Название | Eski Mektuplar |
---|---|
Автор произведения | Ахмет Мидхат |
Жанр | |
Серия | |
Издательство | |
Год выпуска | 0 |
isbn | 978-625-6485-87-7 |
Gece oldu. Zulmet bütün dehşetiyle kâinatı istilaya başladı. Etraftaki ses seda yavaş yavaş sükûta ermiş, selamlıktaki adamlar o günkü meşakkat sebebiyle yerli yerine çekilmişti. Kenan vakit geçirmek için elindeki kitabı okumaya çalışıyor; fakat gözleri bir türlü karşısındaki asma saatten ayrılmıyordu.
Saat beş buçuğu gösterdi. Kenan’ın kalbindeki heyecan artmaya başladı. Uşakların kâmilen uyuyup uyumadığını anlamak üzere selamlığı bir daha gözden geçirdi. Lambayı söndürüp ufak idare kandilini yaktı. Ayakta hiçbir fert yoktu. Yavaş yavaş merdivenden indi. Ufacık bir gürültü bile olmamıştı. Bahçeye inince geniş bir nefes aldı. Hareme doğru teveccüh eyledi.
Meliha yarım saatten beri Kenan’ın vüruduna intizar ediyordu. Karşıdan hafif bir ayak sesi işitince dışarıya çıktı. İki sevdalı kavuştular.
Kenan heyecanını teskin edip de etrafına bakındığı zaman yabancı değil, fakat vücudu orada şüpheyi andıran bir kadın yüzü gördü. Birdenbire fena hâlde ürktü. Bu kadın Meliha’nın dadısı idi. Bütün sırlarına vâkıftı. Her şey onun elindeydi. Meliha, Kenan’ın telaşını görünce işi anlattı. Çocuk müsterih oldu.
Oradan harem cihetine geçtiler. İki saatten ziyade konuştular. Verdikleri karar mucibince on beş günde, nihayet ayda bir kere görüşeceklerdi. Zaten selamlıkta Kenan’ın bütün hizmetleri dadı kalfaya havale olunmuş bulunduğundan, lüzumu zamanında bu güzel bir vasıta olabilirdi. Bu âşıkane buluşmalar Kenan’ın İstanbul’a gidiş tarihine kadar vukuatsız devam etti. Son gecesi pek acıklı ve hüzünlü geçmişti.
Dördüncü Kısım
Saim Bey düşündüklerini bir dereceye kadar uygulamaya koyduğundan dolayı pek memnun ve müsterih görünüyordu. Çünkü küçükten beri elinde büyümüş, arzusu doğrultusunda terbiye görmüş zeki, kabiliyetli ve hayırsever Kenan’ı kendisine damat etmeye hayli zamandan beri niyet etmişti. Bu arzunun gerçekleşmesini temin için iki tarafın birbirine muhabbetinin olup olmadığını anlamak lazım geliyordu. Tesadüf Saim Bey’i buna da vâkıf edince artık fikrini lazım gelenlere, ezcümle Meliha’ya talip olanlara açıktan açığa beyan etmekte bir beis görmüyordu.
Bu havadisten, bu karardan en ziyade muzdarip olanlardan birisi de Saim Bey’in biraderi Daim Bey idi. Zira Meliha’ya talip olanların içinde en kıdemlisi ve en heveskârı bu adam idi. Daim Bey’in bu arzusu, kızın hüsnü cemalinden, nezaket ve terbiyesinden değil, büyük bir servete varis olacağını düşünmesindendi. Saim Bey, biraderinin ve biraderzadesi Sadık’ın ne meşrepte, ne tıynette insanlar olduğunu pek çok kereler tecrübe etmiş olduğu hâlde, bu konuda edilen talep ve teklife nezaketi sebebiyle bütünüyle ret cevabı vermemişti. Onlara da kızının henüz evlenecek yaşta olmadığını bahane olarak ifade etmişti. Bu nazikane cevapların ne gibi maksatları içerdiğini düşünmeyen; daha doğrusu bu cevapların ne manayı ifade ettiğini anlamak istemeyen Daim Bey, bu yumuşak cevap ve tavırlardan kızın kendi gelini olacağına kesin gözüyle bakmış; dolayısıyla her gördüğü yerde de Meliha’yı “Küçük gelinim!” hitabıyla rencide etme cesaretinde bulunmuştu.
Daim Bey’in yalnız bir cihet şüphesine sebep oluyordu ki, o da biraderinin Kenan’a karşı alenen izhar eylediği pederane muamele idi. Gerçekten kalbinde merhametten, şefkatten, insaniyetten eser olmayan bu kabil adamlar, bir çocuğa karşı nasıl davranılması gerektiğini ve onun içindeki aşka dair beslediği samimi duyguları anlayamazlar. Saim Bey, Kenan hakkında nasıl bir muhabbet besleyebilir ki? Bu cihetin tetkiki lazım gelecek olursa derhâl hükmolunur ki, Saim Bey’in Kenan’a karşı sergilediği pederane muamele sadece onun iyi bir insan olmasındandı.
Daim Bey, tabiatının daima fesada mail olması cihetiyle, derhâl böyle bir hükümde bulunamazdı. O daima işin fesat cihetini düşünüp hayal ederdi. Hususuyla az zamandan beri Kenan’a eskisinden kat kat fazla iltifatlar, teveccühler edilmeye başlandığını görünce büsbütün telaşa düşmüştü. O zaman meseleye daha dikkatlice bakmaya mecbur olmuştu. Nihayet biraderinin Kenan’ı damat etmek fikrinde bulunduğuna ve bu sebepten kendisine cevap verilmediğine hükmetti. Daim Bey’in bunu fark etmesi, yedi sekiz seneden beri hayal ettiği şeyin sekteye uğradığını düşünmesi, onun bütün planlarını zir ü zeber eylemişti. Şimdi bu arzusunu sekteye uğratan sebeplerin ortadan kalkması için gayret sarf etmesi gerekiyordu. Fakat meseleyi ilk önce kesin anlamak lazımdı. Bu sebepten Daim Bey bir gün özellikle de bunu anlamak için yalıya gelmişti. Birçok havadan sudan olan muhabbetlerden sonra kelamın mecrasını Meliha’nın istikbali cihetine tebdil ederek dedi ki:
“Birader! Meliha artık maşallah büyüdü, on dört yaşını buldu. Kendinize kimi damat edeceğinizi hâlâ tayin etmediniz mi?”
“Kaç oldu söylüyorum birader, Meliha daha küçüktür. Yirmi yaşından evvel onu mümkün değil evlendirmem.”
“Pekâlâ, mademki yirmi yaşından evvel evlendirmek fikrinde değilsiniz. Şimdiden nişan edebiliriz…”
“Nafile yoruluyorsunuz. Ben Meliha’yı Kenan’a vereceğim. Validesinin de vasiyeti bu merkezdedir. Fakat daha vakti var. Kenan rüştiyeyi tamam edince İstanbul’a gidecek. Tahsilini ikmalden sonra Cenabıhak kısmet ederse ikisi de baş göz edilecektir. Yani her hâlde Meliha yirmi yaşından evvel izdivaç etmeyecektir.”
Bu cevap Daim Bey’in fevkalade hiddet ve nefretine sebep oldu. Kenan’ın, mahdumu Sadık’a tercih edilmesini nefsince pek büyük bir hakaret addetti. Biraderinden o ana kadar gördüğü yardımı, insaniyeti ayaklar altına alarak şu suretle mukabelede bulundu:
“Kenan gibi kimsesiz, miskin bir çocuğun, kerimenizin her suretle saadetine vesile olacak Sadık’a tercih edilmesi bilmem kardeşlik şanından mıdır? İnsaniyet, akrabalık, yakınlık bunu mu gerektiriyor?”
“Rica ederim bana insaniyetten dem vurmayınız, sonra mahcup olursunuz. Mahdumunuza kerimemi vermek mecburiyetinde değilim vesselam.”
Daim Bey kalktı. Hafif bir selam vererek çıktı gitti. Zavallı Saim Bey’in hiddetinden kan beynine sıçramıştı. O sırada Meliha içeriye girdi. Pederinin yüzünü, gözünü kıpkırmızı görünce fena hâlde telaş etti. Amcası orada iken içeriye girmeyişi münasebetsiz latifelere meydan vermemek içindi. Pederinin boynuna atılarak dedi ki:
“Ne oldunuz babacığım, bir şeye mi hiddet ettiniz?”
“Senin amcana sıkıldım. Cebir ile seni oğluna almak istiyor.”
Meliha sapsarı oldu. Az kaldı bayılacaktı. Titrek bir seda ile cevap verdi.
“Muvafakat etmediniz ya babacığım?”
“Hiç mümkün mü evladım? Hiç kabil mi Meliha? Sadık iyi bir çocuk olsa bile, bu hareketimle ben ahdime vefasızlık etmiş olmaz mıyım?”
Meliha’nın yüreğine sular serpildi. Büyük bir minnetle:
“Teşekkür ederim babacığım.” dedi.
Daim Bey yalıdan çıkıp hanesine geldiği, vuku-ı hâli zevcesine anlattığı zaman, her ikisi de fevkalade müteessir olmuş, kabil olsa Kenan’ı boğmak derecelerine kadar varmışlardı. Fıtratın şeytanette ve melanette nadiren yarattığı bu iki vücut için onları öyle ümitsizliğe düşürüp, teessürle fikirlerinden vazgeçirmek, azimlerinden döndürmek ihtimali yoktu. Dolayısıyla Daim Bey’le zevcesi baş başa vererek hakikat-ı hâli de Sadık’tan gizli tutarak konuyu halletmek için derin düşüncelere daldılar. Tertip eylediği hile ve desiselerle… Daim Bey’in bir kat daha kurnazlığını arttıran zevcesi, evvela şöyle bir düşünce ortaya attı. Bir yolunu bularak zavallı Kenan’ı ortadan kaldırmak… Bu olmazsa sihir kuvvetiyle Meliha’nın kalbinde Sadık’a karşı bir hususi