Durum öykücülüğünün edebiyatımızdaki en güçlü temsilcilerinden olan Memduh Şevket Esendal, «Veysel Çavuş» adlı kitabında okuyucularına âdeta toplumun içinden gerçekçi bir tavırla seslenmektedir. Esendal, birbirinden güzel hikâyeleri ile her yerde karşımıza çıkabilecek sıradan insanların sıradan yaşamlarına ortak eder bizleri. Öyle ki bu insanların ardı arkası kesilmeyen dedikodularına, karşılıksız kalan aşklarına, geçim sıkıntılarına, yaptıkları küçük hesaplara ve kıskançlıklarına şahit oluruz. Kitaba ismini veren «Veysel Çavuş» hikâyesinde ise harp zamanı tekrar orduya çağrılan bu askerin geride bıraktıklarının tesiri altında kalmamak mümkün değildir. «Bereket versin ki insan; üstünden günler, aylar geçince her şeyi unutur. Yoksa duyulan acılar sürüp gitse onun ağırlığına en duygusuz, en kayıtsız adamlar bile dayanamazlar.»
Türk edebiyatının usta öykü yazarı Memduh Şevket Esendal, birbirinden sürükleyici 25 hikâyeden oluşan Mendil Altında adlı eserinde bireyin ferdî ve içtimai yaşayışını mahirane bir üslupla okuyucuya aktarmayı başarıyor. Usul usul, âdeta hasbihâl edercesine akan arı bir dil ile kaleme aldığı öykülerinde modası geçmemiş bir mizah anlayışıyla insanları güldürmeyi beceriyor. Günümüz insanlarının hâlleri, her şeyin farkında olan ama sessiz kalmayı tercih eden kadınların yanı sıra hovardalık yaparak kendini akıllı takımından sayan erkekler, siyasi birtakım düzenbazlıklar, köylülerin kurnazlığı ve hepimizin özlem duyduğu ancak mazide kalmış olan mahalle kültürü gibi çok zengin bir konu çeşitliliğine sahip bu hikâyeler; hayal âleminizde nostalji rüzgârı estirecek!.. «Pencerenin önüne oturdu. Ortalık kararmış, ışıklar yanmış. Her nedense 'Ölüm nasıl olsa gelecek!' diye düşündü. Sonra Yusuf’u ve ailesini göz önüne getirdi. Bunlar da değişen, yenileşen yaşayışa ucundan kıyısından da olsa girmiş, sürüklenip giden bahtiyarlar. Doktor o hayatın dışında kalmış. Bu ne demek? Bu o demek ki hayat yürümüş gitmiş, o birlikte yürüyememiş. Geride kalmış. Bu ihtiyarlamanın, kocalmanın, ölmenin ta kendisi…»
Cumhuriyet’in ilk yılları, Ankara’da bir “apartıman”… Ayaşlı İbrahim Efendi, bunun bir bölüğünü tutmuş ve oda oda kiraya veriyor. Bu dokuz odayı kiralayanlarsa; bekârı, evlisi, memuru, işçisiyle birbirinden akla kara kadar farklı insanlar… Mutfağı, ayakyolu bir bu küçücük yerde yaşamanın doğal sonucu, kimsenin mahreminin, sırrının kalmaması… Birinin bildiği yarın hepsinin dilinde… Esendal, romanda adı geçmeyen genç bir banka memurunun gözünden, âdeta bir kamera tarafsızlığıyla bakıyor bu insanlara… Ve karakterlerin her biri tek başına romanı alıp götürebilecek güçteyken, elindeki malzemeyi öylesine ustalıkla kullanmış ki kimse eksik ya da fazla görünmüyor sayfalar arasında. Son kertede, buruk bir tadı var romanın… İnşa edilmeye çalışılan ulus kimliğiyle, imparatorluk bakiyesi kozmopolit bir toplumun benzemezliği o kadar aşikâr ki… Oturduk, biz namuslu insanlar; zamanın kötülüğünden, ahlak düşkünlüğünden, yana yana şikâyetler ettik, Faika’ya, ablasına acıdık; Ayaşlıya, Fuat’a kızdık… Böyle konuşmak da bir ihtiyaç mı? Bilmem, belki o çekiştirdiğimiz adamlar da bizim gibi oturup ortalığın ahlaksızlığından şikâyet ederler!
Memduh Şevket Esendal, yaşamı boyunca yer tuttuğu önemli ve kıdemli mevkilere tezat oluşturacak tarzda hikâyeler kaleme almıştır. Kendine has üslubu ve kelimeleriyle sıradan insanların sıradan öykülerini yazmayı kendine misyon edinen Esendal, bu özelliğiyle her zaman halka yakın durmuştur. Mutlu Bir Son, Esendal’ın belli bir süre okuyucuya ulaşamayan öykülerini bir araya getirmesi bakımından önemli bir eserdir. İçindeki birçok hikâye, Esendal’ın özellikle aile temasını nasıl işlediğini açıkça göstermektedir. Aile içindeki sağlıklı veya sağlıksız ilişkiler, maddi zorluklar, evlilikteki hassas dengeler gibi türlü ailevi meselelerden dem vuran Esendal, bu hikâyelerde çekirdek aileye olan bakışını da yansıtmaktadır. «Sen çalış, git o büyük yerlerde otur, yaşa; iste, isteyen adamın yapacağının ucu bucağı yoktur. Ben daha çoğunu istemeyi bilmiyordum. Sen isterken hiçbir şeyi kendine büyük görme.»
Bütün eserlerini samimi, arı bir üslup kullanarak ve akıcı bir lisan ile yoğurarak oluşturan usta yazar Memduh Şevket Esendal, Sahan Külbastısı’nda birbirinden güzel 24 hikâyeyi okuyucularıyla buluşturuyor. Esendal, kaleminden dökülen bu hikâyelerde; okuyucunun ilgisini çekecek toplumsal konulara özellikle değinmiş, en umutsuz ve içinden çıkılması imkânsız bir hâl almış durumlarda bile mizah kabiliyetini kullanarak tebessüm ettirmeyi başarmıştır. Siyahın kötülük, beyazın saflık ve iyilik, belirsizliğin ise gri renk ile özdeşleştirildiği bu renk cümbüşünde bazen kendi rengimizi bulmamız zorlaşabilir. Bunu aramak faydasızdır. Zira insan, kalıplara sığdırılamayacak ve tek bir renge bürünemeyecek kadar karmaşıktır. Pek çok çeşitliliğe sahip bu hikâyelerde de her renkten karakterle karşılaşmanız mümkündür. “Hoşça yaşamanın bir yolunun da bulunduğun yerin rengine boyanmak olduğu”na inanan yazarın öykülerinde her kuşaktan insanın gökkuşağına dönüşmesi ise neredeyse kaçınılmazdır.
Dilinin sadeliği ile her yaştan insan tarafından anlaşılarak gönüllerinde taht kuran, saf ve samimi Anadolu insanına kalemiyle hayat veren Memduh Şevket Esendal; bizzat deneyimlediği yaşantıları ve gözlemlediği gerçeklikleri tüm çıplaklığıyla sayfalara dökerek «Otlakçı»yı meydana getirmiştir. Bu hikâyeler okyanusunda herkese yetecek kadar öykü adası vardır. Bazı adalarda okul çıkışında öğrencilerin kavgasına şahit olup kimin kazanacağına dair iddiaya tutuşuruz; bazılarında ise kumar oynayarak zenginleşen kocasından boşanmak isteyen kadının mektubunda, helalinden bir lokma yemenin özlemini yanaklarından süzülen iki damla gözyaşında buluruz. Kitaba ismini veren «Otlakçı» hikâyesinde ise Mahmut ile karşılaşırız. Aslında hepimizin hayatında var olan bu Mahmut, herkesten tütün otlanır. Üstelik iyi tütünleri seçer, kalan tozu da sahibine hediye olarak bırakır!.. Kısacası güldüren, ağlatan, eğlendirirken düşündüren bu duygu deryasında hikâyelere doğru kulaç atarken geriye dönüp baktığınızda size tebessümle el sallayan insanlar göreceksiniz…
Türk edebiyatında durum hikâyeciliğinin mihenk taşı sayılan Memduh Şevket Esendal, İhtiyar Çilingir adlı kitabında okuyucularına kendi gözünden dünyayı anlatır. Sosyal konuları ele alan Esendal, fesin terk edilip şapka giyilmesi kanununu ve bu yeniliğin topluma olan etkilerini gözler önüne serer. Başkalarının sözüyle hareket eden insanların akıbetlerini işler. Meşrutiyet ve hürriyet olgularının toplum tarafından nasıl idrak edildiğini mizahi bir üslupla aktarır. Sayfaları çevirirken Bozdağı hikâyesinde kendinizi esrarengiz bir cinayetin delillerini ararken bulacak; Bay Özarıer hikâyesinde ise duyguları kullanılan bir insanın acısını derinden hissedeceksiniz. Her hikâyede, içinizde sükût hâlinde bekleyen hisler uyanacak; kendinizi âdeta bir değişimin içinde bulacaksınız. «Bir gün bencileyin bir uçuruma yuvarlanırsanız, artık her şey burada bitti sanmayınız. Acılar, umutsuzluklar bir ömür sürmez. Bir bıçak yarası nasıl savar, yerinde bir iziyle biraz sızısından başka bir şey kalmazsa gönül yarası da böyledir. Acısı geçer de sızı kalır.»
Cumhuriyet döneminin en üretken yazarlarından biri şüphesiz Memduh Şevket Esendal’dır. Yazdığı sayısız hikâyeleriyle Esendal, Türk edebiyatının zenginleşmesinde önemli rol oynamıştır. On sekiz hikâyenin yer aldığı «Gödeli Mehmet», bizi iyi kötü, acı tatlı pek çok yaşantıyı bir de Esendal’ın gözünden görmeye davet ediyor. Bu hikâyelerde kâh yaşlı bir adamın hüznüyle hemhâl olacak kâh bir bayram gününde özlenilen o çocukluğu yâd edeceksiniz. Kim bilir, sayfaları çevirdikçe belki de kendi hikâyenizi bulacaksınız… Ne zaman sana elimi uzattımsa ruhun dalgalandı, kollarımın arasında yalnız tatlı bir ceset buldum.
Ardında bıraktığı güzel eserleri ve hikâyeleriyle bugün bile varlığını sürdürmeye devam etmektedir Memduh Şevket Esendal… İçten ve samimi kalemi sayesinde günlük hayatta karşılaştığımız pek çok karaktere onun sayfalarında da rastlarız. Öyle ki köyde dedikodu yapan ve ön yargılarının esiri olan insanlardan, gemide görevli mürettebat ve dalgalarla boğuşan kaptana kadar pek çok kişiyle karşı karşıya geliriz. Onları tanıyormuş hissine kapılırız. Hepimize aşina gelen bu hikâyeler, okuyucular için birer ders niteliğindedir. Kalemini âdeta bir ressam fırçası gibi kullanan Esendal, Bizim Nesibe’de yaşadığı dönemin portresini ustalıkla çizmiştir. Hikâyelerinin, yaptığı eleştiriler ile zenginleştirildiği bu portreye baktığımızda kimi zaman halkın sıkıntılarını kimi zaman toplulukta dilden dile konuşulan lakırtıları kimi zaman da gurbete giden insanların buğulu gözlerinden yüzlerine düşen bir damla gözyaşı manzaralarını görürüz. Siz okuyuculara da bu manzarayı temaşa etmek düşer. «Nedense yüreklerde bir ağırlık var, gönüllerde bir üzüntü duyuluyor. Bir felaket mi var? Bu seyahat istenilmiyor mu? Bu şehirde tatlı hatıralar mı var? Burada sevgililer mi bırakılıyor? Yok, hiçbiri değil… Ancak nedense, gene gönüller mahzundur!»
Türk hikâyeciliğinde çığır açan Memduh Şevket Esendal, aynı zamanda kendinden sonra gelen yazarları etkilemiş ve edebiyatımıza yön vermiş kıymetli isimlerden bir tanesidir. Tıpkı bir aynanın ışığı yansıtması gibi o da yaşamın renklerini göründüğü şekliyle sayfalara aksettirir. Hikâyelerinde anlattığı kişileri bizim içimizden seçer. Ev hanımı, köylü, doktor, terzi ve sokakta oyun oynayan çocuklara kadar hemen hepsi onun şahıslarıdır. Kelepir adlı eserinde hikâyelerindeki bu tanıdık simalara aşinayızdır. Çamur Ahmet’in Çıkışları adlı hikâyede eğitim sisteminden, Berrin’in Evliliği’nde aile “kurmaktan” çok “olabilmekten”, Yusuf Koçoğlu adlı öyküde ise baba ve oğul ilişkisi gibi konulardan bahseder. Kendisinin de belirttiği üzere “insanlara yaşamak için ümit ve neşe veren” yazılardan hoşlanır. Kalemini bu minvalde oynatırken insanları da derin bir tesir altında bırakır… «Açlıktan korkmayacaksın, lafı zehir zemberek, gönüllü ite versen yenmez gibi söyleyeceksin, hırsıza hırsız, bozguncuya bozguncu diyeceksin ki herif, 'Beni tanımıyorlar, dalgayı çakmıyorlar, mandepsiye basıyorlar, yutturuyorum!' demesin. Demesin de gene becerebilirse yapsın! Benim raconumda hırsızlar, yüzsüzler, beceriksizler ve uyuzlar kendi adlarını bilmelidirler. Bu töre herkesi kendi yerine oturtur.»