İslam Tarihi. Şehbenderzade Filibeli Ahmet Hilmi

Читать онлайн.
Название İslam Tarihi
Автор произведения Şehbenderzade Filibeli Ahmet Hilmi
Жанр
Серия
Издательство
Год выпуска 0
isbn 978-625-6865-04-4



Скачать книгу

değildir ki; İslam dininin itham edilmesi mümkün olsun. Gerçekten basit ve ilkel dimağlar, yüce İslam dinindeki tevhidin güzelliğini hakkıyla anlama ve kavramadan mahrum olurlar. Böyle bir adam, ilahi hakikati “lisanen” doğru bir şekilde tasdik ve ikrar etmekle beraber, her ne vakit Vacibu’l-Vücud’u (gereklilerin gereklisi, kendisinden başka her şeyin varlığını mümkün kılan fakat kendisinin varlığı mutlak gerekli olan Allah’ı) tahlil suretiyle tefekküre cesaret etse birbiriyle çelişen benzetmelere düşeceği, apaçık olan şeylerdendir. Hatta bu durumda nice âlimler bile içinden çıkılması zor uçurumlara düşmüşler ve birçok dalalet fırkaları meydana gelmiştir.38

      Allah’ın hakikati hakkında, İslam dininde mevcut emanetleri, rumuzları ve hatta açık beyanları itibar nazarına alırsak, peygamberiğin imkânı [olabilirliği] kolaylıkla meydana çıkar.

      Peygamberliğin ispatı ve Vacibu’l-Vücud’un (varlığı muhakkak gerekli olan Allah’ın) ispatı konularını, bu kitaba ek olacak ayrı bir kitapla yazacağımız için burada ayrıntıya girişmeyeceğiz.

      “Ma vesianî… – Yere ve göklere sığmadım ancak mümin kulumun kalbine sığdım.”

      “Lî maallahi vaktün… – Benim Allah’la öyle bir vaktim var ki ne mürsel bir nebi ve ne de mukarreb bir melek araya girebilir.”

      “Kalbü’l-mü’mini arşullahi teala. – Müminin kalbi Allahu Teala’nın arşıdır.”

      ve bunlar gibi Peygamber Efendimiz’in hikmetli hadisleri insaf nazarına alınırsa vahiy ve nebiliğin hakikati hakkında doğru ve sağlam bir fikir sahibi olabiliriz.

      3. Peygamberlik ve Velilik

      Nebi, bir vasıta (melek) ile Hak’la irtibat kurmuş, Hakk’ın emirlerini ve dileklerini almaya ve çok kere yaymaya memur edilmiş seçkin bir insan, demektir.

      Veli ise vasıtasız olarak irtibata erişmiş olan insandır. Buradaki “vasıta”, “vasıtasız olarak” ifadeleri irfana [kâinatın sırlarını bilmek] ait bir farktan ibaret olup nebilerin velilik mertebesinden mahrumluğu demek değildir. Gerçi bir şahsın nebiliğinden veliliği daha ileri dereceye ulaşmış olmayı ifade ederse de bütün insanları doğru yola sevk etmeye memur olmak demek olan nebilik, makamların en şereflisidir. Hakikatte ise nebilikle veliliğin farkı, nebinin davet sahibi, bazen kitap sahibi ve her hâlde bir şeriatı insanlara tebliğ edici olmasındadır. Aradan bu seçkin ayrıcalık kalkarsa mahiyet itibarıyla gerek nebilik gerek velilik “ittisal”den ibaret kalır. Gerçi her insan ne fiilen nebi ve ne de fiilen veli olabilir. Nasıl ki her insan fiilen mutlaka hâkim veya mühendis olmaz. Fakat fiilen gerçekleşmesi birtakım seçkin kişilerle sınırlı kalmakla beraber nebilik ve veliliğin “insanlığın şerefli sıfatı” olduğu açıkça ortaya çıkar.

      4. Keşif, Rüya, İlham

      Nebilik ve veliliğe mahsus hâllere gelince:

      Bilim; bu hususta mutlak bir şekilde yetkili değildir. Bugünkü bilimsel bilgilerin toplamı, insanlık için gerçekten iftiharı gerektirecek bir ilim ve kültür birikimi oluşturmakta ise de henüz müspet usulle incelenmesi başarılan bilgiler, bilinmeyenlere nispetle bir zerre hükmündedir.

      Gerçekten birtakım haddini aşan bilimciler, daha doğrusu bilimin bugünkü iktidar ve salahiyetini pek abartılı görüp bilimsel varsayımlara dayanarak fikirlerini ortaya koyan yarı filozoflar, bütün maneviyatı ve bu arada nebilik ve veliliği inkâr ediyorlar. Bu görüşlerini ispat için delillerini sergilemek hususunda da “zamanımızda hiçbir garip hâlin görülmediğini” söylüyorlar. Meseleyi bu şekilde ortaya koymak doğru değildir. Hatta bu, kendilerince makbul usule de aykırıdır. Mesela aşırı bilimciler ve maddeciler, “yeryüzünde hayatın kendiliğinden – spontané-” meydana geldiğini iddia ediyorlar. Pasteur’ün keşifleriyle sabit olduğu üzere zamanımızda hayat, mutlaka tenasül (üreme) suretiyle meydana geliyor. Bundan dolayı kendilerine: “Hayatın kendi kendine meydana gelmesi, şimdi tabiatta mevcut olmayan bir şeydir.” diye itiraz olunduğu vakit, “Bugünkü şartlarla meydana gelmiyorsa da ilk devirlerde bunun mümkün olmadığı ne malum? diyorlar.

      O hâlde biz de kendilerine bu usul ile mukabele edebilir ve “Olağanüstü bir hâl olan nebilik ve daha birçok garip hâl şimdi ortaya çıkmıyorsa da bunun sebebi, ortaya çıkma zamanı olan devirlerdeki şartların şimdi bulunmadığındandır. Bu şartların geçmiş zamanlarda mevcut olmadığı ne malum?” diyebiliriz.

      Fakat maddecilerin kendi kendine meydana gelen hayat hakkındaki delillerine bilimsel bir değer vermediğimiz için kendilerine öyle kıymetsiz bir delil ile cevap vermeyi uygun bulmayız. Yalnız şu son asırlarda gözümüzün önünde meydana gelen ve gelmekte olan nice garip hâllere bilimin nasıl cevap verebildiğini sorarız. İnsanlığı endişeye en çok sevk eden, insanın kaderiyle en fazla ilgisi olan meseleler hâlâ cevap bekliyor. İnsanlık, maneviyat hakkında çok şey bildiği, çok şeye muktedir olduğu zamanlar kâinat ve maddeye ait ilimler hakkında pek az şey biliyordu. Asrımızda kâinata ait ilimler ve teknik hayret edilecek ilerlemeler göstermiş ise de maneviyata ait bilgiler de o nispette gerilemiştir.

      Bu durum, “beyin merkezleri” teorisiyle pek güzel anlaşılır. İnsanlar, yalnız maneviyata önem verip maddiyatı ihmal ettikleri zamanlar, ancak maneviyatta ilerlemişler ve beyinlerindeki maneviyat merkezleri gelişmiştir. Bunun aksine olarak yalnız yaşayışa ve maddiyata önem verildiği zamanlar, özellikle asrımızda, beyinlerdeki maddiyat merkezleri gelişmiş, maneviyat merkezleri başlangıç hâllerinde olduğu gibi kalmıştır.

      “İttisal”in [kulun Allah’la buluşması] nübüvvet-i teşriîyye [kanun koyma ile ilgili nebilik] şekli Peygamber Efendimiz Hazretleri ile son bulmuş ise de nübüvvet-i tarifiye [tanıtma ile ilgili nebilik], yani irşatla [doğru yolu gösterme] ilgili velilik şekli hâlâ bakidir. Avrupa âlimlerinin insaflıları, “medyumlar”, “geleceğin ve gizli şeylerin keşfedicileri”, “rüyalar” ve bunlar gibi istisnai hâller hakkında ret ve kabulü içine alan bir karar vermeyip bunları “incelenip araştırılan” meseleler arasına katıyorlar. Rüyaların bir kısmı hakkındaki teoriler tamamıyla uygulanabiliyor. Fakat diğer kısmı?

      Uyku hâlinde, … kazanılmış duyumların ruhi faaliyet tarafından pek çok şekilde toplanması ve hatıra getirilmesi ile gelecekte olacak bir olay arasında bir ilgi kurulması bilim açısından mümkün müdür? Böyle bir hâle mana vermek mümkün olabilir mi? Asla.

      Benim Bağdat’ta bir dostum var. Bir gece bu dostumu rüyamda görüyorum. Bana “Ben filan gün, falan yerde, şu şekilde vefat edeceğim.” diyor.

      Gerçekten de dostum, o şekilde, o yerde ve o gün vefat ediyor. Araştırmacılar, bu gibi garip şeylerin sebeplerinin bilinmemesi yüzünden, tekzip ve inkâr edilmesini bilime ve hakikate uygun görmezler. Medyumlar, reddi ve inkârı kabil olmayan, ilim ve fennin şimdiki hâliyle çözülmesi ve anlatılması mümkün bulunmayan hâller gösteriyorlar. Medyumlar içinde, ünlü kişilerin ölüm şeklini ve tarihini haber verenler var. Eski zamanları bir tarafa bırakalım. İsveçli Swedenborg, İngiltereli bir rahibe yazdığı bir mektupta ölüm gününü açıkça bildirmiştir.39

      Geleceği haber vermek, insanların içinde sakladıklarını keşfetmek gibi hâller Peygamber Efendimiz’de pek çok kere meydana gelmiştir. Bunlardan bir kısmının kaydedilme şekli, belgelenme şartları öyle kapsamlı bir dereceye sahiptir ki inkâr edilmeleri imkânsızdır. Sünnilerle Şiilerin ittifak hâlinde kabul etmek zorunda kaldıkları tarihî olaylar ve rivayetler bu türdendir.

      Mesela: Zübeyr bin Avvam’a, İmam Ali ile muharebe edeceğinin ve bu muharebede haksız bulunduğunun söylenmesi (Talha’ya da aynı şekilde peygamberimizin ihtarı olmuştur.), Aişe’ye



<p>38</p>

Kelimelerin çokça bilinen manalarını kabul etmede ısrar ederek hiçbir tevili, hatta küçük bir tevili dahi kabul etmeyenler mantıki bir akımla Müşebbihe, Müşahhasa ve benzeri mezheplere kapılmışlardır. Müşebbihe’nin Cenabıhak hakkındaki fikri, Protestanlardan Sebtiyyun mezhebindeki fikre çok benzer. Sebtiyyun Tevrat’ta ne kadar kelime varsa hepsini zahirî ve maddi manasında almaktadır. Mesela “Cenabıhak altın bir taht üzerinde oturuyor.” aynen kabul ediyorlar. Hayatım boyunca tesadüf ettiğim garip şeylerden birini burada aktaracağım: Hapishanede bulunduğum sırada tutuklular arasında bir hoca, bir Bektaşi babası, Sebtiyyun’dan peygamberlik iddiasında bulunan bir Ermeni, Rum papazı olmak için tahsil görmüşken işi kalpazanlığa çevirmiş bir Rum, Venedik manastırında tahsil görmüş bir Ermeni Katolik’i vardı ki odamda toplanır, sohbet ederlerdi. Sebtiyyun’dan olan Con Brader’in itikadı, her üç dine de uymuyordu. Bir gün büyük bir ciddiyetle şu “altın taht üzerinde oturmak” meselesini ona sordular.

İsmail Baba alaylı bir tavırla “Onun için dünyada altın az. Kim bilir kaç milyon kantar altından kendisine bir taht yapmış.” demişti.

Con Brader ise tam ciddiyetle “Tahtın büyüklüğü bilinmiyorsa da altın olduğu kesindir. Zira Tevrat’ın filan ayetinde öyle yazıyor.” cevabını vermişti.

İslami hakikat ile bağdaşması mümkün olmayan fikirlerin, hakikat olan fikirlerden daha kolay yayıldığı görülmektedir. Fakat bundan dolayı İslam kınanamaz.

Mesela Orta Afrika’da ve Büyük Sahra’da çok yaygın ve Malikî âlimlerden birine atfedilen bir eserde şu sözleri okudum:

“Mevcudün fî külli mekânin bi-ilmihi ve mevcudün fî arşihi bi-vücudihi. – Allah her yerde ilmiyle vardır, arşı üzerinde de vücuduyla vardır.”

Avam, vücut kelimesini cisimden başka bir şekilde algılayamayacağından Cenabıhakk’a hem bir mekân hem de sınırlı bir cismaniyet atfedilmiş oluyor. Hâlbuki söz gelimi “vücut” kelimesi ruhani ve manevi bir şekilde kabul edilse bile, yine Allah’ın zatı arş ile sınırlandırılmış oluyor.

<p>39</p>

Bu satırların yazarı, ölüm gününü ve hatta saatini bir kere iki buçuk sene evvel haber veren bir adama ve birkaç kere de ölümünden üç beş gün evvel bildirenlere tesadüf etti.