Название | Lâ Havle - Lütfî Divânı |
---|---|
Автор произведения | Lütfü Şehsuvaroğlu |
Жанр | |
Серия | |
Издательство | |
Год выпуска | 0 |
isbn | 978-605-121-929-5 |
Ama felek bizi bize bırakmaz
Mecnun sular Leyla’sına ulaşmaz
Mes’uliyet mesulleri hiç yakmaz
Şehsuvar ruhunla sabahı etti
Bu hasbıhâl yolculuğa biletti
Var git Satılmış’ım gonca güller der
Üç evladın, üç yüz filmin gül eser
Zaman zaman kurgumuza bir el ver
Hâtırân önünde eğiliyoruz
Bekle! Vakterişince geliyoruz
Hakkını helâl et Serdar’ımız39
ATA GÖĞRÜ 40
Bu sabah seni çok, ne çok özledim
Yolunu gözledim eşiğe bakıp
Efkâra dalıp da şiir gizledim
Yorgun bedeninden bir nokta yakıp
Bu sabah seni çok ne çok özledim
Taşının üstüne adını yazdım
Bilmem hangi uçtu, hangi kalemdi
Teli koparılmış kırık bir sazdım
Buz kesen bir kıştım, kurak bir yazdım
Mermerlerin nabzı ılık elemdi
Taşının üstüne adını yazdım
Ak serviler altı durağın mıydı
Umudun toprağın altında mıydı
Bir beyaz bez miydi sevgili… Annem
Gözünde bir avuç toprak da ben… Ben
Sorgusuz sırasız gitmek var mıydı
Ak serviler altı durağın mıydı
Babamı hangi kuş aldı götürdü
Bu titreyiş, bu kış, bu soğuk neden
Söyleyin levhalar gördüğünüzü
Beni bir ağ ile ördüğünüzü
Конец ознакомительного фрагмента.
Текст предоставлен ООО «Литрес».
Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на Литрес.
Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.
1
“Doğuş Edebiyat”ta 1982’de yayımlandı. Arakesitin ardından… Beton kafes, Mamak Askerî Cezaevi ve A Blok içindeki kafes… Dokuzyüzelliyedi doğumlu tutukluların oranı diğerlerinden daha fazla… “Eylül Seneleri” 12 Eylül 1980 İhtilali ile birlikte yaşanan arakesit iklimini anlatıyor. Eylül ki hazan mevsimi artık birkaç seneyi kuşatmıştır. 80 sonrası hep Eylül’dür.
2
“Gölgeler 1”, Atatürk Site Yurdu’ndaki odamızda yazıldı. O oda, üç yataklı bir oda idi. Gecenin bir vaktinde girdiğimiz ve yataklardan boş bulduğumuza ceset hâline gelmiş bedenimizi bıraktığımız bir yurt odası… Bazen Burhan, bazen Naci, bazen Mümtaz’er, bazen Haşim ya da genel merkezden başka bir arkadaş sızmıştır diğer yataklarda… Gecenin bir vaktinde uyandığında yahut sabah ezanında Burhan’ın dürtmeleriyle gözlerini açtığında göreceğin gölgeler hakkındadır…
3
“Gölgeler 2”, Yüksek Öğretmen Yurdu’ndaki odada yazıldı. Kül tablaları, sigara dumanları, kitap kokuları, genç dimağımızdan salınan kavramlar arasında bir yanda mücadele trafiği, toprağa verdiklerimiz, topraktan katılanlarla diğer yanda henüz yirmili yaş başlarının kavramsal inşası… İkisi de “Nizam-ı Alem”de yayımlandı; Derviş Edip müstearıyla…
4
12 Eylül öncesi atmosferini yansıtan bu şiirin, müsvedde hâlinde dururken farkına varıldı. “Kardeş Kalemler”in 2009 yılındaki sayılarından birinde yayımlandı.
5
Muhtemelen edebiyat dergileriyle ilk karşılaşma yıllarında yazıldı. Şair ağabeylerden alınan birtakım öğütlere karşılık gelen düşünceleri kapsıyor. Aslında kendine mahsus oluşun ilk kıvılcımları…
6
Muhatabımızın N. Kemal Zeybek olduğu anlaşılıyor hemencecik… Muhtemelen 1988 sularıdır. Zeybek, kültür bakanı olmuş. ANAP’ta siyasi hayatını sürdürmektedir. Kenan Evren’le aynı sahneyi paylaşmaktadır. Yoksa daha önce mi yazıldı? Mesela, Avukatlar Bürosu’nda Alparslan Türkeş’in de bulunduğu son toplantı sonrasında… Hasan Celal mi Ayvaz Gökdemir mi daha milliyetçi? Ara seçimde Gaziantep’te hangisi için çalışmalı? Artık ceketlerimiz ve koyun cebindeki kâğıtların üzerindeki isimler değişmiştir. Yeni dostlar, yeni çevreler… Ama mahkeme sıraları aklımızdan bir türlü çıkmaz… Anılar… Kervanlar ve devranlar…
7
12 Eylül öncesi (1978) çıkardığımız “Divan” dergisinin ilk sayısında Derviş Edip müstearıyla yayımlandı. Bir genç niçin intiharı düşünür? Veyl mağluplara! Fatih olabilmenin yolu ne? Tirajik bir aşkın üçüncü, hayır dördüncü şahsın sahneye girmesiyle trajikomik hâle gelmesi…
8
Mamak Askeri Cezaevi, A, B, C, D ve E bloklarından oluşuyordu. Hepsinin kendi içinde numaralandırmaları vardı; 1,2,3,4… A Blok 2. Koğuş veya B Blok 9. Koğuş… Fakat C Blok daha hafif suçlular için… C1, C2 diye gidiyor. D Blok ise D1, D2, D3 gibi geniş arazi üzerinde prefabrik binalardan oluşuyor. D1 kendi içinde üç ayrı koğuşa sahip: D1-1, D1-2, D1-3. D2 ve D3 de öyle… Kare biçiminde bir meydan dört tarafında prefabrik binalar… Üçü koğuşlar… Biri idare binası… Hapishanenin giriş çıkışı bu idare binasından yapılıyor. A ve B bloklarında zula ve şahsi kutular olması imkânsız ilk zamanlar; D bloklarında buna imkân var. Ve buralar açık olduğundan Samsun yolu üzerinde seyir hâlindeki özellikle ağır vasıtaların -otobüslerin- tekerlek ve motor seslerini sessiz bir gecede duyabilirsiniz. Şahsi kutulardaki bisküviler biraz daha serbestleşmenin emaresi… Zulada kim bilir kimlerin resimleri var? Anne, kardeş, sevgili…
9
Mamak Askeri Cezaevi, A, B, C, D ve E bloklarından oluşuyordu. Hepsinin
39
Başını bir gâyeye satmış kahraman: Satılmış Gökmen.
Satılmış Serdar Gökmen’i yayın dairesine yönetmen olarak başladığı ilk günden, vefatını öğrendiğim güne kadar takdirle izledim.
Yönetmenlik sınavı yaptığımız o günü hiç unutamam. Hani genellikle kameraman, yapımcı, yönetmen, resim seçici, senarist gibi kadrolara daha çok iletişim mezunları müracaat ederler ya bir meslektaş olarak benim gibi, aynı zamanda bu konulara ilgili ve bilgili bir genç arkadaşı bulduğum için içten içe çok sevinçliydim. Öyle ya bize göre çiftçinin, köylünün, medya imkânlarını bütünüyle kullanarak mümkün olabilen en çok genişlikte ve derinlikte zirai yayımdan istifade etmesi hedefimizdi. Yapılan araştırmaları, yeni zirai teknikleri çiftçiye, köylüye ulaştırmamız lazımdı. Öyle ya artık her evde televizyon vardı ve bir yandan televizyonla bir yandan da basılı materyallerle bu hedef kitlemizin arzulanan üretim seviyesine, refah düzeyine, bilgi ve tecrübeye eriştirilmesi; bu toprağın insanının da çağdaş vasıtalardan yararlanması için seferber olmalıydık.
TYUAP’tan başlayarak yayın dairemiz kendisine biçilen rolü ve görev sahasını geliştirdikçe geliştirmiş, genişlettikçe genişletmişti. YAYÇEP’i devreye sokmuş, arkasında GAP yayım projesini geliştirmiştik. Neredeyse binleri bulan televizyon filmi yapmıştık. Hâlâ da yapacaklarımız vardı. Daha çok yönetmene, kameramana, yapımcıya, senariste, spikere, ışıkçıya vs. ihtiyacımız vardı. Genellikle devlet kapısı istihdam alanı olarak kötü kullanılmıştı. Devlet dairelerine eleman doldurulmuştu. Ama bizim ihtiyacımız ekmek gibi, su gibi elzemdi. Mademki devlet stüdyo kurmuş, mademki bu modern cihazlar alınmıştı; bunların hakkı verilmeliydi. Kamera, kurgu, stüdyo, matbaa boş durmamalıydı.
Dünya’daki bütün Tarım Bakanlıkları arasında bu kadar TV filmi yapan, açık öğretimi, yetişkin eğitimini uygulayan başka bakanlık yoktu. Yayın dairesi “Open University”, “Adult Education” alanında dünya birincisidir. Her ne kadar bu ehliyeti, kabiliyeti, birikimi ve ortaya koyduğu eserler gözardı edilmişse de ehliyet, emanet, liyakat, mesuliyet, samimiyet gibi kavramlar idarecilerimizin lugatinden çıkarılmışsa da burada görev yapanlar ne kadar önemli bir hizmeti deruhte ettiklerinin bilincindeydiler.
Satılmış Serdar Gökmen de bunların başında geliyordu. Yurdun her karışınnı gezip dolaştı; kameraman arkadaşlarıyla, metin yazarları, yönetmen yardımcıları, ulaşım görevlisi arkadaşlarıyla köy köy, bucak bucak, ilçe ilçe, il il dolaştı ve sayısız programa imza attı.
40
Şubat soğuğu… Yıl 1993. Babacığımı Hakk’a teslim ettik. Ben yıkadım. Yoksa imama yardım mı ettim?.. Elimden kayıp gitti. Oysa daha ne çok şey konuşacaktık.