Türk Masalları. Неизвестный автор

Читать онлайн.
Название Türk Masalları
Автор произведения Неизвестный автор
Жанр
Серия
Издательство
Год выпуска 0
isbn 978-605-121-987-5



Скачать книгу

kestik, gömleği kana boyayarak size getirdik!” demişler.

      İsmail Ağa hiddetlenerek:

      “Vay kâfirler vay! Hem onun gibi bir dilberi öldürüyorlar hem de gömleğini bana gösteriyorlar…” demiş ve ellerine ellişer lira vererek:

      “Artık bu memlekette sizi görmeyeyim, adınızı da duymayayım.” demiş. İki cellat giderken birbirlerinin yüzüne bakarak:

      “Allah Allah amma da tuhaf adam. İyi ki kızı öldürmedik, saraydan iç rahatlığıyla çıkıyoruz.” demişler.

      Dilfirip Hanım, cellatlar gittikten sonra uçurumun aşağısına bakmış, aşağıda bir kumsal olduğunu ve yakınından bir ırmak aktığını görerek sevinmiş.

      Kendi kendine:

      “Tanrı’m! Sen bana yardım et de şu uçurumdan aşağı ineyim.” demiş. Çocuğunu bağrına basarak uçurumdan inmeye başlamış. İki üç saat çabaladıktan sonra kayalardan aşağı inmeye muvaffak olmuş. Aşağı indiği zaman karşıda bir yiğit delikanlının yattığını görmüş. Ona doğru koşarak sormuş:

      “Aman yiğidim ne oldu sana?”

      Yiğit de:

      “Arkadaşlarımla ava çıkmıştık. Arkadaşlarım beni kıskanarak vurdular ve beni bu hâle koydular. Şu heybemde bir tas var, bana bir yudum su ver.” demiş.

      Kız koşmuş ve su almak için pınara gitmiş. Fakat döndüğünde delikanlıyı orada ölmüş bulmuş. Hemen delikanlının elbiselerini çıkartarak üzerine giymiş ve delikanlıyı oracığa gömmüş. Sonra doğruca delikanlının heybesinin yanına koşmuş ve bir insanın ihtiyacını giderecek kadar eşya bulmuş. Bu eşyaları bulduktan sonra aklına, barınmak için bir kulübe yapmak gelmiş. Hemen etraftan ağaçlar keserek kendine derme çatma bir kulübecik yapmış. Eteği temiz Dilfirip Hanım, kendisini barındırmak için bir kulübe yapmaya uğraşırken, sarayda, İsmail Ağa ben bir güzeli öldürttüm, diye önüne içki masasını almış, iki cariye de karşısında el pençe divan durarak ona hizmet ediyorlarmış. İsmail Ağa içtikçe önüne gelene bağırıyor ve sesi sarayda çın çın ötüyormuş. Aradan yıllar geçtikten sonra Ali Bey, kendi kendine şöyle düşünmüş: “Acaba ben karımı haksız yere mi öldürttüm? Saraya haber vermeden gidip bir bakayım neler oluyor?” demiş. Hemen atına atlayıp tozu dumana katarak sarayına varmış, saraydan içeri girmesiyle İsmail Ağa’nın sesi kulaklarında çınlamış.

      İsmail Ağa bir elinde kadeh:

      “Hey aman hey!.. Ben bir dilbere kıydım. Ne yapayım?” diyorken içeriden bir gürültü işitilmiş. Derebeyi, Ali Bey biraz işi anlar gibi olmuş, sesin geldiği tarafa gelmiş, İsmail Ağa’nın içki içtiği odanın kapısını açmış, İsmail Ağa hiç ummadığı bir zamanda, ağası Ali Bey’in karşısında durduğunu görünce titreyerek ayağa kalkmış. Ali Bey, İsmail Ağa’ya:

      “Ben seni rakı masası başında oturup nara atman için değil, karımın ve konağımın ben gelene kadar namusunu korumak için bırakmıştım.” demiş ve korkularından titreyen uşaklara dönerek:

      “Derhâl bu herifi zindana atınız.” demiş. İki uşak İsmail Ağa’nın kollarından tutarak onu kızın hapsolduğu zindana atmışlar. Ali Bey iki cariyeyi çağırtmış:

      “Bana bütün olup bitenleri anlatınız.”

      Kızlardan biri, saçının arasında sakladığı Dilfirip Hanım’ın vasiyetnamesini çıkararak Ali Bey’e vermiş. Ali Bey vasiyetnameyi okuyunca gözleri büyümüş. Yüzü balmumu gibi sararmış:

      “Eyvahlar olsun! Ben karıma da kendime de yapacağımı yapmışım!..” demiş.

      Kızlara dönerek:

      “Haydi kızlar, sizinle beraber Dilfirip’i bulmaya çıkalım! Belki mezarını buluruz.” demiş. Az gitmişler, uz gitmişler, dere tepe düz gitmişler. Bir de arkalarına bakmışlar ki bir arpa boyu yol gitmişler. Her ne hâl ise bin bir zorluk ve sefaletten sonra, kızın başının vurulduğu tepeye varmışlar. Ali Bey uçurumdan bakarak:

      “Aman kızlar, bakın şurada bir kulübe var. Aşağı inelim, orada gezen delikanlıya soralım.” demiş.

      Hemen aşağı inmeye hazırlanmışlar. Dilfirip Hanım aşağıya üç adamın indiğini görmüş ve onlara dikkatle bakmış ve içini çekerek:

      “Ah! Ah! Şu gelen adam Ali Bey’e ne kadar da benziyor. Galiba ben artık hayaller görmeye başladım.” demiş.

      Ali bey de aynı dakikada:

      “Şu delikanlının gözleri Dilfirip’ime ne kadar da benziyor.” diyerek kulübeye yaklaşmışlar.

      Dilfirip Hanım, Ali Bey’i görür görmez tanıyarak:

      “Aliciğim, Aliciğim!” diyerek ona doğru koşmuş.

      Arkadan bir ses duymuşlar:

      “Anneciğim, anneciğim, o adama niçin sarılıyorsun, sonra seni hap der, yutar, ben de annesiz kalırım!..” diye ağlamış.

      Dilfirip Hanım da kendisinden başkasını görmeyip vahşilik eden çocuğuna:

      “Hayır yavrucuğum. O umacı değil, senin babandır.”

      Çocuk yine ağlayarak:

      “O benim babam değil, o umacı…” demiş.

      Ali Bey koşarak çocuğu kucaklamış. Hep beraber saraya dönmüşler. Kız da olanı biteni anlatmış. Ali Bey, İsmail Ağa’yı zindandan çıkararak sormuş:

      “Kırk satır mı istersin, yoksa kırk katır mı?” demiş. O da:

      “Kırk satır düşman boynuna, kırk katır isterim ki, birine bineyim, diğerlerini de satayım.” demiş.

      Bir katırın kuyruğuna bu hain ve alçak herifi bağlamışlar. Katır koştukça o da koşmuş, her parçası bir dağda kalmış. Onlar da sarayda rahatça mesut yaşarlarken daldan üç elma düşmüş; biri söyleyene, biri dinleyene, biri de yazana…

      Emir Nur

      Bir varmış, bir yokmuş, evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, deve tellal iken, sıçan berber iken bir hakan varmış. Kara baklayı çok severmiş. Her yıl bir tarla ektirirmiş, tam bakla vereceği sırada bir at gelir, bütün baklaları yermiş. Padişah bir yıl tarlanın etrafını karasakızla2 donatmış; at yine gelmiş, tarlaya girerken karasakıza yapışakalmış… Atı tutmuşlar, Hakanın has ahırına koymuşlar. Bu at, ahırda durmadan kişnermiş. Hakan’ın büyük kızı ahıra gitmiş, at yine susmamış… Hakan’ın en küçük kızı gelince at derhâl kişnemesini kesmiş. Bu kız, atın yanından ayrıldığı zaman at kişniyor, fakat yanına gelince susuyormuş.

      Hakan’ın kızı bir gün atın yanında otururken at birdenbire güzel bir delikanlı olmuş. Bu arada olanlardan habersiz olan Padişah, kızlarını evlendirmek istemiş. Büyük kızını başvezirin oğluna, ortanca kızını da ikinci vezirin oğluna vermiş. Küçük kızını da ortanca vezirin oğluna vermek istemiş. Fakat kız, bu gençle evlenmek istememiş, kendisine niçin istemediği sorulunca:

      “Ben has ahırdaki al atımla evleneceğim.” dermiş.

      Padişah hiddetlenmiş. Israr etmiş; fakat kız aldırmamış, nihayet küçük kız al atla evlenmiş.

      Bir gece kız, has ahıra giderek atı almış. Saraydan beraber kaçarak şehrin tenha bir köşesine bir kulübe yapmışlar. Burada at, yine birdenbire silkinerek hoş bir delikanlıya dönüşmüş. Çocuk kazanır, beraberce geçinir giderlermiş.

      Günün



<p>2</p>

Karasakız: Zift.