AJAN HIZLIPATI. BUKET TAHMAZ SAVAS

Читать онлайн.
Название AJAN HIZLIPATI
Автор произведения BUKET TAHMAZ SAVAS
Жанр
Серия
Издательство
Год выпуска 0
isbn 9789752120587



Скачать книгу

evde dolaşmama tepki göstermeyeceklerinden emin olmuştum. Rahatça evi inceleyebilirdim. Ve yürümeye devam edip karşımdaki ilk kapıdan içeri girdim. Onlar da peşimden geldiler. Odayı koklamamdan çıkardığım sonuca göre burası mutfaktı. Sonra diğer odaları gezdim. Her gittiğim yere peşimden geldiler ve beni izlediler. Henüz bana güvenmiyorlar.

      Saatlerce evi dolaşıp kokladım. Girmediğim delik kalmadı. İlk araştırma sonuçlarıma göre ev normal görünüyor. Ben evi gezerken erkek olan dışarı çıktı ve bir müddet sonra elinde paketlerle geri geldi. Bu arada ben de kıvranmaya başlamıştım. Çünkü çişim geldi ve bu evin hiçbir yerinde toprak yok. Eğer ortalık yere yaparsam daha ilk günden beni kapının önüne koyarlardı.

      Ne yapmalıydım, nereye yapmalıydım? Patlamak üzereydim. Derken dişi olan insan beni ensemden yakalayıp küçücük bir odaya götürdü. O da neydi? Gözlerime inanamadım. Kum! Benim için kum alıp getirmişler. Bunun beni çok etkilediğini itiraf etmeliyim. Ama kendimi bu duygusallığa kaptırmadım tabii ki.

      “Kendine gel Hızlıpati.” dedim. “Bunlar taktik, seni kandırmalarına izin verme ve görevini başarıyla tamamla!”

      Hemen kumu eşeleyip çişimi ve kakamı yaptım. Üstünü kumla örttüm ve rahatladım. Oh be! Biraz daha tutsaydım çatlayıverecektim. Bir kitapta okumuştum. Çişini ve kakanı içinde tutmak iç organlarına zarar verirmiş. Çok hem de çok tehlikeliymiş. Bunu yapan yavrular ciddi şekilde hastalanırmış. Hımm… Gerçekten tehlikeli…

      Kenara çekilmiş tüylerimi yalarken dişi olan erkek insana şu kelimelerle seslendi:

      “Hayatım, çocuklar geldi kapıyı açar mısın?”

      Erkek de cevap verdi.

      “Açıyorum aşkım.”

      Amanın! Tam arka patimi uzatmış yalıyordum ki “çocuk” kelimesini duyunca öylece kalıverdim. Donmuş gibiydim. Kulağımın birini öne uzattım ve tüm dikkatimi kapıya yönelttim. Meraklı gözlerle kapıdan girecekleri beklerken fark ettim ki ayağımı havada, dilimi de dışarıda unutmuşum. Hemen toparladım kendimi ve kapıya uzak bir köşede pusuya yatıp beklemeye devam ettim.

      Kapıdan içeri iki erkek insan yavrusu girdi. Daha da irkildim. Kediler aşkına! Hem çocuk hem de erkek. Nasıl bir eve düşmüştüm? Kapılarının önünde miyavladığım bir hafta boyunca bu yavruları hiç görmemiştim. Demek ki ben evin önüne gelmeden önce çıkıyorlardı, akşam da ben kapılarından ayrıldıktan sonra eve dönüyorlardı. Görünüşe göre beni çok zor günler bekliyordu. Bu görev tahminimden daha tehlikeliydi. Ve artık daha fazla dikkat etmeliydim. İyi ki insanların dış görüntüsünden dişi mi erkek mi oldukları hemen anlaşılıyor. Biz kediler gibi olsalardı bir de onların kuyruklarının altına bakmak zorunda kalacaktım. Ama onların kuyrukları yok ki!

      Böyle bir görevimin olmadığına sevindim birden. Çünkü bu erkek çocuklarına o kadar yaklaşmak zorunda kalmayacaktım. Tam bunları düşünürken birden beynimde bir ampul yandı. Çaattt! İnsanca ile ilgili bir şey saptamıştım. İnsan dilinde “çocuk” kelimesi kedi dilinde “yavru” demekti. Bu tespitimden sonra bir keyif mırlaması attım. Aferin bana. Çok kısa sürede ben bu insancayı öğrenirdim. Kendi zekâma bir kez daha hayran kalmıştım Amir Mırlak.

      Ben keyif içinde gözlerimi kapatmış sırıta sırıta mırlarken, birilerinin tepemden bana baktığını hissettim. Gözlerimi açtığımda yavruların yanıma gelip beni izlediklerini gördüm. Nasıl irkildiysem, bütün tüylerim kabardı. Kuyruğumdaki tüyler bile.

      Kuyruk demişken, ne kadar güzel kuyruğum var benim böyle. Yürüdüğüm zaman havada kendi kendine dans ediyor. Tüylü ve uzun. O kadar uzun ki, kıvrılıp uyuduğum zaman bütün bedenimi sarmalayıp etrafımda bir tur atıyor. Pıh pıh pıh… (Burada gülüyorum Amir Mırlak)

      Kabarmış bir hâlde geriye doğru bir pati atıp sağ ön patimi de saldırılarına karşılık vermek için havaya kaldırdığımda, iki yavru arkalarını dönüp gittiler. Aaa, nereye? Şaşırmıştım. Çünkü bu yavrular çok tehlikeliydi ve bana saldırmaları gerekiyordu. Ajan Akademisinde öyle öğrenmiştik biz.

      Ağzım açık, patim havada kalakaldım bir süre. Ta ki karnımdan gurultular gelene kadar. Midem, “Çok acıktım, doyur beniiiiii!” diye bağırıyordu bana. Hah, şimdi ne yapacaktım? Kimden mama istemeliydim? Evdeki insanlardan hangisine sırnaşmalıydım? Bir süre tek tek hepsini düşündüm, ölçtüm, biçtim, tarttım.

      Yavrulara gitsem? Sakın ha! Bile bile kendini ateşe atma! Ajan el kitabında açık ve net bir uyarı var:

      “Çocuklardan uzak dur!”

      Erkek olan peki? Bana çok kötü bakıyor. Ya yanına gittiğimde etrafımızda kimse olmazsa? Ya beni yerse? Olabilir mi? Evet, olabilir. Çünkü insanlar hem otobur hem etobur. Kediler aşkına! Bunları yazmak bile kabarttı bütün tüylerimi.

      Dişi insan? Evet, dişi! Beni eve o almıştı. Bana bakarken suratında sürekli bir gülümseme var. Üstelik elleri çok yumuşak ve çok güzel kokuyor. Ayrıca tespitlerime göre, diğerleri onun talimat vermesiyle çalışıyor. Yavrulara bir şeyler söylüyor, yavrular hareket ediyor. Erkek olana bir şeyler söylüyor, erkek olan gidip bir şeyler yapıyor. Yani bu evin komutanı dişi insan. Onunla daha yakın olmalı, kendimi onun koruması altına almalıyım…

      Ahhh!.. Tam şu anda bir tespitim daha oldu Amir Mırlak. Dişi ve erkek insan birbirleriyle konuşurken iki kelime hep aynıydı. Dişi erkekle konuşurken hep “hayatım” ile başlıyor, erkek dişiyle konuşurken cümlenin içinde mutlaka “aşkım” kelimesi oluyor. Demek ki dişi insanın adı “Aşkım” erkek insanın adı ise “Hayatım”.

      Bir de bana kendini beğenmiş diyorlarmış. Hıh, dâhiyim işte! Her yanımdan akıl fışkırıyor. Hem dâhiyim hem de çok tatlıyım…

      Raporlarımda bundan sonra erkek ve dişi insandan bahsederken muhteşem zekâmla tespit ettiğim isimlerini kullanacağım Amirim. Kendimle bir kez daha gurur duydum. Birkaç güne kadar çözerim bu insancayı. Yahu ben ne kadar zeki bir kediyim böyle. Ne kadar mükemmelim, ne kadar harikuladeyim. Ben, ben, ben, mır, mırrr…

      Evin içinde Aşkım’ı ararken mutfaktan enfes kokular geliyordu. Hoplaya zıplaya mutfağa gittim. Aşkım oradaydı. Yayılan kokuya bakılırsa leziz bir yemek hazırlıyordu. Benim de beslenmem gerektiğini ona hatırlatmak için bacaklarına patimle yavaşça dokundum. Bana bakıp gülümsedi ve işine devam etti. Anlamadı neden dokunduğumu. Ben bir daha patimle dürttüm onu. Yine anlamadı. Bu sefer sırasıyla başımı, yanağımı, boynumu, vücudumu ve en son kuyruğumu bacağına sürttüm ve bacaklarının arasında mırlayarak dolandım.

      Bana bakarak, “Sabret, sana da mama var minik kedicik.” dedi.

      Söylediklerinden hiçbir şey anlamadığım için yüzüne bakarak miyavlamaya devam ettim. O ise benim acı miyavlamama aldırmadan hazırladıklarını masaya taşıyordu. Sonra diğerlerine seslendi ve herkes mutfağa gelip masanın etrafındaki sandalyelere oturdu. Demek ki insanlar mamalarını burada yiyorlardı.

      Ben de onlara uyum sağlamalıydım. O yüzden hemen mırlayarak boş olan sandalyeye atlayıverdim. Arka patilerimin üzerinde doğruldum ve ön patilerimi masaya koydum. Sırıtarak beklemeye başladım. Çünkü onlar da böyle bekliyorlardı mamalarını.

      En son Hayatım geldi mutfağa. Beni masada görür görmez çok sert bir şekilde, “Çabuk in oradan! Sakın bir daha masaya çıktığını görmeyeyim!” dedi.

      Ne söylediğini anlamasam