Görev Yemini . Джек Марс

Читать онлайн.
Название Görev Yemini
Автор произведения Джек Марс
Жанр Современные детективы
Серия bir Luke Stone Gerilim Romanı
Издательство Современные детективы
Год выпуска 0
isbn 9781632918369



Скачать книгу

büyük konularla ilgilenmiyordu.

      Mavi sabahlığıyla mutfak masasına oturmuş kahvesini yudumluyordu. “Senin için söylemesi kolay. O ev yüz yıldır benim aileme ait.”

      Rebecca’nın uzun saçları omuzlarından akıyordu. Mavi gözleri kalın kirpikleriyle çerçevelenmişti. Luke’a göre onun güzel yüzü ince ve yorgun görünüyordu. Bu konuda oldukça rahatsız hissetti. Bütün bu olay Luke’u hasta ediyordu ama her şeyi düzeltebilecek bir şey söylemek aklına gelmiyordu.

      Becca’nın yanaklarından bir göz yaşı süzüldü. “Bahçem orada, Luke.”

      “Biliyorum.”

      “Bahçemde çalışamıyorum çünkü korkuyorum. Kendi evimden korkuyorum, doğduğumdan beri gittiğim bir evden”

      Luke bir şey söylemedi.

      “Ve Bay ve Bayan Thompson… öldüler. Biliyorsun değil mi? O adamlar öldürdü.” Sertçe Luke’a doğru bakıyordu. Öfkesi gözlerinden okunabiliyordu. Becca’nın Luke’a karşı sinirlenmeye eğilimi vardı, bazen bunlar son derece küçük meseleler oluyordu. Bulaşıkları yıkamayı veya çöpü çıkarmayı unuturdu. O zamanlarda da şimdikine benzer bakışlar atardı. Luke bu bakışların Suçlu Bulundu bakışları olduğunu düşündü. Ve şu an Luke için bu çok fazlaydı.

      Zihninde, kısa da olsa komşuları Bay ve Bayan Thompson’ı canlandırdı. Hollywood, yaşlı, iyi komşular arasaydı, onları işe alabilirdi. Luke onları seviyordu, yaşamlarının böyle sona ermesi hiç isteyeceği bir şey değildi. Ama o gün bir çok insan ölmüştü.

      “Becca, Thompson’ları ben öldürmedim tamam mı? Öldükleri için üzgünüm, sen ve Gunner, kaçırıldığınız için üzgünüm ve hayatım boyunca üzgün olacağım ve bunu telafi etmek için elimden geleni yaparım. Ama bunu ben yapmadım. Thompson’ları ben öldürmedim. Sizi kaçırması için gelen adamları ben yollamadım. Kafanın içi sanki bunlarla bulanmış gibi ve hayır teşekkür ederim almayayım.”

      Bir anlığına sustu. Konuşmayı kesmek için iyi zamandı ama o böyle yapmadı. Kelimeler ağzından boşanıyor gibiydi.

      “Tek yaptığım ateş fırtınası ve bombalar arasında işimi yapmaktı. Bütün gece ve gün boyunca beni ve başkanı öldürmeye çalışan birileri oldu. Vuruldum, patlamalar arasında kaldım, arabayla yoldan çıkarak kaza yaptım. Ve Birleşik Devletler Başkanı’nı kesin bir ölümden kurtardım, senin başkanını. Yaptığım buydu.”

      Nefesi, sanki kilometrelerce koşmuş gibi hızlanmıştı.

      Dediklerinden pişmanlık duydu. Gerçek olan buydu. Yaptığı işin eşine acı veriyor oluşu onu Becca’nın tahmininden çok daha fazla üzüyordu. Tam da bu yüzden geçen sene bu işi bırakmıştı, ama sonra bir gece göreve çağırılmıştı. O gece güne uzamış, hatta uzun ve zor bir geceye daha uzamıştı. Ailesini sonsuza dek kaybettiğini düşündüğü bir gece.

      Becca artık ona güvenmiyordu. O da bunu görebiliyordu. Luke’un varlığı Becca’yı korkutuyordu. Olanların nedeni oydu. Pervasız ve aşırı düşkündü, Becca’nın ve biricik oğullarının ölümüne sebep olacaktı.

      Yüzünden sessizce göz yaşları süzüldü. Uzun bir dakika geçti aradan.

      “ Bunun ne önemi var?” dedi Becca.

      “Neyin ne önemi var?”

      “Başkanın kim olduğunun ne önemi var? Gunner ve ben ölseydik başkanın kim olduğu umurunda olur muydu?”

      “Ama hayattasınız,” dedi. “Ölmediniz. Hayattasınız ve iyisiniz. Arada büyük bir fark var.”

      “Tamam,” dedi Becca. “Hayattayız.” Kabul etmek sayılmayacak bir kabul cümlesiydi bu.

      “Sana bir şey söylemek istiyorum,” dedi Luke. “Emekliye ayrılıyorum. Artık bu işi yapmayacağım. Önümüzdeki günlerde birkaç toplantıya katılmak durumunda olabilirim ama artık göreve çıkmayacağım. Ben bana düşeni yaptım. Artık bitti.”

      Hafifçe başını salladı. Sanki hareket etmek için enerjisi kalmamıştı. “Bunu daha önce de söyledin.”

      “Evet. Ama bu sefer ciddiyim.”

      *

      “Gemi omurgasını her zaman düz tutmaya çalışmalısın.”

      “Tamam,” dedi Gunner.

      O ve babası balıkçı teknesini takımlarla doldurmuşlardı. Gunner kot pantolon, tişört giymiş ve güneşten korunmak için balıkçı şapkası takmıştı. Bir de havalı göründüğü için babasının verdiği Oakley güneş gözlüklerini takmıştı. Babası da aynı gözlükleri takıyordu.

      Tişört güzeldi— 28 Gün Sonra isimli İngilizlerin oynadığı, harika bir zombi filminin tişörtüydü. Tişörtün üzerinde zombiler yoktu, bunu yerine siyah renk üzerine kırmızı biyotehlike işareti vardı. Luke’a göre bu akla uygundu; filmdeki zombiler ölü insanlar değildi. Bir virüs kapmışlardı.

      “Şu soğutucuyu diğer alabandaya it bakalım.”

      Babası, balığa gittiklerinde hep bu çılgınca kelimeleri kullanırdı. Gunner bunlara bazen gülerdi. “Alabanda!” diye bağırdı. “Hay hay, Kaptan.”

      Babası, Gunner’ın soğutucuyu ilk başta koyduğu arka tarafı beğenmedi ve eliyle nereye konulması gerektiğini gösterdi; oturdukları tarafın aksine, teknenin diğer ucuna koyulması gerekiyordu. Gunner da öyle yaptı ve büyük mavi kutuyu oraya itti.

      Birbirlerine baktılar. Babası, gözlüklerin arkasından ona komik bir bakış attı. “Nasıl gidiyor evlat?”

      Gunner duraksadı. Ailesinin onun için endişelendiğini biliyordu. Gece onun hakkında fısıldayarak konuştuklarını duymuştu. Ama o iyiydi. Gerçekten iyiydi. Korkmuştu, şimdi bile biraz korkuyordu. Hayli ağlamıştı, ama bu çok normaldi. Bazen ağlamak gerekirdi. İçinde tutmak yapılacak şey değildi.

      “Gunner?”

      Pekala bunun hakkında konuşabilirdi de.

      “Baba, bazen insanları öldürüyorsun değil mi?”

      Babası başıyla onayladı. “Evet, bazen. Bu, işimin bir parçası. Ama sadece kötü adamları.”

      “Aradaki farkı nasıl anlıyorsun?”

      “Bazen bu farkı anlamak zor. Ama bazen de kolay. Kötü adamlar kendilerinden daha güçsüz ve korumasızlara veya sadece kendi işiyle ilgilenen masumlara zarar verirler. Benim işim bu kötü adamları durdurmak.”

      “Başkanı öldüren adamlar gibi mi?”

      Başıyla onayladı.

      “Onları öldürdün mü?”

      “Bazılarını, evet.”

      “Beni ve annemi kaçıranları, onları da öldürdün mü?”

      “Evet, öldürdüm.”

      “Bunu yaptığına sevindim baba.”

      “Ben de, canavar. Onlar tam da öldürülesi adamlardı, iyilik yapmış oldum.”

      “Dünyadaki en iyi öldürücü sen misin?”

      Babası, başını salladı ve gülümsedi. “Bilmiyorum dostum. En iyi öldürücüler için bir skor tablosu tuttuklarını sanmıyorum. Bu bir spor gibi bir şey değil. Öldürmede dünya şampiyonası yok. Ne olursa olsun, ben artık bütün bu işlerden emekliye ayrılıyorum.