Название | VATAN IÇIN |
---|---|
Автор произведения | Литагент Altın Kitaplar |
Жанр | |
Серия | |
Издательство | |
Год выпуска | 0 |
isbn | 9789752122321 |
Beni çiftlikte arayıp durmuşlar. Sonunda annem, “O, mutlaka Selanik’e gitmiştir. Okumaya…” diye tahminde bulunmuş.
Selanik’e okumaya, büyük adam olmaya gelmiştim ama Papazın Okulunda da istediğimi bulamadım. Okul başladığımın ikinci haftasında neşem kaçmaya başladı.
Bir sonbahar günü çiftlik evinin terasında oturmuş kendi kendimle konuşurken az ötede dayımla dolaşan annem, bana doğru koşarak geldi. “Müjde!” dedi. “Selanik’e dönüyoruz.”
Şaşırmıştım tabii. O an dayımın çiftliği sattığını ve bizimle birlikte Selanik’e geleceğini düşündüm, ama gerçek çabuk anlaşıldı. “Seni teyzene bırakacağım.” dedi annem. “Okula oradan gidip gelebilirsin.”
“Peki, ama bunu teyzem istiyor mu bakalım?”
“İsteyen o zaten. Büyükannen de orada. Haber göndermişler. Hadi çabuk hazırlan.”
Sevincimden nasıl ağladım anlatamam!
Seviniyordum, çünkü tam da okulların açılma zamanıydı. Ne güzel, Selanik’e gidecek okula kaydımı yaptıracak ve tıpkı babamın istediği gibi okuyup büyük adam olabilecektim.
Sevgili arkadaşlar, çok sürmedi, okula başladım. Derslerimde öğretmenlerimin dikkatini çekecek kadar başarılıydım.
Fakat nedendir bilmem, terslikler peşimi bir türlü bırakmak bilmiyordu.
Bir gün, gerçekten çok gereksiz bir nedenle bizim sınıftan bir arkadaşla kavga ettim. Yetiştirmem gereken bir çalışmaya engel olan arkadaşımla itiş-kakış yaparken mürekkep hokkası devrildi, her yer berbat oldu.
Öğretmen, bizi doğru düzgün dinlemeden özellikle bana vurmaya kalkıştı. Uğradığım bu haksızlık, yüreğimi yaralamıştı.
Eve gelince bunu büyükanneme anlattım ve bir daha o okula kesinlikle gitmeyeceğimi söyledim.
Ertesi gün her şeyi göze alarak bu kararımı anneme de söyledim.
Annem, iki gözü iki çeşme, “Nasıl gitmezsin Mustafa’m, nasıl gitmezsin!” diye inlemeye başladı. “Baban senin okumanı nasıl da isterdi oysa… Yani cahil mi kalacaksın? Bunca emek ne olacak, ne olacak bu kayıp yıllar?”
“Başka bir okula giderim.” dedim aniden.
“Hangi okula?”
“Hangi okula mı? Askerî okula tabii…”
Bunları söylerken aklıma mahalle arkadaşım Ahmet’in babası komşumuz Binbaşı Kadri Bey geldi.
Çünkü bir keresinde Ahmetlerde otururken Ahmet’e gittiği okuldan bahsetmesini istemiştim. Anlattıkları çok hoşuma gitmişti. İçimden, “Hah, işte tam da istediğim okul!” demiştim.
“Askerî okula gitmek mi? O da nerden çıktı?” diye sordu annem. Hiç ihtimal vermiyor gibiydi.
“Askerî okulda herkes eşitmiş anne. Çocuklar arasında ayrılık gayrılık yapılmıyormuş. Ben de oraya gidip zabit olmak istiyorum.”
Annem söylediklerimi bir süre dinledikten, kafasının içinde döndürüp tarttıktan sonra, “Senin gibi özgürlüğüne düşkün yaradılışlı biri o okullarda yapamaz oğlum.” dedi. “Padişah Abdülhamit’in yaptıklarını hiç duymadın mı sen? Senin karakterin emir altına girmeyi kolay kolay kaldıramaz. Öyle bir okulda başına gelmedik bela kalmaz senin.”
“Nasıl yani? Ne demek bunlar?”
Gözleri küçüldü, uzaklara bakarak ve mırıltılarla sürdürdü. “Sana olmadık eziyeti yapar bu zalimler. Fizan’lara sürerler, denizlere gönderirler, boğarlar, arkana adam takarlar, mahkemelerde süründürürler. O zaman ne yaparım ben ha, ne yaparım?”
Annemle bunları konuştuğumuzda yaşım henüz on ikiydi. On ikiydi, ama ülkemizde birçok şeyin yolunda gitmediğinin farkındaydım.
“Hiçbir şey sonsuza kadar böyle gitmez anne. Gün olur, bunlar da biter. İşte bunun için benim okumam gerek.”
Yanıtlamadı.
Yorgun bakışlarını yüzümün hemen bütün çizgilerinde gezdirip sustu.
“Tamam.” dedi nice sonra. “Dediğin gibi olsun.”
3. Bölüm
Sevgili arkadaşlar, yaşamın kıssasının uzununun pek önemi yoktur. Önemli olan, yaşamınızı nelerle doldurduğunuzdur.
Bilirsiniz, yüzyıllarca yaşayan hayvanlar da vardır. Fakat onlar hayvan olarak doğup hayvan olarak yaşarlar ve geride bilinçli hiçbir iz bırakmadan bu dünyadan göçüp giderler.
İnsanlar ise farklıdır. Çünkü insanlar, bilinçli varlıklardır. Bilinçli varlıklar, yaşarlarken iyi ya da kötü bir iz bırakırlar.
Nitekim tarih de belleğinde ancak iz bırakanları tutar.
Sevgili arkadaşlar, bir ünlü düşünür, “Tarih, insanlığın önüne çözemeyeceği sorunları koymaz.” demiş.
Bilgeliği dünyaca bilinen Türk halkı da zaten bu gerçeği, “Her derdin çaresi vardır, yeter ki aramasını bil.” şeklinde dile getirerek daha anlaşılır kılmıştır.
Askerî ortaokulun o zamanki adı, “Askerî Rüştiye”ydi. Ben, Askerî Rüştiye’ye sınavlarda en yüksek notu alarak girdim. Okula girmeye hak kazandığımı Binbaşı Kadri Bey’den duyar duymaz bu müjdeli haberi anneme vermek için eve gittim.
Annem verdiğim habere uzun süre inanamadı. Sonra da bir gece önce gördüğü rüyayı anlattı. Beni elimde sancakla büyük bir kalabalığın içinde görmüş de… Kucağımda binlerce altın lira varmış da…
Neyse, geçelim bunları.
Birbirimize sarıldık. Orada anneme, bu okulu da başarıyla bitirip bir üst okula gideceğimi ve mutlaka subay olacağımı söyledim.
Nitekim üç gün sonra yapılan sınavda “Sınıf Çavuşu” oldum.
Matematik, Beden Eğitimi ve Fransızca derslerini çok seviyordum. Bilirsiniz, insan sevdiği derslerde daha başarılı olur.
Sevgili arkadaşlar, benimle ilgili bütün kitaplarda anlatılır, bilirsiniz. Ama bir de benim ağzımdan dinleyin:
Matematik dersimize giren Mustafa Bey bir gün beni yanına çağırdı. Nasıl korktum, anlatamam. Acaba yine hangi yaramazlığı yaptım, dedim kendi kendime. Sonuçta, yanına korkuyla gittim.
O, beni görür görmez gülümsemeye başladı.
“Gel bakalım adaş.” dedi.
Yüzüm kızardı.
“Bak oğlum.” diyerek sürdürdü konuşmasını. “Artık anlaşıldı ki, bu böyle olmayacak. Sen Mustafa, ben Mustafa… Bence, araya bir farklılık koyma zamanı geldi. Çok iyi biliyorum ki sen, benim yaşıma geldiğinde iyi bir matematikçi olacaksın. Bizi karıştırmamaları için senin adın Mustafa Kemal olsun. Tamam, anlaşıldı değil mi? Bundan böyle senin adın, Mustafa Kemal’dir.”
Kem küm ettim.
“Hadi bakalım, hiç uzatmayalım. Sonra görüşürüz Mustafa Kemal!”
Ne yapabilirdim ki?
Selam verip ayrıldım oradan.
Sevgili arkadaşlar, sizi yaşamımla ilgili binlerce, on binlerce ayrıntı içinde yormak istemem. Herkesin yaşamı, kendine göre değerli ve kutsaldır tabii.
Fakat geriye doğru