Bir Delikanlının Hikâyesi. Гюстав Флобер

Читать онлайн.
Название Bir Delikanlının Hikâyesi
Автор произведения Гюстав Флобер
Жанр
Серия
Издательство
Год выпуска 0
isbn 978-625-6485-41-9



Скачать книгу

kapısını açtı, içeri girip kayboldu.

      Frédéric bütün hafta, gelir diye onu bekledi. Evine gitmeye cesaret edemedi, sabırsızlığından kendisini yemeğe davet ettirmek manası çıkarılır diye çekindi, ama Quartier Latin’de onu aramadık yer bırakmadı. Bir akşam rastlayınca alıp Napolyon Rıhtımı’ndaki evine götürdü.

      Uzun uzun konuştular, birbirlerine sırlarını açtılar. Hussonnet tiyatroda çok şöhret ve para kazanmak sevdasındaydı. Kabul edilmeyen birkaç vodvilin yazılmasına katılmış, bir sürü, piyes planları yapmış, şarkılar çırpıştırmıştı; birkaçını söyledi. Sonra kitap rafında Hugo’nun ve Lamartine’in birer eseri gözüne ilişince romantik okula attı tuttu, acı acı alay etti. Bu şairlerin ne sağduyuları vardı ne kurala önem verirdi bunlar, hele Fransız da değillerdi! Hussonnet dilini bilmekle övünüyor, ciddi sanat konusunda şakacı tabiatlı kimseleri seçkin kılan o hırçın haşinlikle, o akademik zevkle en güzel cümleleri didik didik ediyordu.

      Frédéric en sevdiği şeylerin hırpalanmasından incinmişti; bozuşmak arzusu geçmişti içinden. Mutluluğunun temel taşı olan sözü niçin söylemesindi hemen? Kendisini Arnoux’lara tanıtıp tanıtamayacağını edebiyat çömezine sordu.

      Ondan kolay ne var? Ertesi gün buluşup gitmek için sözleştiler.

      Hussonnet randevuya gelmedi; ondan sonraki üç randevuya da gelmedi. Bir cumartesi günü, saat dörde doğru çıkageldi. Ama hazır altında araba varken önce bir loca bileti almak için Theatre-Français’in önünde durdu; bir terziye, bir dikişçi kıza uğradı; kapıcı odalarına girip pusulalar yazdı. Hele şükür, Montmartre Bulvarı’na vardılar. Frédéric dükkândan içeri girip merdivenlerden çıktı. Arnoux yazı masasının önüne konan aynada onu görüp tanıdı. Yazısını yazmaya devam ederek omzunun üstünden elini uzattı.

      Avluya açılan tek bir pencere ile aydınlanmış daracık odayı ayakta duran beş altı kişi doldurmuştu. Dipte yünlü kahverengi Şam kumaşından iki kapı perdesi arasındaki girintiyi aynı kumaşla kaplanmış bir kanepe doldurmuştu. Kâğıt yığınlarıyla dolu şöminenin üstünde tunçtan bir Venüs, bunun iki yanında pembe mumları olan kollu birer şamdan vardı. Sağda, dosya rafının yanında, başında şapkası olan bir adam koltukta oturmuş, gazete okuyordu; duvarlar estamplarla, tablolarla, Jacques Arnoux’ya en içten gelen bir sevgi beslendiğini anlatan ithaflarla süslenmiş çağdaş ustaların değerli gravürleri veya desenleriyle kaplıydı.

      Arnoux, Frédéric’e doğru dönerek “Her zamanki gibi yine iyisiniz ya?” dedi. Vereceği karşılığı beklemeden, alçak sesle Hussonnet’ye, “Arkadaşınızın adı ne?” diye sordu. Sonra yüksek sesle, “Dosya rafının üstündeki kutudan yaprak sigarası alsanıza.” dedi.

      Paris’in ta göbeğinde bulunan Art Industriel rahat bir buluşma yeriydi, birbirini çekememelerin en içli dışlı olduğu tarafsız bir alandı. O gün orada bulunanlar arasında, kral portreleri yapan Antenor Braive, Cezayir Savaşları desenleriyle popüler olmaya başlayan Jules Burrieu, Karikatürcü Sombaz, Heykeltıraş Vourdat ve daha başkaları da vardı. Ama hiçbiri de öğrencinin önceden edinilmiş kanaatlerine karşılık vermemişti. Hepsi de tavırları sade, serbest konuşan insanlardı. Mistik Lovarias açık saçık bir hikâye anlatmaya başladı; Doğu manzaralarını icat eden mahut Dittmer, yeleğinin altına makine örgüsü bir gömlek giymişti, “Yine geleceğim.” diyerek omnibüse bindi, gitti.

      Önce eskiden modellik eden Apollonie adlı bir kadından laf açıldı. Burrieu onu dört atlı bir arabada bulvardan geçerken gördüğünü iddia ediyordu. Hussonnet bu değişiklikte birkaç besleyicinin parmağı olduğunu izah etti.

      “Bu çapkın, Paris orospularını nasıl da tanıyor!” dedi Arnoux.

      Bohem, Napolyon’a matarasını uzatan humbaracı gibi, askerce bir selam vererek “Sizden bize sıra kalırsa haşmetlim.” diye karşılık verdi.

      Sonra, Apollonie’nin başını gösteren birkaç tablo üzerinde tartışıldı. Orada bulunmayan meslektaşlar tenkit edildi. Eserlerinin bu kadar az para etmesine hepsi de şaşıyordu, hepsi de hiç iyi kazanamadıklarından sızlandıkları bir sırada, orta boylu, frakı tek düğme ile ilikli, gözleri canlı, az buçuk kaçık bir adam içeri girdi.

      “Bütün burjuvalar buraya toplanmışsınız yahu!” dedi. “Ne oluyorsunuz, Allah aşkına! Şaheserler döktüren eskilerin parada gözü mü vardı? Corregio, Murillo…”

      “Pellerin’i de katın.” dedi Sombaz.

      Ama bu sözlerin altında saklı olan hicvi anlamayıp öyle dehşet bir söylev çekmekte devam etti ki Arnoux iki kere, “Karım perşembe günü sizi görmek istiyor. Unutmayın!..” diye tekrarlamak zorunda kaldı.

      Bu sözler Madam Arnoux’yu Frédéric’in aklına getirdi. Evine, herhâlde divanın yanındaki küçük odadan geçilecek. Arnoux, mendil almak için demincek bu kapıyı açmış, Frédéric’in gözüne dipteki lavabo ilişmişti. Ama şöminenin yanından homurtuya benzer bir ses geldi; koltukta oturmuş, gazete okuyan adamdı bu sesi çıkaran. Beş ayak dokuz pus3 boyundaydı, göz kapakları biraz devrikti, saçları kırçıldı, heybetli bir hâli vardı, adı da Regimbart.

      “Vatandaş ne o yine?” dedi Arnoux.

      “Hükûmetin yeni bir alçaklığı daha!”

      Bir okul öğretmeni işinden çıkarılmış. Pellerin, Michel-Angelo ile Shakespeare arasında bulduğu benzerliği yine anlatmaya başladı. Dittmer gidiyordu. Arnoux yakalayıp avucuna iki banka kaymesi sıkıştırdı. O zaman, Hussonnet fırsatı ganimet bilip “Sevgili patronum, bana da avans vermez misiniz?” dedi.

      Ama Arnoux tekrar yerine oturmuş, pis kılıklı, mavi gözlüklü bir ihtiyara çıkışıyordu:

      “Aa! Amma da yaptınız ha, Isaac Baba! Bakın, üç eserinizin üçü de gözden düştü, mahvoldu! El âlem benimle alay ediyor! Herkes bunları tanıdı bir kere! Ne yapayım istiyorsunuz? Kaliforniya’ya mı göndereyim yani? Haydi, susun Allah aşkına!”

      Bu adamcağızın marifeti bu tabloların altına eski ustaların imzalarını atmaktı. Arnoux para vermek istemiyordu; ihtiyarı tersleyerek başından savdı. Sonra edasını değiştirerek nişanı olan, kurum satan, favorili ve beyaz kravatlı bir bayı selamladı.

      Dirseğini pencerenin sürgü koluna dayayıp tatlı görünen yapmacık bir eda takınarak onunla uzun uzun konuştu. Sonunda patladı:

      “Şükür, simsardan yana sıkıntı çektiğim yok, Kont Hazretleri!”

      Beyzade razı olunca Arnoux yirmi beş altın verip hesabını ödedi, çıkar çıkmaz hemen ardından “Bu büyük beyzadeler ne sırnaşık şeyler!” dedi.

      “Hepsi de sefil takımı!” diye Regimbart mırıldandı.

      Saat ilerledikçe Arnoux’nun uğraşmaları da artıyordu; makaleleri sınıf sınıf ayırıyor, mektupları açıyor, hesapları sırasıyla yazıyordu; mağazadan gelen çekiç seslerini duyunca ambalajlara bakmak için çıkıyor, sonra gelip yine işine dalıyordu. Bir taraftan yazı yazarken bir taraftan da edilen şakalara karşılık yetiştiriyordu. Bu akşam avukatının evinde yemek yiyecek, ertesi gün Belçika’ya gitmek için yola çıkacaktı.

      Ötekiler günlük olaylar, Cherubini’nin portresi, Güzel Sanatlar Salonu, yakında açılacak sergi üzerinde konuşuyorlardı. Pellerin Institut’ye ateş püskürüyordu. Dedikodular, tartışmalar almış yürümüştü. Tavanı basık olan oda o kadar doluydu ki kıpırdayacak yer yoktu. Pembe mumların aydınlığı sigara dumanları içinden, sis içindeki güneş ışınları gibi süzülüyordu.

      Divanın yanındaki kapı açıldı; ince, uzun



<p>3</p>

Pus: İnç. (e.n.)