Название | Üç Kalp |
---|---|
Автор произведения | Джек Лондон |
Жанр | |
Серия | |
Издательство | |
Год выпуска | 0 |
isbn | 978-605-72611-5-1 |
“Bu seni kurtarmaz Leoncia. Artık üzerinden asla gitmeyecek bir iz bıraktım.”
Dizinde açtığı yaraları işaret ediyor ve gülüyordu.
“Canavarın işareti.” diye karşılık verdi genç kadın, ayrılmak üzere harekete geçtiğinde. “Buradan hemen gitmen için seni uyarıyorum, Bay Henry Morgan.”
Ama Francis onun yolunu kesti.
“Tamam, şimdi artık biraz iş konuşalım Bayan Solano.” dedi Francis ses tonunu değiştirerek. “Ve sen de dinleyeceksin. Gözlerin istediği kadar ateş püskürsün, sözümü kesmeyeceksin.” Eğildi ve biraz evvel yazmakla meşgul olduğu notu aldı. “Sen çığlık attığın sırada, sana bu çocukla bir mesaj göndermeye hazırlanıyordum. Al bunu. Oku. Seni ısırmaz. Bu engerek yılanı değil.”
Almayı reddetmeye çalışsa da gözleri istemsizce, açılmış olan not kâğıdındaki yazıya takılmıştı:
“Ben, sizin Henry Morgan sandığınız adamım…”
Ona sanki hiçbir şey anlamıyormuş ama pek çok belirsiz şeyi tahmin edebiliyormuş gibi şaşkın gözlerle bakıyordu.
“Şerefim üzerine yemin ederim.” dedi Francis ciddi bir şekilde.
“Sen… Sen… O… Henry değil misin?” diye kekeledi.
“Hayır, ben o değilim. Lütfen alıp okur musun?”
Bu sefer Francis’in solgun yüz hatlarına ve gözlerine kararlı bir şekilde doğrudan bakmasından mı yoksa altın rengi tropik yüz hatlarına basan kanın şaşırtıcı derecedeki güzel dokunuşundan etkilendiğinden mi bilinmez, itaat etmişti.
Genç kadının kadife kahverengi gözlerini neredeyse bir rüyadaymış gibi sorgulayıcı ve ürkmüş bir tavırla ona yönlendirdiğini fark etti.
“Peki, bu yazının imza sahibi kimdir?” diye sordu.
Francis bir anda kendini toparladı ve kadının önünde eğildi.
“Ama ismi nedir? Senin ismin?”
“Morgan, Francis Morgan. Orada da açıkladığım gibi Henry ve ben bir tür uzak akrabayız, kırk beşinci kuşak kuzen ya da onun gibi bir şey.”
Şaşkınlığının üstesinden gelmeyi başarmış, gözlerinde aniden büyük bir şüphe ve eski tanıdık öfkenin ifadesi parlamıştı.
“Henry.” dedi sitemkâr bir ses tonuyla. “Bu kesinlikle bir aldatmaca, şeytani bir oyun oynuyorsun benimle. Elbette ki sen Henry’sin.”
Francis bıyığını gösterdi.
“O zamandan bu yana uzatmışsındır.” diye karşılık verdi öfkeyle genç kadın.
Kolunu sıvadı ve sol kolunu, bileğinden dirseğine kadar gösterdi. Ancak görünüşe göre genç kadın onun ne anlatmaya çalıştığını anlamamıştı.
“Yarayı hatırlıyor musun?” diye sordu.
Evet, anlamında başıyla onayladı.
“O zaman bul onu.”
Genç kadın çaresizlikle yara izini aramak için başını eğdi, sonra tereddüt ederek kafasını salladı:
“Ben… Ben senden af diliyorum. Çok büyük bir hata yapmışım ve nasıl olduğunu düşündükçe ben… Seni tehdit ettim…”
“O öpücük oldukça güzeldi.” diye afacan bir tavırla reddetti onu Francis.
Genç kadın onun neyi kastettiğini bir anda hatırladı, dizine baktı ve o yüzüne çok yakışan kıkırdamasını bastırmaya çalıştı.
“Henry’den bir mesaj getirdiğini söylemiştin.” dedi birden konuyu değiştirmek için. “Ve onun masum olduğundan bahsediyorsun… Bu doğru mu? Ah, sana gerçekten inanmak istiyorum!”
“Ahlaki olarak şundan eminim ki Henry’nin amcanı öldürme ihtimali en fazla benim öldürme ihtimalim kadar…”
“Tamam, o zaman şimdilik daha fazlasını söyleme.” diye neşeyle sözünü kesti. “Her şeyden önce, yaptığın ve söylediğin bazı şeylerin iğrenç olduğunu itiraf etmiş olmana rağmen bana bir özür borçlusun. Beni öpmeye hakkın yoktu.”
“Eğer hatırlayacak olursan.” dedi gülerek Francis. “Bunu tabancanın namlusu bana doğrultulmuşken yaptım. Eğer bunu yapmazsam neyi vuracağını nereden bilebilirdim.”
“Ah, sus, sus.” diye yalvardı genç kadın. “Şimdi kesinlikle benimle eve gelmelisin. Yol boyunca da bana Henry’den bahsedersin.”
Gözleri bir anda küçümseyerek fırlatıp atmış olduğu mendile takıldı. Hemen koşup onu aldı.
“Zavallı, kötü muamele görmüş mendilcik.” diye mırıldandı. “Bunu da sana ödemeliyim. Bizzat kendim temizleyeceğim ve…” Mendille konuşurken bakışlarını da Francis’e yöneltmişti. “Ve onu sana iade ederim, efendim, temiz ve güzelce katlanmış hâlde, kalbimden gelen minnettarlıkla…”
“Peki ya o canavarın izi?” diye sordu.
“Çok üzgünüm.” dedi samimi bir pişmanlıkla Leoncia.
“Peki, gölgemi senin üzerine düşürmeme izin verir misin?”
“Elbette! Elbette!” diye haykırdı neşeyle. “Orada! İşte şimdi gölgenin altındayım. Şimdi gitmemiz lazım.”
Francis, karşısında durmuş sırıtan Kızılderili çocuğa bir peso attı, çocuk onu hemen yakaladı ve büyük bir sevinçle tropik plantasyon boyunca seke seke çiftliğe kadar onları takip etti.
Solano tropik plantasyonunun geniş meydanında oturan Alvarez Torres, tropik çalılıkların arasından çiftin dolambaçlı araba yolu üzerinden yaklaştıklarını gördü. Ve çok hatalı sonuçlar oluşturabilecek manzarayı görür görmez dişlerini gıcırdattı. Kendi kendine öfkeyle mırıldanmaya başladı, dudaklarının arasına sıkıştırmış olduğu sigarayı bile unutmuştu.
Onu böylesine öfkeden deliye döndüren, her şeyden habersiz derin, heyecanlı bir muhabbete dalmış olan Leoncia ve Francis’in görüntüsüydü. Francis’in, Leoncia’nın birden önünde durduğunu ve onu dinlemesi için yalvarmaya çalıştığını, ona aciliyetini bildiren konuşma ve jestler yaptığını görüyordu. Torres gördüklerine güçlükle inanabiliyordu, Francis’in bir yüzük çıkardığını ve Leonica’nın somurtkan bir ifadeyle, sol elini uzattığını ve genç adamın onu yüzük parmağına taktığını gördü. Nişan yüzüğünün takıldığı parmaktı, Torres buna yemin bile edebilirdi.
Gerçekte olan şey ise tamamen farklıydı, Henry’nin vermiş olduğu nişan yüzüğü Leoncia’nın parmağına geri dönmüştü. Ve Leonica, neden olduğunu bilmiyordu ama yüzüğü takmakta isteksiz davranmıştı.
Torres, sanki kendi heyecanını da bu şekilde gidermek istermiş gibi sönmüş olan sigarasını uzağa fırlattı, bıyığını hırsla büktü ve meydanın ortasında onlarla buluşmak için ilerlemeye başladı. İlk başta kızın onu selamlamasına karşılık vermedi. Bunun yerine, öfkeli Latin yüzüyle doğrudan Francis’in üzerine fırladı:
“Bir katilden elbette ki utanması beklenmez ama en azından basit bir dürüstlük beklenebilir.” Francis tuhaf bir şekilde gülümsedi.
“İşte yeniden başladı.” dedi. “Bu çılgın diyarda başka bir çılgın. En son, Leoncia, bu beyefendiyi gördüğümde New York’taydı. Benimle iş yapmak için