Paris’te Bir Türk. Ахмет Мидхат

Читать онлайн.
Название Paris’te Bir Türk
Автор произведения Ахмет Мидхат
Жанр
Серия
Издательство
Год выпуска 0
isbn 978-625-6485-56-3



Скачать книгу

hâllerinden görülmekte ise de Zekâ Bey’in velinimet ve Remzi Efendi’nin bir hizmetkâr gibi bir muamelede bulunduklarına nazaran asıl kumandanın (yani para) Zekâ Bey’de olduğu da anlaşılırdı. Bunlar kendi söylediklerine göre Paris’e seyahate gidiyorlarmış.

      Karşı yani sol tarafta, Julie Dizier’in alt tarafında Yorgidis isminde bir Rum bulunup ticaret için İstanbul’dan Marsilya’ya gidiyormuş. Adamın alt tarafındaki kadın ise İstanbul’da Gabrielle namıyla şöhret bulmuş bir tiyatro oyuncusudur ki Paris’e gitmektedir. Oyuncu olduğuna ve hem de hakikaten güzel bulunduğuna göre zahir hâlinde aşüftelik emareleri Madame de Trouville’de görüldüğü kadar görülememekte olduğuna hayret etseniz yeri vardır.

      Beri tarafta, Remzi Efendi’nin altında bir İngiliz vardır ki ismi Mister James olup hâline, kıyafetine nazaran kendisini filozof ve ressam zannedenler hata etmezler. İki yanağı üzerinden salıverdiği favori denilen çatal sakallar iki omzundan aşağıya doğru sarkmış gitmiş, hem uzun boylu hem uzun yüzlü, ince, kıpkırmızı bir adamdır.

      Malumdur ki bu gibi filozofların gittikleri, geldikleri veyahut gidecekleri, gelecekleri yer ne bilinir ne de tayin edilir. Filozofluğun şanı bu imiş! Bunun alt tarafında oturan ise Monsieur Autrans denilen uzun boylu, etine dolgun, güzel simalı, iri burunlu fakat ziyadesiyle geveze bir Fransız’dır ki Fransızcayı yarım yamalak konuşan biçare İngiliz’e hem sormadık sual bırakmaz hem de Fransızcası ile bıyık altından dalga geçmekten geri durmaz. Fakat bu adamın sanatı henüz meydana çıkmamıştır.

      Onun da alt tarafında Gardiyanski isminde bir Lehli vardır ki zahirine bakılır ise Lehistan’ın asilzadelerinden ve oldukça zengin bir adam olduğu zannolunur. Hele simasının güzelliğine, akl-ı kemaline ve kibarlığına hiç diyecek bir şey yoktur. Kendisi Paris’e gidiyormuş.

      Kaptan sofranın bir ucunda oturduğuna göre oradan başlayarak saydığımız hazırda bulunanların silsilesi sofranın öte ucuna kadar gelmişti. Ta ucunda ise iki Türk daha oturmaktadır ki bunun birisi Nasuh Efendi namında yirmi sekiz otuz yaşlarında bir delikanlı olup hâl ve şanından, gayet sakin yaradılışlı bir şey olduğu anlaşılır. Bu zat Lehli Gardiyanski’nin yanına isabet eylemiştir. Diğeri ise Sena Bey isminde bir diğer Türk olup on dokuz yirmi yaşında, güzelce, zekice bir şeydir ki Gabrielle’in yanına isabet eylemiştir. Ama bu Sena Bey ile Nasuh Efendi’nin öyle Zekâ Bey ile Remzi Efendi gibi birbiriyle rabıta-i refakatleri olduğunu zannetmemelidir. Bunlardan her biri kendi hâlinde, kendi âlemlerinde olduklarından ikisini dahi kendi başlarına müstakil bilmelidir. Hatta Sena Bey’in tahsil için Paris’e gittiği malum olduğu hâlde Nasuh Efendi’nin ne için, nereye gittiği dahi henüz belli değildir.

      Üçüncü Bölüm

      Yolcular sofrada iken kendilerini bir kerecik gözden geçirmek için sarf ettiğimiz zaman içinde elbet bunların nasıl bir sohbetle meşgul olduklarına dahi kulak misafiri olmuşuzdur. Bu hâlde işitmiş olmamız lazım gelen hususlar aşağıdaki gibidir:

      Bu gibi sofralarda bulunmuş iseniz bilirsiniz ki oralarda, İngiltere Parlamentosu gibi yalnız bir adam söyleyip sair cemaatin dinlemesi âdeti yoktur. Her iki üç kişi kendi aralarında bir söz açıp o suretle konuşurlar. Dolayısıyla ikinci mevkinin sofrasına kulak misafiri olmadan evvel bir kere cemaatin şu suretle taksimini de bilmek lazımdır. Bu ise pek girift bir şey değildir. Bir kere biçare Madame Syrienne yalnız iki çocuğu ile meşgul olup başka hiçbir söze kulak bile vermezdi. Kaptan ise Alman Kaliksberg ve Madame yahut Mademoiselle Cartrisse ile politikaya dair bir söz açıp konuşuyordu. Dizier ailesinden genç Angeline, Fransızcası Fransızcaya bile benzemeyen Remzi’nin tatsız ve edepsiz sözlerinden uzak kalmak için daima kocakarı ile meşgul olduğu gibi Usse’yi de kendi aile sohbeti dairesine davet etmeye çalışırdı. Ancak De Trouville, Zekâ Bey’in burnuna girecek veyahut onu kendi şişman koynuna sokacak kadar meşgul olduğu hâlde her iki dakikada bir kere genç Usse’ye dahi bir söz atar, işhal eder ve Angeline ise buna da kızar, söylenirdi.

      İngiliz James’in yalnız Autrans ile meşgul olduğunu daha bundan önce haber vermiştik. Hâlbuki Autrans, Yorgidisi dahi ara ara kere kendi muhabbetlerine davet ederdi. Ancak Yorgidis, Autrans’ın suallerine hep kestirmeden cevap verip alt tarafında Sena Bey ile Gabrielle’in daha tatlı olan mülahazalarına ortak olmak isterdi.

      Daha kim kaldı? Gardiyanski ile Nasuh Efendi değil mi? Onları da ister iseniz birbiriyle muhabbet ediyorlar diye hükmediniz, ister iseniz etmiyorlar diye… Her iki hükmünüz eşittir. Zira ikisi de birbirine iki kelimecikten ibaret olmak üzere sordukları suale yine iki kelimecikten ibaret olmak üzere aldıkları cevap üzerine bir hayli müddet düşünmekte olduklarından bunlar işin başlangıcında asla konuşmuyorlar zannolunurdu.

      Kaptan ile Kaliksberg ve Cartrisse’in meclislerine kulak verelim:

      Kaptan: (Avusturya, Prusya ve İtalya’nın 1866 senesinde ettikleri Sadova ve Lissa kara ve deniz savaşları üzerine açılmış olan bahisten) “Ey Madame!.. Şey Mademoiselle Cartrisse… Allah aşkına size madame diye mi hitap edelim, mademoiselle diye mi?”

      Cartrisse: “Her ikisi de uygun.”

      Kaliksberg: “Bendeniz de bazı kere kusur ediyorum hanım! Hangisinin daha makbul olduğunu bilsek…”

      Cartrisse: “Bence en makbul olanı kısa ve tekellüfsüzce olmak üzere Cartrisse diye hitap etmenizdir.”

      Kaptan: “Estağfurullah!.. Her ne ise… Şu Lissa’da Amiral Teketoff’un bir ağaç sefine ile İtalya’nın Victor Emanuel ismindeki bir zırhlı sefinesini batırmış olduğuna ne mana verirsiniz?”

      Cartrisse: “Batırmış diye mana veririm.”

      Kaliksberg: “Acayip! Bu konuda kendinize mahsus bir fikriniz yok mudur?

      Cartrisse: “Yoktur efendim!”

      Kaptan: “Ya Sadova’da Prusya iğneli tüfeklerinin Avusturyalılar içinde açtığı yaraya?”

      Cartrisse: “Acırım!”

      Kaptan: “Sualim o değil! Şu Prusyalıların kimseye renk vermeksizin birdenbire ortaya kuyruktan dolar tüfekleri çıkarınca…”

      Kaliksberg: “Düşmana bir büyük oyun oynamak kararında bulunan adam böyle hazırlıklarından asla haber vermez.”

      Cartrisse: “Bu sualleriniz, sözleriniz bence hep meçhullerdendir.”

      Kaptan: “Evet! Size Lissa Deniz Savaşı’ndan bir kaptan gibi sual sormak ve Sadova meselesi hakkında dahi bir mareşal gibi hitap etmek vakıa hatadır! Ancak bu muharebelerin politikaca olan manevi etkilerini demek isterim…”

      Cartrisse: “Demek istersiniz ki bu harp meselesinde size bir hariciye nazırı gibi fikrimi beyan edeyim!”

      Kaliksberg: “Vakıa bu cevap pek münasiptir. Mademoiselle’den bir amiral, bir mareşal gibi cevap istemek hata olduğu hâlde bir hariciye nazırı gibi cevap beklemek de bütün bütün hatadır.”

      Kaptan: “Şayet politikaya merakı vardır diye…”

      Cartrisse: “Hayır efendim! Benim öyle şeylere asla merakım yoktur.”

      Kaliksberg: “Mademoiselle Cartrisse’e bir kadını eğlendirebilecek meseleleri açmalı!..”

      Cartrisse: “O da bütün bütün boşunadır. Eğer kadınlığıma hürmeten benim hoşlanacağım bir muamelede bulunmak ister iseniz rica ederim ki siz yalnız kendiniz konuşup benim hisseme de dinlemek vazifesini ayırınız.”

      Kaliksberg: “İşte şimdi bendeniz de hayret ettim efendim. Sizin hiçbir şeye merakınız yok mudur?”

      Cartrisse: “Hayır efendim! Benim hiçbir şeye merakım yoktur. Yalnız İstanbul’u bir kerecik görmeyi merak etmiştim. Geldim, gördüm. Şimdi hiçbir şeye merakım kalmadı.”

      İşte