Her Yol Mübah . Джек Марс

Читать онлайн.
Название Her Yol Mübah
Автор произведения Джек Марс
Жанр Современные детективы
Серия bir Luke Stone Gerilim Romanı
Издательство Современные детективы
Год выпуска 0
isbn 9781632916419



Скачать книгу

yaşını, geldiği ülkeyi ve kökenini, tanıdığı insanları, her şeyi bilmek istiyorum. Son altı aydır nerelere gitmiş, neler yapıyormuş. Bütün bunlara dün ihtiyacım vardı.”

      “Tamamdır, Luke.”

      “Harika. Teşekkür ederim. Kurt’ü veriyorum, sana kendi telefon numarasını verecek.”

      Luke telefonu Kurt’e verdi.

      Üç adam birkaç çift kanatlı kapıdan hiç yavaşlamadan geçtiler. Kurt telefonu Luke’a geri verdi.

      “Trudy? Hala orada mısın?”

      “Hiç başka bir yerde olur muyum?”

      Luke beğendi ve kafasını salladı. “Güzel. Bir şey daha. Hastanenin kameraları kapalıydı ama bu mahallenin her tarafında kameralar kayıt almış olmalı. Komuta merkezine döndüğünde, bizimkilerden birkaç kişiyi de al. Beş blok yarıçapında bulabildiğiniz her şeye erişmelerini sağla, mesela saat 20:00’den 01:00’e kadar bütün videoları çek. Bu süre içerisinde hastaneye yaklaşan bütün kargo araçlarını ve ticari araçları incelemek istiyorum. En önceliği küçük/hafif kargo araçlarına ve ticari araçlara ver, mesela ekmek arabaları, sosisli arabaları, veya ona benzer, diğerleri. Küçük, kullanışlı, kapalı, ve küçük boyutlu yük taşıyabilecek araçlar. Tırlar, otobüsler veya inşaat araçlarına daha az önem ver ama onları da atlama. Karavanlar, pikap araçlar ve cipler de en az önem taşıyan tip. Bu araçların kamera sistemine takıldığı haliyle, plakalarını, ve bu araçların kağıt üstündeki sahiplerini istiyorum. Eğer kuşku uyandırıcı bir şey bulursan, bu araçlar için araştırmanın çapını genişlet, ve nereye gittiğini bul.

      “Luke,” dedi, “bunun için birkaç kişiden daha fazlasına ihtiyacım var.”

      Luke iki saniyeliğine düşündü. “Tamam. Evde yatan birilerini uyandır, ÖMT karargahına gitmelerini sağla ve plaka bilgilerini yolla. Ruhsat bilgilerini oradan kontrol edebilirler.”

      “Anladım.”

      Telefonu kapattılar. Luke içinde bulunduğu ana geri döndü, ve yeni bir düşünce geldi aklına. Kurt Meyerson’a baktı.

      “Tamam, Kurt. İşte en önemli şey. Hastanenin kapatılması lazım. Bu gece vardiyası olan işçiler toplanmalı ve yalnız başlarına tutulmalılar. İnsanlar konuşacaktır, bunu anlarım, ama bunu olabildiğince medyadan uzak tutmalı, ellerine düşmesine izin vermemeliyiz. Eğer bu medyaya malzeme olursa panik başlar, polise yüzbinlerce sahte ne olduğu belirsiz ihbar gelir ayrıca kötü adamlar bütün bu sorgulamanın gidişatını medyadan izleyebilir hale gelirler. Bunun olmasına izin veremeyiz.”

      Bir çift kanatlı kapıyı daha iterek geçtiler ve hastanenin ana lobisine gelmişlerdi. Giriş salonunun ön yüzü tamamen camdan yapılmıştı. Birkaç tane güvenlik görevlisi kilitlenmiş ön kapıların yanında duruyordu.

      Dışarıda hınca hınç bir grup vardı. Bir grup gazeteci kaldırımdaki polis engelini itercesine yaslanıyordu. Fotoğrafçılar camlara yaslanmış, giriş salonunun fotoğraflarını çekiyorlardı. Onlarca haber kanalının kamyonları caddede park yeri bırakmamıştı. Luke bunları izlerken, üç farklı TV muhabiri hastanenin önünde haberi veriyorlardı.

      “Ne diyordun?”

      6. Bölüm

      Saat 05:10

      Bir panelvanın içinde

      Eldrick hastaydı.

      Bir kamyonetin içerisinde, arka koltukta, kollarıyla dizlerini sarmış oturuyor, kendini nasıl bir şeyin içerisine soktuğunu düşünüyordu. Hapishanede kötü şeyler görmüştü ama hiçbiri buna benzemiyordu.

      Ezatullah, onun önünde, telefonda konuştuğu kişiye Farsça bir şeyler söylüyor, bağırıyordu. Ezatullah saatlerdir birilerini arıyor, telefonla görüşüyordu. Sarf ettiği kelimeler Eldrick’e hiçbir şey ifade etmiyordu. Eldrick için bir dile benzemiyordu. Baş rollerden Ezatullah, Londra’da kimya mühendisliği eğitimi almış, bir iş bulmak yerine savaşa katılmıştı. Otuzlu yaşlarının ilk yarısında, yanağında boydan boya bir yara izi, onu söyletmek içindi bu, yarım düzine ülkeye cihat ilan etmişti—ve Amerika’ya da bunun için gelmişti.

      Telefonlar aradığı kişiye bağlanana kadar tekrar tekrar bağırdı. O kişiye ulaştığında tekrar bağırdı ve bu, aynı şekilde sarf edilen cümlelerin ilkiydi. Birkaç dakika sonra sakinleşti ve dinledi. Ve sonra telefonu kapattı.

      Eldrick’in yüzü kızarmıştı. Ateşi vardı. Vücudunun yandığını hissedebiliyordu. Kalbi hızla çarpıyordu. Kusmamıştı, ama birazdan o da olacak gibiydi. İki saatten fazla bir süredir Güney Bronx’taki randevu noktasında bekliyorlardı. Basit bir şey olması gerekiyordu. Malzemeyi çal, kamyoneti on dakika kullan, temasta olduğun kişilerle buluş, ve yoluna devam et.

      Şimdi onlar… bir yerdelerdi. Eldrick bilmiyordu. Bir süreliğine kendinden geçmiş, bayılmıştı. Şimdi uyanıktı, ancak her şey bulanık bir rüya gibiydi. Bir anayoldalardı. Aracı Momo kullanıyordu, yani o nereye gittiklerini biliyor olmalıydı. Teknoloji uzmanı olan Momo, çelimsiz bir şeydi, tam bu işe uygun gözüküyordu. O kadar gençti ki pürüzsüz yüzünde tek bir çizgi dahi yoktu. Cennetin kapıları buna bağlı olsa bile, sakal uzatamazmış gibi görünüyordu.

      “Yeni emirlerimiz var,” dedi Ezatullah.

      Eldrick sızlandı, ölmüş olmayı diliyordu. Bu kadar hasta olmanın mümkün olduğunu düşünmemişti.

      “Bu arabadan inmeliyim,” dedi Eldrick.

      “Sus, Abdul!”

      Eldrick unutmuştu: şimdi ismi Abdul Malik’ti. Kendisine Abdul denilmesi garibine gidiyordu; o, Eldrick, gururlu bir siyahiydi, hayatının çoğunda gururlu bir Amerikalıydı. Şimdi o kadar hasta hissediyordu ki; adını keşke hiç değiştirmemiş olsaydı. Cezaevinde din değiştirmek şimdiye kadar yapmış olduğu en aptalca şeydi.

      Bütün o pislik arkadaydı. Çok fazla vardı, her çeşit teneke kutu ve kap. Bazısı dışarı sızıyordu, ve şimdi bu şeyler onları öldürüyordu. Bibi çoktan ölmüştü. Aptal, henüz depodan ayrılmadan bu kutulardan birini açmıştı. Çok güçlüydü ve kapağı çevirerek açıvermişti. Neden yaptı ki? Eldrick, onu kutuyu elinde tutarken gözünde canlandırabiliyordu. “Burada bir şey yok,” demişti. Daha sonra kutuyu burnuna götürdü.

      Bir dakika geçmeden öksürmeye başladı. Dizlerinin üzerine çökmüştü. Daha sonra ellerini de yere koydu, öksürüyordu. “Ciğerlerimde bir şey var,” demişti. “Çıkaramıyorum.” Nefessiz kalmış, hava almak için savaşıyor gibiydi. Bu ses korkunçtu.

      Ezatullah ona doğru yürüdü ve onu kafasının arkasından vurdu.

      “İnan bana, ona iyilik yaptım.” demişti.

      Şimdi, kamyonetleri bir tünelden geçiyordu. Tünel, uzun, ince ve karanlıktı, turuncu tünel ışıkları, kayıp gidiyordu. Işıklar Eldrick’in başını döndürüyordu.

      “Bu arabadan inmeliyim!” diye bağırdı. “İnmeliyim! İnme…”

      Ezatullah arkasını döndü. Silahını çıkarmıştı. Eldrick’in başına doğrulttu.

      “Sessiz ol! Telefondayım.”

      Ezatullah’ın kesikli yüzü kıpkırmızı olmuştu. Terliyordu.

      “Beni de Bibi gibi öldürecek misin?”

      “İbrahim benim arkadaşımdı.” dedi Ezatullah. “Ona acıdığım için öldürdüm. Seni susturmak için öldürürüm.” Silahın namlusunu Eldrick’in kafasına dayamıştı.

      “Vur. Umurumda değil.” Eldrick