Название | Gönül Ticareti |
---|---|
Автор произведения | Hüseyin Rahmi Gürpınar |
Жанр | |
Серия | |
Издательство | |
Год выпуска | 0 |
isbn | 978-625-6485-79-2 |
HANGİSİ DAHA ZEVKLİ?
Bu öldürme işi ortalıkta günlerce heyecan çalkandırdı. Aldatılan koca aldatan kadını öldürdü. Olan iş adi, hemen her gün olan biten işlerden biri. Hıyanet ve intikam… Öldüren koca; yargıçların önünde beraat edinceye kadar sinirli krizler, ruhi coşkunluklar içinde çok titredi. Terledi. Terletti. Suçluları tam suç işledikleri zamanda yakalamak için tamam bir buçuk yıl gizlice bu hıyanetin peşinden dolaştığını tıkayıcı hıçkırıklarla sarsıla sarsıla anlatıyor, kendini kaybedip tekrar bulmaya uğraşırken uzun aralıklarla sözü kesiyor, yargıçları bekletiyordu.
O sadakatsiz kalbe kurşunu sıkınca sevgili karısı “Kıyma bana Haşim! Ah bilmezsin, ruhum senin, vücudum bu adamındır!” diye âşığını işaret ederek can vermişti.
Peyman’ın bu son sözü katil kocanın beynine ateşten bir muamma damgası yakıcılığıyla işlemişti. Bu ne demek olacaktı? Haşim Ulvi ruha inanmıyordu. Bu, son aldatıştı. Ona verilen bu blöf ruh şimdi neredeydi? Fakat niçin aldatıyordu? Ölürken bile aldatıyordu. Apaydın iş karşısında…
Haşim Ulvi bu hıyanetin belirgin izleri üzerinde karısının aldığı yalancı muhabbet, sahte sadakat tavırlarındaki her zamankinden başka aldatıcılık ustalığına şaşıyor. İçten öyle hileli hıyanet yüreği taşırken dıştan o kadar sıcak bir içtenlik gösterebilmesindeki şeytanca yatkınlığı karşısında aklı çileden çıkıyordu. Bu bir buçuk yıllık dayanışının azabı içinde yanarken intikam hırsıyla yüzü ateş kesiliyor, gözlerini kan bürüyor, dişleri gıcırdıyordu.
Haini öldürmekle yüreğinden hıyanet acısını söndürememişti. Acısını gideremeyen bu ölümün ne yararı olmuştu sanki? Düşüne düşüne duyguları, düşünceleri yavaş yavaş başkalaşıyor, eski şiddetlerini kaybederek ölüden yana dönüyor, yüreğinde Peyman’a karşı acımaya, özlemeye benzer bir şeyler uyanıyordu. Karısının sıcak bakışlarıyla onu okşayan kumru göğsü menevişli gözlerinde büsbütün baştan çıkarıcı bir büyücülük kuvveti olamazdı… Bu baştan çıkartmaların sevgiyle karışıklığını şimdi seziyor, bu gerçeği kalpten kalbe akan hileye sığmaz derin bir anlatımın içtenliğiyle anlar gibi oluyordu. Fakat o hâlde, aman ya Rabbi o hâlde bu koca sevgisini kendisini başka birine vermekle niçin kirletiyordu? İki karşıt sevgi tek bir gönüle sığar mıydı? Haşim Ulvi bu çetin muammanın önünde, karısının can verirken etmiş olduğu şu itirafını düşünüyordu: “Ruhum senin, vücudum onun.” Bu sözden doğru bir gerçek çıkarmak ne zordu. Düşüncelerinin labirentleri içinde aklı dolaşarak pusulayı şaşırıyordu.
Peyman’ı birkaç kere rüyalarında gördü. Bağışladı. Barıştı. Göğsü üzerinde onu ruhuyla bir edecek şiddetle bir helecanla sıktı. Bu, Haşim Ulvi’yi hayat kâbusundan uyandıran garip bir rüya idi. Ölü kadınla diri kocanın sevinç, mutluluk yaşları birbirine karışmıştı. Yürek çarpıntılarıyla kan ter içinde gözlerini açtı. Niçin uyandı? Keşke bütün ömür bu kısa rüyadan ibaret kalaydı? Peyman’ı öldürmemiş olaydı rüyadaki bu bağışlama, bu barış, bu kaynaşma mutluluğu hayatta da böylece bir gerçek olabilecek miydi? Ağladı… Ağladı… Onu rüyalarında görmekle mutluluk duyduğu Peyman şimdi nasıldı? Gömüldüğü yeri bile bilmiyordu.
Haşim Ulvi benliğini törpüleyen bu ruh hâlinin işkencesiyle ezilirken tuhaf bir mektup aldı. Bilinmeyen bir kalemin ürünü… Kendini tanıtmayan bu kimse, ona yüreğinin en derin, en işkenceli sırlarını acı bir içtenlikle açıyordu:
Haşim Ulvi,
Zavallı koca… Cinayetinizin üzüntüsünü, acılarınızın derinliklerini aynı hızla kendi ruhumda duydum. Duruşmanızı dinlerken içimde çöreklenmiş aynı yılan, en duygulu damarlarımdan döne döne beni sokuyordu. Sanıyordum ki manevi bir radyo benim gönlümdekileri size söyletiyor. Çünkü ben de bugün aldatılan bir kocayım. Ölmüş karınız yaşayan karımın aynı yaratılıştaki kız kardeşidir. Ben de öldüreyim, iş olup bitsin öyle mi? Hayat sınavlarıyla kafaları olgunlaşmamış, gerçeğe yabancı, acemi şairlerin ona göklerde mekân verdikleri aşk, insan yüreğinin en aşağılık bir hastalığıdır. Yakalananları yükseltmez, alçaltır. İşte ben alçaldım. Esfel-i safiline iniyorum. Bu alçalışımın hikâyesi köpekten insana kadar olan aşk kanunlarında işitilmemiş bir devrimdir. Karımın aşkı beni ince damarlarıma kadar cin tutmuş bir şiddetle pençesine almıştır. Cesedimi lime lime etmeden ruhumu ondan kurtaramam. Karıma sıkacağım kurşun onu bitirmeden beni öldürür. İkimiz birden ölelim… Bu bir marifet değil. Cehennemin derinliklerinde neler var? Hüner, bu derinliğe inmektedir.
Azizim Haşim Ulvi,
Ben bu sevda tekkesinin çilekeşliğiyle büyük gerçeklere erdim. Ölümü, aşka deva yapmak ahmaklığından kurtuldum. Söyleyeceklerimden tiksinerek yüz buruşturma. Eski “stoicien”ler gibi karı kocalıkta nefis ezasını safa yapan bir tür felsefenin mucidi ve tek müridiyim. Belki bu hıyanet mabedinde gizli din kullanan başka kocalar da vardır. Biliyorum Haşim Ulvi, dert ortağım Haşim Ulvi, ruhunda deşilen aşk ufunetinin kanlı cerahatleriyle şu anda yüreğinin sızladığını biliyorum. Acıların en korkuncu!.. Bu ejderin öldürücü dişlerine karşı koyabilmek için ne yapmalıyız? Yavaş yavaş vücutlarını öldürücü zehirlere alıştıranlar yok mu? Koleradan kurtulmak için koleraya, tifodan kurtulmak için tifoya, kuduzdan kurtulmak için kuduza aşılananlar yok mu? İşte ben aşk hastalığının bu serumunu buldum. Aşılandım. Onun kurbanları sürü sürü ahmaklar gibi ben bu dertten ölmeyeceğim. Ve kimseyi öldürmeyeceğim. Büyükbabalarımız sadakatsiz aşüfteyi öldürürlermiş. Bu atadan kalma şeyin vahşetinden yüreklerimizi temizlemeliyiz. Aldatıcı düşüncelerin sakatlıkları üzerinde inatla durmak, geçmiş yüzyıllara dönmek demektir. İnsanlıksa yenilenmek çılgınlığıyla çırpınıyor.
Ben karımı seviyorum, o da başkasına gönüllü… Ama günahını sezdirmemek için bütün şeytanca ustalığıyla beni idare ediyor. Bırakayım da büsbütün sevgilisine gitsin. Hayır! Öldüreyim de aşkım toprağa gömülsün. Hayır! Sevmek hayatın en büyük tadıdır. Sevgiyi şiddetlendiren kıskançlık bu tadı da aynı ölçüde büyülüyor. Cinsî duyguları doygunluk hâline gelmişlerin karı kocalıklarında ne tat kalır? Karım bana hıyanet cehenneminin alevleri arasında cennetin gülistanlarını gösteriyor. En bayıltıcı güllerini koklatıyor. Cennetin tatlarını cehennemin alevleriyle karıştırarak beni öldürüp öldürüp diriltiyor. Ben bu anlatılmaz zevkin ateşleri içinde Âşık Kerem gibi tüterek yanıyorum.
Dikkat ederim. Sevgilisiyle buluşmaları uzun aralıklara uğradığı zamanlarda sinirlenir. Bu özlemle âdeta hastalanır. Duygularında bana karşı olan nefrete yakın doygunluğunu bildirmemeye çalışarak kendini kollarımın arasına cansız bir bırakışı vardır. Bu fedakârlığın tepkisini gösteren bir iki hıçkırıkla sarsılır. Beni de titretir. Sorarım:
“Ne oluyorsun karıcığım?”
İnler:
“Sinir hâli.”
O anda benim sinirlerim de en son derecede gerilir. Kollarımın arasında bütün gücümle sıkar, hırpalar, didikler, dişlerim. Onun yüreğinden bu hıçkırıkları koparan kuşkusuz o hain sevdadır. Yatıştırılması bir zamancık uzamış o günahkâr sevda… Bu gerçeği benim bildiğim kadar karım da kendisini aç bir canavar hırsıyla ısırışımın nedenini anlar. İşte böyle geçiniriz.
Azizim Haşim Ulvi,