Название | Biz |
---|---|
Автор произведения | Евгений Замятин |
Жанр | |
Серия | |
Издательство | |
Год выпуска | 0 |
isbn | 978-605-72611-7-5 |
Ve her şeyin en üstünde, Küp’ün yukarısında, makinenin yanında, Hayırsever dediğimiz kişinin metalden yapılmış hareketsiz figürü duruyordu. Buradan, aşağıdan yüzü seçilmiyor: Sadece sert, heybetli, köşeli hatlara sahip olduğu görülüyor. Ama o eller… Böylesine bazen perspektif fotoğraflarda rastlanır: Ön plana oldukça yakından yerleştirilmiş eller devasa gözükür, tüm bakışları kendisine çeker, geri kalan her şeyi kapatır. Şimdiye kadar, sakince dizlerinin üzerinde durmakta olan bu ağır ellerin taştan olduğu ve dizlerin onların ağırlığına zar zor dayandığı anlaşılıyor…
Ve birden bu devasa ellerden biri yavaşça yukarı kalktı, yavaş, demirden bir jest yaptı; tribünden bir Numara, kalkan ele itaat ederek Küp’e yaklaştı. Bu payına, bayramı kendi şiirleriyle taçlandırma mutluluğu düşmüş Devlet Şairleri’nden biriydi. Çılgın cam gözleriyle, orada, basamaklarda, yaptığı deliliklerin mantıklı sonucunu bekleyen kişi için yazılmış, ilahi bakır vezinler tribünlerin üzerinde gürledi.
…Yangın. Evler vezinlerde sallandı, sıvı altınlar yukarıdan fışkırmasıyla çöktü. Yeşil ağaçlar kurudu, özsuları aktı, geriye sadece haçlara benzeyen yanmış iskeletler kaldı. Ancak Promethus ortaya çıktı (Bu, tabii ki, biziz.).
Makinelerde, çelikte ateşi kullandı
Ve kanun, kaosun boynuna zinciri taktı
Her şey yeni ve çelikten: Çelikten güneş, çelikten ağaçlar, çelikten insanlar ve birden bir deli ateşi zincirlerinden kurtardı ve özgürlüğe bıraktı. Ve şimdi her şey tekrar yok olacak.
Maalesef şiir konusunda hafızam kötüdür. Ancak bir şeyi hatırlıyorum; daha öğretici ve daha mükemmel imgeler seçmek mümkün değildi.
Tekrar ağır ve demir bir jest ve Küp’ün basamaklarında ikinci bir şair belirdi. Ben bile yerimden doğruldum: Olamaz! Hayır, onun kalın, zenci dudakları, bu o… Neden bana daha önce böyle yüksek bir görevi olduğunu söylemedi… Gri dudakları titriyordu. Anlıyorum: Hayırsever’in, bütün Koruyucuların karşısında… Ancak yine de böylesine heyecanlanmak…
Sert, hızlı, balta gibi keskin kafiyeler… Duyulmamış suçlar, tahkir edici dizeler üzerine yazılmış, Hayırsever’in … olarak adlandırıldığı… Hayır, hayır tekrarlamaya dilim varmaz.
Solgun R-13 hiç kimseye bakmadan (Ondan böylesine bir sıkılganlığı beklemezdim.) indi ve yerine oturdu. Saniyenin en küçük diferansiyelinde, onun yanında oturan bir yüz, bir an için gözüme görünüp kayboldu; esmer, sert, üçgen bir yüz… Benim gözlerim, binlerce göz, yukarıya, makineye döndü. Orada insan dünyasına ait olmayan bir elin, üçüncü demir jesti gerçekleşti. Ve görünmeyen bir rüzgârın sarsıntısıyla suçlu yavaşça bir basamak daha indi ve işte bir adım daha, hayatının son adımına indi. Kafası arkada, yüzü güneşe dönüktü, hayatının son çukurunda sırtüstü yattı.
Hayırsever makinenin etrafında kader gibi ağır, acımasız bir tur attı ve devasa elini manivelanın üzerine koydu… Ne bir çıt sesi vardı ne de bir nefes; tüm gözler o elin üzerindeydi. Yüz binlerce voltun bileşkesine sahip olmak ne ateşli ne sürükleyici kasırga gibi bir his olmalı. Ne büyük şans!
Ölçülemeyen bir saniye. Akımı veren el aşağı indi. Dayanılmaz keskinlikte bir ışın kılıcı parladı, makinenin borularında zar zor duyulan titreme gibi bir çatırtı koptu. Yayılan vücut, belli belirsiz ışıklı bir dumanın içinde, gözümüzün önünde eriyor, daha da eriyor, korkunç bir hızla çözünüyor ve henüz bir dakika önce kalpteki delice ve kırmızı bir şekilde fışkıran sıvıdan geriye saf suyun kimyasal birikintisi dışında hiçbir şey kalmıyor. Bunlar hepimizin bildiği basit konulardı: Evet, maddenin çözünmesi; evet, insan vücudundaki atomların parçalanması. Ama bu yine de her seferinde mucize gibi Hayırsever’in insanüstü gücünün bir göstergesi gibi gerçekleşiyor.
Yukarıda, on kadın numaranın kıpkırmızı olmuş yüzleri, heyecandan yarım açık ağızları, ellerinde rüzgârın titrettiği çiçeklerle, Hayırsever’in önünde duruyordu.6
Eski bir geleneğe uygun olarak, on kadın, Hayırsever’in püsküren sıvıdan hâlâ ıslak olan ünifini çiçeklerle donattılar. Hayırsever, bir din adamının ulu adımlarıyla yavaşça aşağı indi, yavaşça tribünlerin arasından geçti ve onun arkasında yumuşak, beyaz kadın elleri yukarı kalktı ve milyonlarca kişinin narasının fırtınası koptu. Ardından bu naraların aynısı şu an bizim olduğumuz yerden görünmeyen Koruyucuların şerefine atıldı. Belki de onlar, Koruyucular, eski insanların hayallerinde oluşturduğu her insana doğumunda verilen şefkatli ve ürkütücü “koruyucu meleklerdir”.
Evet, bütün tören boyunca, eski inançlardan kalma, boran ve fırtına gibi arındırıcı birtakım şeyler vardı. Bu satırları okuyacak sizler, böyle anları bilir misiniz? Eğer bilmiyorsanız sizin adınıza üzülürüm…
10. KAYIT
Dün, benim için kimyagerlerin çözeltilerini süzdükleri kâğıt gibiydi: Tüm artık, gereksiz malzemelerin üzerinde kaldığı bir kâğıt… Sabah olduğunda aşağıya tümüyle damıtılmış, duru bir şekilde indim.
Aşağıda, lobide, masanın arkasında oturan kontrolör kadın saate bakarak gelen Numaraları kaydediyordu. Kadının adı Ю… Neyse, numarasını söylememem en iyisi olacak çünkü hakkında kötü bir şeyler yazmaktan korkuyorum. Aslında özünde çok saygın, yaşlı bir kadın. Onda beğenmediğim tek şey yanaklarının balık solungaçları gibi biraz aşağı sarkmış olması (Gerçi şimdi bu çok önemli değil gibi geldi.).
Kalemini gıcırdattı ve numaramı sayfanın üzerinde bir mürekkep lekesinin yanında gördüm: “D-503”
Tam bu mürekkep lekesine onun dikkatini çekmek istediğim sırada, birden kafasını kaldırdı ve mürekkep gibi gülücüğünü yüzüme damlattı:
“İşte mektubunuz. Evet, alacaksınız azizim. Evet, evet alacaksınız.”
Onun tarafından okunan mektubun bir de Koruyucular Bürosu’ndan geçmesi gerektiğini (Bu tabii düzeni açıklamanın gereksiz olduğunu düşünüyorum.) ve 12.00’den önce elimde olmayacağını biliyordum. Ancak bu gülüş karşısında mahcup olmuştum ve bir mürekkep damlası çözeltimi bulandırmıştı. Öylesine bulandırmıştı ki daha sonra İNTEGRAL’in inşaat alanında hiçbir şekilde zihnimi toparlayamadım ve hatta hiçbir zaman başıma gelmeyen bir olay yaşadım; hesaplamalarda yanıldım.
Saat 12.00’de tekrar pembemsi-kahverengi balık solungaçları, gülücük… Ve sonunda mektup ellerimdeydi. Neden bilmiyorum ama mektubu burada okumak yerine cüzdanıma soktum ve hızlıca odama gittim. Hemen açtım, çabucak gözden geçirdim ve oturdum… Bu, I-330’un üstüme yazıldığını ve bugün 21.00’de ona gitmem gerektiğini (Adresi de aşağıya yazılmıştı.) bildiren resmî bir ihbarnameydi.
Hayır! Her şeyden, ona karşı duygularımı kesin bir şekilde belli ettikten sonra bu olamazdı. Üstelik benim Koruyucular Bürosu’na gidip gitmediğimi
6
Tabii ki bu çiçekler Botanik Müzesi’ndendi. Şahsen ben Yeşil Duvar’ın çok ardında olan, vahşi dünyaya ait olan her şey gibi, çiçeklerde de güzel bir şey göremiyorum. Güzel olan sadece akılcı ve faydalı olandır: makineler, çizmeler, formüller, besinler ve dahası.