Название | Çolpan |
---|---|
Автор произведения | Naim Kerimov |
Жанр | |
Серия | |
Издательство | |
Год выпуска | 0 |
isbn | 978-625-6853-29-4 |
Ama böyle sorulara cevap vermeden önce Andican’a, Çolpan’ın yaşadığı mahalleye, gençlik neşidesi ile dolu döneme bir göz atalım.
Fâika ananın hatırladığına göre, Flоra Kaydanin’in annesi olan muallime hanım ile aynı odada Âbide ismli bir kız yaşıyormuş. Kız aslen Çarcoylu olup, onun Andican’a ne zaman ve nasıl geldiği karanlık. Âbide, görkemli bir kız olduğu için Abdülhamid ondan hoşlanmış. Ayrıca, o 1910’lu yıllardaki Özbek kızlarından farklı hâlde kendine, oturup kalkmasına dikkat eden birisiymiş. Onun nefis bir sesle Tatar dilinde konuşması da genç şairin gönlünü avlamış. Kısacası, sеvgi ve muhabbet çağındaki Abdülhamid, gönül sırrını yüz endişe ile ona bildirmeye cür’et etmiş. Ama Âbide onun muhabbet koşuğuna hiç itibar etmemiş. Birinci muhabbeti reddedilen genç şair, gönlünün kanlı yaraları hafifleyince şu mısraları yazmış:
“Köŋil, tinmes köŋil, endi yeter, köz tikme güllerge, Gözeldir, yaşdır u güller, fakat aldanma unlarge -
Ki kızganmas, köŋil koymas sеniŋdеk ak köŋillerge.”
“Kızlarniŋ Defterige” adlı bu üç mısralık şiirde Abdülhamid gerçi güllere artık göz dikmemeye ve bu güzel, genç güllere kendini kaptırıp aldanmamaya söz vermiş gibi görünse de, aradan çok geçmeden, muhabbet rüzgârı yine onun saçlarını okşar, genç kalbinden yine sеvgi koşuğu kelebek gibi atılıp çıkar. Artık onun gönlüne kıpkızıl kor atan kız, Âbide’nin başka bir milletdaşı, ismi cismine uygun olan Mâhiroya idi.
“Mâhiroya öğretmendi. O güzel, hoş biçimli, şirin muameleli bir kız idi”, – diyor o konuda Fâika ana.
Mâhiroya, Abdülhamid’in değerini anlayan, onun ender tabiatlı gençlerden olduğunu bütün kalbi ile hisseden bir kız imiş. O Abdülhamid’e karşı kendisinde hoş bir duygunun varlığını hissedip, onun sеvgisine sеvgi ile cevap verir. Abdülhamid Çolpan, onunla karşılaştığı kavuşma anlarında ezbere bildiği Tatar şairlerinin şiirlerini okur, ona gönlündeki en lâtif sözleri hediye eder.
Yukarıda küçük bir kısmı iktibas edilen eser de Mâhiroya’ya ithaf edilmiş, dеrsek, hata etmiş olmayız. Zira millî uyanış devrinin işleri gereği çeşitli yerlere giden ve bu sеvimli kızdan ayrı yaşayan şairin onu özlemesi ve hayalen ona doğru koşması tabiîdir. Ayrıca o da Çolpan’ı sеvmiş ve ondan âşıkâne mektupların gelişini şiddetli bir arzu ile beklemiş.
“Sevgilim!
Unutmadıysan – biliyorsun, bana ne zamandır söylemiştin: ‘Sеn bеni unutursun’, – diye. O sözlerinin henüz bеn hiç bir harfini de unutmadım, hem de unutmayacağım. Nе olursa olsun, bеn sеni nasıl unutabilirim, sеni unutmak, benim sonum değil mi?”
Çolpan’ın bu sıralarda Andican’dan uzun süre başka şehir ve köylere gitmemesinin sebebi de Mâhiroya’nın hasreti idi.
Lâkin muhtariyet hükûmetinin yerle bir edilmesi ile o hükûmetin kurulmasından duyulan sevinci terennüm eden Çolpan’ın hayatı da tehlike altında kaldı. Bir yandan hapsedilme tehlikesi, diğer yandan mücadeleyi devam ettirme isteği, onu uzak ve tehlikeli yollara doğru sürükledi.
…Çolpan Andican’a döndüğünde, henüz 1918 yılının soğuk kışı yumuşamamıştı. Şair malûm zamana kadar mücadele sahasını terk edip, sakin hayat beşiğini sallamaya başladı.
Fâika ananın anlattığına göre, “güzel, hoş biçimli, hoş muameleli” geline Çolpan’ın baba ve annesi de iyi gözle bakmış. Hayat bir meramda, sakin ve endişesiz devam etmiş.
Çolpan’ın sırlı seyahatten döndüğünü işiten dostları, onu ziyaret etmek, seyahat izlenimlerini dinlemek için Katarterek’e gruplar hâlinde gelmeye başlarlar. Dostlarının böyle vakitli vakitsiz çıkıp gelmelerine bazı Özbek hanımlarının da tahammül edememesi mümkündür. Başka bir muhitte terbiye görmüş, sadece kendisinin huzur ve rahatını korumaya alışmış olan Mâhiroya’ya misafir beklemek, en sıkıcı meşguliyetlerden biri hâline dönüşür. Sonunda o kocasını ziyarete gelen kişilere soğuk muamele eder ve bu tavrı ile Çolpan’ı da mahçup etmeye başlar. Çolpan bu işin soğukluğunu anlatmaya ne kadar çalışırsa çalışsın, bütün gayretleri boşa gider. Mâhiroya kendi hayat kuralları karşısında hattâ sеvgili kocasına rağmen bir adım bile geri çekilmedi.
Onların bir yastığa büyük ümit ve niyetlerle baş koymaları ise bir yılı geçmiş, fakat aile sevinci olan çocuktan bir haber yoktu. Mâhiroya karşısında kendilerini tahkir edilmiş hisseden dostlar bunu bahane ederek, Çolpan’ı kızdırmaya, “Başka doğru dürüst bir hanım yok muydu? Hanım zatına kıran mı girdi?” demeye başlarlar.
(Çolpan’ın babası hakkında çağdaşların hatıralarına dayanarak söylediğim bazı sözlerim aileyi rahatsız etti. Onlar Süleyman bezzaz ile Çolpan arasındaki münasebetlerin bazen gergin olduğunu bilmedikleri için atalarını son derecede akıllı ve Çolpan’a karşı daima şefkatli davrandı, diye düşünüyorlardı. Bunun için de Fâika ananın ikinci çocuğu ve benim akranım olan Öktem Mirzahocayev, annesi adına yazdığı bir makalesinde, “Çolpan” başlıklı risalemde (1991) beyan edilen bazı sözleri reddetmeye çalıştı. Şimdi söylemek istediğim sözümün de onlara ne kadar ağır geleceğini bilsem de, onu söylememeye hakkım yok. Evet, Çolpan’ın Mâhiroya ile ayrılmalarında Süleyman bezzaz da bir kenarda durmamış. Çolpan uzak-yakın akrabalarının sözlerine uyup, hanımından ayrılacak gençlerden biri değildi. Çolpan’ın kendi ailesinde de Mâhiroya’ya karşı bir tavır ortaya çıktığı için o birinci evliliğini bozmaya cür’et etti.)
Böylece Çolpan, seyahatten döndükten sonra, çok geçmeden, “Mâhiroya” adlı destanına nokta koymaya mecbur oldu.
İkinci Bölüm
BULAKLAR
“Ey köŋlimde şan aralaş uyat bir iz kaldırgen Bulaklarniŋ kuçağı! Kimler, kimler kökregiŋde davul kebi saldırgen, Ey tüzeliş oçağı! Mеn bağriŋge şifa isteb kelgen ağrık bolsam-da, Başka şey izleymen. U nerseni tоpmagunça çarçasam-da, talsam-da, Kökregiŋde kеzermen.”
Aşk Iztırapları
(Devamı)
“Güzel Klеоpatra!
Baban firavunun zehirleri kadar acı zehirleri onun gök yapraklarından istediğin kadar alabilirsin. Kendi yanakların gibi yumuşaklık ve güzelliği yine onun kızıl yapraklarından emebilirsin.
Belki aklında yoktur.
Bir gün atınla çıktığın avdan yorulup, kendin yalnız dönüp geldin. Yorulmuş olsan da, hiç aldırmadan yürüyüp, Nil sahiline indin.
Geçen seherde bir Hindistanlı âşığı timsahın ağzına attığın yerden bir demet nilüfer çiçeği topladın.
Haram odanın eyvanındaki tahta yer serdirip yattın ve biraz önceki çiçek demetini kızıl ipek ile başına taktırdın.
Düşünceli, kaygılı gözlerini Nil’in üstünde gibi görünen aya dikip, hiç doymuyormuş gibi çiçeği koklayıp koklayıp ve buna aldanıp uykuya gittin.
Seher henüz