ve fen,5 bir şeyin “nasıl” olduğunu inceler. Bu durumda bilimin meşgul olacağı çalışma zemini, yalnız olaylar ve görünüşler sahasıdır. Bundan dolayı bilim, hiçbir vakit tecrübe ve inceleme vadisinden çıkamaz. Çıkarsa artık ona bilim6 adı verilemez.

      Demek ki bilimin kendine has bir alanı vardır ki bu da hadiseler alanıdır. Bilim bu alanda kaldıkça hâkimdir, kendisine itaat edilendir, gerçektir. Zira insanlık tarafından icrası mümkün olan tecrübe ve inceleme üzerine kurulmuştur. Gerçi ilimde özellikleri itibarıyla tecrübe ve incelemesi mümkün olmayan teoriler ve hipotezler de vardır. Şu kadar ki bunlar hiç olmazsa eserlerinde ve neticelerinde tecrübesi mümkün olan konuları ihtiva edebilir. Mesela: Atom, kuvvetin ve maddenin korunması kuramları gibi. Hiçbir suretle tecrübe edilmeyen ve incelemesi mümkün olmayan konular, bilimin sahası dışında kalır. Eğer bilim, bu gibi hususlar hakkında hüküm vermeye kalkışırsa sınırının dışına, alanının üstüne çıkmış olur ve önemi kalmaz.

      Mesela bir kimse, “Bilimsel olarak melekler yoktur.” dese; eğer bu sözüyle, “Bilim ve tecrübe açısından meleklerin varlığının incelenmesi mümkün değildir.” demek istiyorsa sözü doğrudur. Fakat tecrübe ile ispatı mümkün olmadığı için meleklerin varlığını inkârı kastediyorsa yalan söylemiş olur; çünkü ilk önce kendisi bilimin dışına çıkar.

      Tecrübe ve inceleme ile ispatı mümkün olmayan bir şeyi inkâr etmek, ikrar kadar bilime aykırıdır.

      Avrupa eserlerinde, en ziyade tenkide değer ve sakınılması gerekli olanları, bilim ile felsefeyi ve dini birbirlerine karıştıranlarıdır. Bilimi kendi sınırları dışına çıkarmak, onu mahvetmek demektir. Hâlbuki Avrupa’da birçok araştırmacı, bu hatayı bilerek işliyorlar.

      Şu hâlde bilim, yetkisini aşıyor. Bu usul, bu yetkisini aşma, Avrupa’nın sosyal görüşlerine pek fena etki ettiği gibi bilimin de ilerlemesine engel olmaktadır. Çünkü ilmi, yetki ve kapsam dairesinin dışına çıkarıyor ve lüzumsuz bir sürü varsayım ile ilimi ilim olmaktan uzaklaştırıyor.

      10. Felsefenin Yetkisi

      İlim bir şeyin nasıl olduğunu araştırır, demiştik. Niçin öyle olduğunu inceleme vazifesi de felsefeye aittir.

      Mesela dikkat nazarımıza bir hadiseyi, bir koyunu alalım. İlim, bir damlanın ana rahmine düştüğü dakikadan itibaren incelemeye başlar. “Bir koyun nasıl meydana gelir?” denilirse size bütün tafsilatıyla bilgi verir. Fakat verdiği tüm bu bilgilere karşı: “Niçin böyle oluyor?” derseniz ilim size cevap veremez. İlim hadiseyi bilir, ikinci derecedeki sebepleri de görebilir fakat en yüce sebebi, gayeyi, hikmeti göremez ve niçin sorusuna cevap veremez.

      İnsanlık, bir hadisenin nasıl meydana geldiğini bilmekle yetinmez. Her bilinmeyene karşı, insanlık vicdanı, derhâl “Niçin?” sorusunu sorar. Bu soruların vardığı en son noktalar, insanlığı özellikle meşgul eder. Akıllı ve bilinçli her insan, dünyaya niye geldiğini, nereye gideceğini, etrafındaki bütün bu olayların ve görünüşlerin niçin var olduğunu sorar, sormaya fıtraten ve vicdanen kendini zorunlu hisseder.

      Bilim soru soran kimseye, dünyaya nasıl geldiğini bildirir fakat niçin geldiğini bilmez ve bildiremez. Bu âleme her gelenin öleceğini söyler fakat nereye gideceğini ve ölümden sonra bir ikinci hayat olup olmadığını kestiremez. Yaratılanlar hakkında güzel fikirler verir fakat varlığının asli sebebini keşfedemez.

      İnsanlık, bilimin bu acizliği önünde baş eğip kalmaz, sualine bir cevap almadıkça gönül endişesi rahatlığa kavuşmaz. İşte bu suale cevap bulmak zorunluluğudur ki insanlığı, bilim7 yanında, bilimin verdiği hükümlerin özü ve hükümlerinin mantıklı neticeleri olarak bir de felsefe meydana getirmeye zorlamıştır. Yaratılışından insana böyle bir endişe yerleştirildiği içindir ki Cenabıhak, insanlara peygamberler göndermiş ve dini ihsan etmiştir.

      Demek ki bilim, bir olayın şekillerinde ve görünüşlerinde kalır. Felsefe ise içyüzlerine ve sebeplerine iner. Birinci nasıl olduğunu, ikinci niçin öyle olduğunu anlamaya uğraşır. Şu hâlde din lüzumsuz kalmaz mı? Dinin vazifesi nedir? Felsefe, dinden daha lüzumlu olur mu? Bu sualin cevabını Dördüncü Bölüm’de vereceğiz. Şimdilik şu kadar söyleyelim ki felsefe, dinin yardımcısı ve tamamlayıcısıdır. Fakat hiçbir vakit felsefe, “din hissi”ni doyuramaz. Hiçbir vakit felsefe, insanı dinden uzaklaştıramaz.

      3. BÖLÜM

      DİN

       Dinin Tarifi – Din Hissi – Dinin Lüzumu ve Faydaları

      1. Dinin Tarifi

      Dinin



<p>5</p>

İlim ve fen, din ve felsefe mevzuları dışında ve sınırlı bir şekilde alınıyor. Buraya dikkat edilmelidir. Yoksa genel manası itibarıyla “hikmet fenni, hikmet ilmi, din ilmi” ifadeleri kullanılabilir.

<p>6</p>

Bilimin kısa ve kapsamlı tarifi şudur: Bilim, kanunlardan ve sebeplerden bahseder.

<p>7</p>

Tarihçe sabittir ki hikmet [felsefe], bilimden daha evvel icat edilmiştir.