Kızıl Odanın Rüyası IV. Cilt. Сюэцинь Цао

Читать онлайн.
Название Kızıl Odanın Rüyası IV. Cilt
Автор произведения Сюэцинь Цао
Жанр
Серия
Издательство
Год выпуска 0
isbn 978-625-6862-37-1



Скачать книгу

de mektuba eklenmişti.

      Yazık! Yine mevsim değişiyor,

      Soğuk güz bir kez daha geliyor;

      Ne kadar kötü ailemin kaderi,

      Yalnız oturuyorum, yüreğim sızlıyor.

      Kuzey salonunda sarızambaklar,

      Unutturamıyor dertlerimi.

      Giderecek bir şey yok kederimi,

      Ruhum yitirdi ümitlerini.

      Sürükleniyor bulutlar,

      Acı rüzgârıyla güzün;

      Avluda yürüyorum,

      Saçılmış kuru yapraklar.

      Nereye gideyim?

      Mutluluğum kayboldu,

      Hatırlanan sevinçler,

      İçimi acıyla doldurdu.

      Mersin balığının gölü var,

      Turnanın yuvası,

      Biri pullarına gizleniyor,

      Diğeri giyinmiş uzun tüyleri.

      Keder içinde soruyorum:

      Ey yüce gökler,

      Ey engin yeryüzü!

      Dinler misin dertlerimi?

      Samanyolu parıldıyor;

      Hava soğuk,

      Ay ışığı vuruyor,

      Su saati gece yarısını bildiriyor.

      Sızlayan kalbime uyku yok.

      Bir kere daha okuyorum ağıtı,

      Sonra emanet ediyorum sana,

      Benim ruh eşim, sevgili dostuma!

      Daiyu çok etkilendi. “O benim anlayacağımı çok iyi biliyor!” diye düşündü. “Zaten bu yüzden başkasına değil de bana yazmış.”

      Düşüncelere dalıp gitti, sonra dışarıdan bir ses geldi.

      “Kuzen Lin evde mi?”

      Mektubu hemen katlayıp kaldırdı ve kimin geldiğini sordu.

      Misafirler içeri girmişlerdi bile. Tanchun, Shi Xiangyun ve Li kardeşler gelmişlerdi. Kızlar birbirlerini selamladılar ve Xueyan çay servisi yaptı. Sohbetleri sırasında, Daiyu iki yıl önceki, kasımpatıya şiir yazdıkları toplantılarını hatırladı.

      “Ne tuhaf değil mi?” dedi. “Kuzen Chai Bahçe’den taşındığından beri bizi sadece bir iki kere görmeye geldi. Sanki artık gelmesi için bir nedeni yokmuş gibi görünüyor. Bir daha ziyaretimize gelecek mi diye merak ediyorum.”

      Tanchun güldü.

      “Gelecek elbette! Sadece şu anda durum biraz sıkıntılı. Kuzen Pan’in eşi biraz düzenbaz biri, Xue teyze yaşlanıyor. Şu son Pan olayı da üstüne tuz biber ekince, Baochai’in evdeki işlerle ilgilenmesi gerekiyor. Artık hiçbir şey eski günlerdeki gibi değil.”

      O konuşurken dışarıda ani bir rüzgâr sesi duydular, kâğıt kaplı pencerelere yapraklar vuruyordu. Odaya hafif bir koku geldi. Hangi çiçek olduğunu tahmin etmeye çalıştılar.

      “Osmantusa benziyor.” dedi Daiyu.

      Tanchun güldü.

      “Tam bir güneyli gibi konuşuyorsun!” diye takıldı ona. “Dokuzuncu ayda osmantus ne gezer?”

      Daiyu gülümsedi.

      “Haklısın. Ama ben de o olduğunu söylemedim, benziyor dedim.”

      “Öyle deme, Tan.” diye araya girdi Xiangyun. “Şu dizeleri bilirsin:

      Lotus kokusu kilometreler aşar gelir,

      Güzün sonuna kadar açar osmantus çiçekleri.

      “Güneyde geç açan çiçekler şimdi en güzel hâllerindedir. Sen buna hiç şahit olmadın. Bir gün güneye gitme fırsatın olursa kendi gözlerinle görürsün.”

      “Ne işim var güneyde?” dedi Tanchun ezici bir gülümsemeyle. “Hem zaten yıllar öncesinden biliyorum.”

      Li kardeşler birbirlerine bakıp güldüler.

      “O kadar emin olma, Tan.” dedi Daiyu. “Ne derler bilirsin, ‘İnsanoğlu gezgindir, bugün burada, yarın yok.’ Şimdi burada olsan da yarın kim bilir nerede olacaksın. Mesela ben. Güneyde doğdum ama şimdi kuzeyde yaşıyorum.”

      Xiangyun ellerini çırptı.

      “Doğru söylüyorsun! Dai, Tan’i alt etti. Böyle bir tecrübeyi yaşayan sadece o değil. Bize de baksanıza! Bazılarımız doğma büyüme kuzeyliyiz. Bazılarımız güneyde doğdu, sonra buraya taşındı. Ama burada hep beraberiz. Bu bizim kaderimiz. İnsanlar ve yerler birbirine benzer. Karmaları onları bir araya getirir.”

      Hepsi başını sallayarak Xiangyun’ün bu kısa nutkunu onayladı, sadece Tanchun gülümsedi. Bir süre daha sohbet ettikten sonra gitmek üzere kalktılar. Daiyu onları kapıya kadar geçirdi, dışarıya da çıkmak istedi ama diğerleri vazgeçirdiler.

      “Daha yeni yeni iyileşmeye başladın. Şimdi dışarı çıkarsan üşütebilirsin.”

      Bunun üzerine kapıda durdu, veda sözleri söyledikten sonra onlar avlu kapısından çıkana kadar arkalarından baktı.

      Onlar gittikten sonra tekrar içeri girip oturdu. Kuşlar yuvalarına dönüyor; güneş batıyordu. Xiangyun’ün güney hakkında söyledikleri hâlâ kulaklarında çınlarken, bir hayalin içine sürüklendi. Annesiyle babası sağ olsalardı… Hâlâ güneyde, o bahar çiçeklerinin toprakları, güzün mehtabı, berrak sular, pırıltılı tepeler diyarında yaşıyor olsaydı… Tekrar oralarda olmayı, Yangzhou’nun yirmi dört köprüsünü, Nanking’in ünlü tarihî yerlerini ziyaret etmeyi nasıl da isterdi! Güneydeyken kendisine refakat eden bir sürü hizmetçisi vardı. Ne isterse söyler, ne dilerse yapar, boyalı teknelere biner, kokulu arabalarda yolculuk yapar, kırmızı kayısı çiçekleriyle dolu alanları seyreder, ağaçların arasından yeşil han tabelalarını görürdü… Genç bir hanımefendi olacaktı, her şeyi başkalarına bağlı olan bir yabancı değil! Jialar kendisi için ne yaparlarsa yapsınlar, sürekli adımlarına dikkat etmesi gerekiyordu. Önceki yaşamında ne günah işlemişti de böyle yapayalnız kalmayı hak etmişti? Son Güney Tang İmparatoru’nun tutsakken söyledikleri, kendi duygularını ne kadar güzel ifade ediyordu: “İşte, bütün gün boyunca yüzümü gözyaşlarımla yıkıyorum!” Sanki ruhu uzak diyarlara gitmişti.

      Zijuan içeri girdi ve bir bakışta Daiyu’nün bu dalgınlık hâlinin nedenini anladı. Xiangyun konuşurken kendisi de odadaydı ve güneyden söz edilince, Daiyu’nün ne kadar kolay üzüldüğünü biliyordu.

      “Misafirlerin o kadar çok konuştular ki yine çok yorgun hissedeceğini düşündüm, hanımım.” dedi. “Xueyan’i mutfağa gönderip bir kâse etli lahana çorbası ve kurutulmuş karides, deniz yosunu ve bambu filizi getirttim. Nasıl, güzel değil mi?”

      “Sanırım öyle.”

      “Biraz da pirinç lapası.”

      Daiyu başını salladı.

      “Ben lapayı siz ikinizin yapmasını tercih ederim, mutfakta yaptırmayın.”

      “Hayır, hanımım. Mutfağın ne kadar temiz olduğundan asla emin olamayız. Lapayı kendimiz pişireceğiz. Xueyan’e, Aşçı Liu’ya çorbaya çok itina göstermesini söylemesini tembih ettim. O da hiç merak etmememizi söylemiş, bizzat ilgilenecek, kendi odasında pişirecekmiş. Kaynarken kızı Fivey göz kulak olacakmış.”

      “Onu