Hatemü'l Enbiya. Celal Nuri İleri

Читать онлайн.
Название Hatemü'l Enbiya
Автор произведения Celal Nuri İleri
Жанр
Серия
Издательство
Год выпуска 0
isbn 978-625-6865-75-4



Скачать книгу

Arap Hicazı’nda gerekli olan toprak ürünleri ve ihtiyaç duyulan her çeşit zirai ürün aynı arazide yetişseydi o zaman eski zaman panayırları ile uzun seferlere gerek kalmazdı.

      IRKSAL ÇEVRE

      Eğer Araplar, Sami ırkına mensup olmasalardı, bahsettiğimiz bu maddesel çevrede büyük bir bilim ya da yücelik gösteremezlerdi. Hicaz’a benzeyen bazı bereketsiz bölgelerde zenciler yaşamaktadır. Bu bölgelerde de hayat koşulları yaklaşık Arabistan’a benzer. Fakat siyahiler, insanlar arasında ve insanlardan farklı olan bir tür olarak bilindiğinden, eski dönemlerde nasıl yaşamışlarsa bu tarzı sürdürmüşlerdir. Tarihte, siyah insanların oluşturduğu parlak bir medeniyet tespit edilmemiştir. Zencilerin örgütlenme bilinçleri, beyinlerdeki bir maddenin eksikliği ve sinirsel yapıları gereği, tamamlanmaya yönelik harekete müsait olmadıklarını zannederim. Hâlbuki Araplar, oldukça kötü, oldukça bereketsiz ve uğursuz bir çevrede yaşamalarına rağmen, farklı bir ırka mensup olduklarından, bu ırkın verdiği güzellik ve zekâyla, cahiliye devrinde bile hayli farklı vasıflar göstermiş ve peygamberliğin başlangıcından sonra tarihsel açıdan en seçkin milletler arasına dâhil olmuşlardır.

      İslam’ın tarihsel ve özellikle resul siyerlerine dayanarak özelliklerinin incelenmesi sırasında Arapların Sami ırkına mensup oldukları unutulmamalıdır. Lisan, bir milletin hayatındaki hareketlerde dahi kendini gösterir. İbrani ve Arap topluluklarının benzerliği esas alınarak bir görüş geliştirildiğinde, her iki kavmin birçok olumlu ve olumsuz özelliklerinin ortak olduğu anlaşılır.

      İlk İbraniler ve Araplar arasındaki bütünsel bir benzerlik vardır. Ancak, her iki kavmin maddesel etkileri farklıdır. Bununla beraber her iki milletin genel hatlarıyla yaşam şekillerinin birbirine benzeyen noktaları çoktur. Arapça, İbraniceye ne kadar benziyorsa Arap da Yahudi’ye o kadar benzer.

      İbrani topluluklardan maksadımız, nebiler zamanındaki Ben-i İsrail’dir.30 Kudüs’ün kaybından sonra gerçekleşen olaylar Yahudi doğasını da esaslı bir biçimde değiştirmiştir.

      Arap milleti, cahiliye devirlerinde, aynı zamanda hem pek vahşi, hem de gayet medeniydi.

      Arap kavmi vahşiydi. Çünkü doğal çevresi kendisini vahşete sevk ediyordu. Bir iki söz ile bu vahşeti ve Arap medeniyetinin tablosunu göz önüne getirmek mümkündür:

      Arap zamanlarının başlangıç dönemlerinde, insanlarla vahşi hayvanlar arasındaki savaşlarda, her canlı, hayatta kalmak için daima savaşmaya mecbur kalıyordu. Bu mücadeleler, giderek birbirlerine benzemelerine neden olmuştur. Millet bilinci henüz şekillenmemişti. Bundan dolayı Arap topluluklarına bağlı kabileler, birbiri üzerine, vahşiler gibi hücum eder, öküz, inek gibi hayvanları yağma eder, hatta erkek, kadın ve çocukları esaret altına alarak ele geçirirlerdi. Bu savaşlara yalnızca “haram aylar” adı verilen ateşkes aylarında ara verilirdi. Millet bilinci, kardeşlik hatta konfederasyon fikrinin ilk belirtileri dahi Araplarda yoktu. Bununla beraber vahşi ve aynı zamanda medeni dediğimiz bu garip ve farklılıkları içeren topluluğun “haram aylar”, Mekke gibi bir merkezî mesken, “darünnedve” gibi bir vekiller meclisi vardı.

      Uzak durulması gereken kötü davranışlar, gelenek gereğince uygulanıyordu. Bu çirkinlikler arasında kız çocukların öldürülmesi, diri diri görülmesi gibi bir milletin vahşetine kanıt niteliğinde olaylar da vardı. En eski çağlarda ve hatta vahşi diye anılan Afrika ve Okyanusya kabilelerinde bile bu derece insanlığın gerisinde olaylara az rastlanır.

      Kadınların, cahiliye dönemindeki durumu da milletlerin kabalık derecesinin durumunu gösterir.

      Nisa suresi 24. ayetinde validelerin, eşlerin, kız kardeşlerin, hala ve teyzelerin, yeğenlerin, evlat eşlerinin, kayınvalidelerin vesairenin evliliği yasaklanır. Araplar, cahiliye zamanlarında bu gibilerle de evlenecek derecede vahşiymişler. Promiscuité (karışıklık) hâlinde yaşarlarmış. Bundan dolayı, “cahiller zamanı” tamlaması kendilerine oldukça uygundur.

      Arapların eski mezhepleri de hayli vahşi bir dindir. Bu örnek en eski Yunan dini gibi zarif ve şairane değildi. Karşılaştırmalı bir put bilimi kitabı hazırlansa Arapların putlarının, ilk zamanlardaki toplulukların taptıklarından pek de ileride olmadıkları görülür. Hacerü’lesved’e olan şiddetli sevgi, pek terbiye dışı olan bir fetişizmi “nesnelere tapan”ı andırır.

      Tekrar edelim: Arapları, Sami aklı ve kavrayışı ile bir taraftan medenileşmiştir. Ancak en sefil derecedeki vahşiliğe sürükleyen de, doğanın merhametsiz çevresel etkenleridir. Arap vicdanı, ırksal özelliklerinden hareketle İbrahim mezhebinden izler taşımıştır. İşte kalan bu dinî iz, hanifi31 sayesinde, Hazreti Muhammed’in yararlanabileceği en büyük kuvvet olarak kalmıştır. Yine bu ırksal özelliklerin etkisindendir ki oldukça büyük ve belki en büyük rolü oynamıştır.

      İbrahim mezhebi, Arapların putperest inancına rağmen, vicdanlarda, bir miras gibi uyur hâlde bulunuyordu. Puta taparlığın önemli ölçüde bir olağanüstülüğü yoktur. Doktor Sprenger’in belirttiğine göre Araplarda yerleşmiş bir federatif din vardı. Her kabilenin ayrı ayrı taptığı bir put, hepsi bir arada, asla kavga sebebi olmadan Kâbe içerisinde yan yana ve rahat rahat oturuyordu.

      Irksal etkiler ve İsrailoğulları ortak geleneklerinden gelen etkilerin kaybolması sonucunda Araplar, daima bir Hak dinini bekliyordu. İbrahim dininin, “yüceleri” hedeflemesi, Arapların ilerlemesinin sebeplerindendir.

      Araplar, eski zamanlarda, henüz Samilerden ayrılmadan önce doğal olarak medeniydiler. Kuzey’den Arap Yarımadası’na inmeleriyle bir hâlden başka bir hâle geçiş dönemini atlatmış oldular. Bu dönemi, “Cahiliye Dönemi” olarak yine kendileri adlandırmıştır.

      Eğer Arapların, böyle bir geleneği olmasaydı İslamiyet’in yerleşmesi oldukça güç olabilirdi.

      Sözün özü, ilk İbranilerin birçok meziyeti, ırka has özellikleri de Araplara geçmiştir.

      Araplar daha geniş bir alanda yaşadıklarından, daha süvari özelliklerine sahip ve mert bir hayat geçirdiklerinden Ben-i İsrail’in beğenilmeyen birçok hâl ve hareketleri kendilerine geçmemiştir. Arap ile Yahudi’nin karşılaştırılması, önemli bir tartışma zeminini gerektirse de bizim konumuz dışındadır.

      DİNSEL, FİKİRSEL VE DUYGUSAL ÇEVRE

      İslam öncesi Arap Yarımadası çevresine dair en fazla incelemede bulunan Caussin de Perceval’dir. Profesör Dozy ise bu incelemeleri takdir etmeye pek de layık görmemiştir. Herhâlde eldeki bilgilere dayanarak bir dereceye kadar Hazreti Muhammed’in dinî ve fikrî çevresi hakkında bir düşünce geliştirmek o kadar da zor değildir.

      İnsanların yüce efendisi, putperest Kureyş kabilesine mensuptu. Peygamberlik öncesi mezhebi, o devirlerde yaygın bir kaba dinden başka bir şey değildi. Son Peygamber, bu din çevresine doğmuş, ardından aralarında herhangi bir bağ ve mezhep ileri gelenleri dahi bulunmayan, inanca gönülden bağlı Haniflerin yolundan gitmiştir. Araplar temel anlamda pek dindar olmadığından, dinî konulara aldırış etmeyen hâlleri, aralarında büyük bir cezalandırmayı da gerektirmemiştir. Eldeki belgelerden anlaşıldığına göre Peygamber, önceleri millî putlara karşı ciddi aleyhtarlıkta bulunmamıştır. Onlara gösterilen saygı merasimlerini zayıflatma zahmetine dahi katlanmayı aklından geçirmemiştir. Bu itibar ile Hazreti Peygamber’in yaklaşımı, Sokrates’in yüksek bir felsefeye sahipken yaygın kabul gören din ile alay etmemesine benzer.

      Fakat Kâinat’ın övüncü, yüce bilgeliği arttıkça haniflerin yolu ve İbrahim dinini zihninde bir tutmuştur. Bundan böyle dönemin puta tapanlarına karşı açık olarak aleyhte hareketlerde bulunmaya başlamıştır.

      Zaten



<p>30</p>

Ben-i İsrail: İsrailoğulları. Hz. Yakub’un ikinci adı olan İsrail’den dolayı, onun soyundan gelenlere Tevrat’ta Beney Yisrael, Kur’an-ı Kerim’de Benû / Ben-i İsrail (İsrailoğulları) denilmektedir. (e.n.)

<p>31</p>

“Hnf” kökünden gelen bu kelimenin anlamı etimolojik olarak tartışmalıdır. Süryanice kökenindeki ilk kullanım anlamı, putperesttir. Ancak zaman içinde “inanan, ibadet eden” anlamına dönüşmüştür. Genel kullanım “tevhit” inancına sahip kimseler şeklindedir.