Avonleali Anne. Люси Мод Монтгомери

Читать онлайн.
Название Avonleali Anne
Автор произведения Люси Мод Монтгомери
Жанр
Серия
Издательство
Год выпуска 0
isbn 978-605-121-891-5



Скачать книгу

buklelerle işkence edilmişti. Bu saçlara kafasından büyük pembe renkli şaşaalı bir kurdele iliştirilmişti. Yüzündeki ifadeden, hâlinden memnun olduğu anlaşılıyordu.

      Ceylan rengi, ipeksi, ince ve düz dalgalı saçları omuzlarından dökülen açık tenli ufaklığın Annetta Bell olduğunu düşündü. Çocuğun annesi ve babası önceleri Newbridge Okulu bölgesinde yaşıyorlardı. Fakat daha sonra evlerini 45 metre kadar kuzeye taşıdıklarından artık Avonlea bölgesindelerdi. Bir sıraya sıkışmış soluk tenli üç ufak kızın Cottonlar olduğuna şüphe yoktu. İncil’inin kenarından Jack Gills’e ilgili bakışlar atan, kahverengi uzun bukleli ela gözlü ufak güzelliğin de Prillie Rogerson olduğuna şüphe yoktu. Prillie’nin babası kısa süre önce ikinci kez evlenmiş ve büyükannesi ile Grafton’da yaşayan kızını eve getirmişti. Arka sırada oturan uzun boylu, utangaç, eli ayağına karışan kızın kim olduğunu çıkaramamıştı. Fakat daha sonra öğrendiği üzere bu kız Barbara Shaw’du ve Avonlea’ye teyzesi ile yaşamaya gelmişti. Olur da Barbara sıraların arasından takılmadan ya da başka birinin ayağına basmadan geçmeyi başarırsa Avonlea talebeleri bu fevkalade olayı anmak için veranda duvarına not yazarlardı.

      Fakat Anne, öğretmen masasının karşısındaki ön sırada oturan çocukla göz göze geldiğinde içinden ufak bir ürperti geçti. Sanki dahi öğrencisini bulmuştu. Bu çocuk, Bayan Lynde’in, Avonlea çocuklarına benzeyemeyeceği kehanetinde bulunduğu Paul Irving olmalıydı. Dahası, Anne onun herhangi bir yerdeki diğer çocuklara da benzemediğini anladı. Öğretmenini koyu mavi gözleriyle dikkatle izleyen bu çocukta, Anne’in ruhuna benzeyen bir ruh var gibiydi.

      Sekizden büyük göstermese de Paul’un on yaşında olduğunu biliyordu. Bir çocukta daha önce görmediği kadar güzel, minik bir yüzü vardı. Yüz hatlarında seçkin bir zarafet ve incelik vardı. Bu güzel yüzü, kestane rengi buklelerden oluşan saçlar hale misali çevreliyordu. Ağzı çok güzeldi. Büzülmeden de dolgun olan al rengi dudakları ağzının küçük köşelerinde incelikle son buluyordu. Bu köşelerde neredeyse bir gamze oluşacak gibiydi. Aklı başında, ciddi, düşünceli bir yüzü vardı. Ruhu bedeninden çok daha yaşlıydı sanki. Ne var ki Anne’in yumuşak gülümsemesine karşılık veren ani bir tebessüm ile bütün bu ciddiyet yüzünden kayboldu. Bütün varlığı ışıl ışıl parlıyordu âdeta. İçinde bir ışık doğmuş gibiydi ve bu ışık çocuğu tepeden tırnağa aydınlatıyordu. En güzeli de gizli saklı kişiliğindeki eşsizlik, incelik ve tatlılık ani bir parlama ile hiçbir dışsal çaba ya da amaç olmadan istemsizce ortaya çıkmıştı. Ani bir gülümseme değiş tokuşu sonrasında Anne ile Paul, daha birbirleriyle tek kelime bile konuşmadan derhâl hem de sonsuza kadar arkadaş olmuşlardı.

      O gün âdeta rüya gibi gelip geçti. Anne sonrasında bugünü kesinlikle hatırlayamadı. Öğretmenlik yapan kendisi değil de başkasıydı sanki. Çocukları dinlerken, matematik anlatırken ya da kitapları dağıtırken makine gibi hareket ediyordu. Çocuklar oldukça uslu duruyorlardı. Sadece iki kez disiplin etme gereği ortaya çıktı. Birinde Morley Andrews eğitilmiş iki çekirgeyi sıraların arasında gezdirirken yakalandı. Anne, Morley’i tahtanın önünde bir saat boyunca ayakta bekletti ki çekirgelerine el konulmasındansa bu cezayı çekmeye seve seve razı gelirdi. Anne çekirgeleri bir kutuya koyduktan sonra okuldan dönerken Menekşe Vadisi’nde serbest bıraksa da Morley, öğretmeninin çekirgeleri evde kendisi için tutmaya devam ettiğini düşündü.

      Diğer suçlu ise matarasındaki son su damlalarını Aurelia Clay’in boynundan içeri döken Anthony Pye’dı. Anne, Anthony’i teneffüste alıkoyarak bir beyefendinin nasıl davranması gerektiği hakkında konuşmuştu. Beyefendilerin, hanımların enselerinden içeri asla su dökmediği hususunda ona nasihat etmişti. Verdiği ufak ders oldukça kibar ve etkileyici olsa da ne yazık ki Anthony kesinlikle etkilenmemişti. Öğretmenini sessizce, o asık suratıyla dinlemiş, giderken de alaycı bir ıslık çalmıştı. Anne iç çekip bir Pye’ın kalbini kazanmanın Roma’yı kurmak kadar zor bir iş olduğunu düşündü. Tek günlük iş değildi. İşin aslı Pyeların kazanılacak kalpleri olması hususunda şüpheleri vardı. Ancak Anne, somurtkanlığının ötesine geçilebilirse iyi bir çocuk olabilecek Anthony’den güzel şeyler bekliyordu.

      Okul dağılıp da öğrenciler evlerinin yolunu tuttuğunda Anne bitkin bir vaziyette sandalyesine çöktü. Başı ağrıyordu ve şevki kırılmıştı. Korkunç bir şey yaşanmadığından şevkinin kırılmasını gerektirecek bir sebep yoktu hâlbuki. Buna rağmen çok yorgun olan Anne, öğretmenliği sevmeyi asla öğrenemeyeceğine inanmaya meyilli gibiydi. İnsanın sevmediği bir şeyi yaklaşık kırk yıl boyunca her gün yapması ne kadar da korkunç olurdu… Anne ağlama işini bulunduğu yer ve zamanda yapmakla evindeki beyaz odasına gitmeyi beklemek arasında kararsızdı. Bu konuda henüz bir karara varamamışken verandada topuk sesleri ile ipek hışırtısı duydu. Sonra, Bay Harrison’ın bir Charlottetown dükkânında gördüğü aşırı süslü bir kadınla ilgili yakın zamanda yaptığı eleştiriyi hatırlatan bir hanım buldu karşısında. “Moda elbiselerin tasvir edildiği bir levha ile bir kâbusun kafa kafaya çarpışmasının sonucu gibiydi.” demişti Bay Harrison.

      Ziyaretçi, kabarıklık, fırfırlar ve büzgülerin mümkün olan her yere yerleştirildiği açık mavi ipekten bir elbiseyi ihtişamla kuşanmıştı. Başının üzerinde yükselen beyaz renkli kocaman şifon şapkanın üzerine, âdeta telleşmiş üç tane ince uzun deve kuşu tüyü eklenmişti. Şapkasının kenarlarından serpilip omuzlarına dökülen koca siyah beneklerle süslü pembe şifon duvak, arkasında bayrak misali havalanıyordu. Ufak bir kadın ne kadar mücevher takabilirse o kadar çok mücevher takmıştı. Keskin aroması olan bir parfüm de ihmal edilmemişti.

      “Ben Bayan DonNELL… Bayan H. B. DonNELL.” diyerek söze girdi bu görüntü. “Ve sizinle Clarice Almira’nın bu öğlen yemekte söylediği bir şey hakkında konuşmak için geldim. Beni fazlasıyla rahatsız etti bu şey.”

      “Özür dilerim.” diyerek kekeledi Anne. Donnell çocuklarıyla o sabah yaşanan bir olayı hatırlamak için boşu boşuna çabaladı.

      “Clarice Almira, soyadımızı ‘DONnell’ şeklinde telaffuz ettiğinizi söyledi. Bayan Shirley soyadımızın doğru telaffuzu vurgu son hecede olacak şekilde ‘DonNELL’dır. Umarım ileriki zamanlarda bunu unutmazsınız.”

      “Unutmamaya çalışırım.” dedi Anne güçlükle nefes alarak. Vahşice gülme isteğini zorlukla zapt ederek yutmuştu. “Bir insanın isminin yanlış harflerle yazılmasının ne kadar zor bir şey olduğunu kendi tecrübelerimden biliyorum. Bir ismin yanlış telaffuz edilmesi eminim çok daha kötü olmalı.”

      “Kesinlikle öyle. Ayrıca Clarice Almira oğluma Jacob diye hitap ettiğinizi söyledi.”

      “İsminin Jacob olduğunu söylemişti.” diye itiraz etti Anne.

      “Bunu beklemeliydim.” dedi Bayan H. B. Donnell, bu yozlaşmış zamanda çocuklardan minnet beklememek gerektiğini ima eden bir ses tonuyla. “O çocuğun çok avam zevkleri var Bayan Shirley. Doğduğunda onu St. Clair diye çağırmak istedim. Kulağa çok aristokrat geliyor, öyle değil mi? Fakat babası amcasının adı olan Jacob ismini alması konusunda ısrarcı oldu. Ben de teslim oldum. Çünkü Jacob amca zengin ve bekâr bir ihtiyardı. Peki ne oldu dersiniz Bayan Shirley? Bizim oğlan daha beş yaşındayken Jacob amca gidip evlendi ve şu anda üç tane erkek çocuk sahibi. Böylesi bir nankörlük duydunuz mu hayatınızda? Düğün davetiyesini aldığımız anda, bir de bize davetiye gönderme yüzsüzlüğünde bulundu, ne dedim biliyor musunuz Bayan Shirley, ‘Benim için Jacoblar bitmiştir, sağolun almayayım’. O günden beri oğlumu St. Clair diye çağırdım ve isminin bu olması konusunda kararlıyım. İnatçı babası ona hâlâ ‘Jacob’ diyor. Oğlan da anlaşılmaz bir şekilde bu basit ismi tercih ediyor. Ama o St. Clair ve St. Clair olarak kalacak. Bunu hatırlama